SAĞLIK
İstanbul’daki sağlık çalıştayında imajı bozan merdiven altı kuruluşlar masaya yatırılacak 21 Eylül 2024 Cumartesi - 17:22:49 İstanbul Bakırköy’de sağlık turizminin geleceği ve sektördeki imajı bozan işlerin masaya yatırılacağı çalıştay başladı. Çalıştayda, merdiven altı kuruluşlar ve buna bağlı olarak yapılan karalama kampanyaları masaya yatırılacak. Türkiye’nin sağlıktaki büyük gücünün de konuşulacağı çalıştayda bu gücün sektöre daha fazla nasıl yansıtılabileceği anlatılacak. Uluslararası Antalya Sağlık Turizmi ve Eğitimi Derneği (UASTED), İstanbul Bakırköy’de, "Sağlık Turizminde Gelecek Misyonu" konulu bir çalıştay düzenledi. Bakırköy Yeşilköy’de bulunan Tarihi Halil Paşa Yalısında düzenlenen çalıştaya yerli ve yabancı çok sayıda davetli katıldı. Çalıştayda konuşan Uluslararası Antalya Sağlık Turizmi Derneği Üyesi Salih Kutlu, "Bu çalıştayı düzenleme amacımız, sağlık turizmi sektörü Türkiye’nin yüzde 40’larda olmasına rağmen hak ettiği değeri göremediğini düşünüyoruz. Burada hem özel sektöre hem de kamu tarafına düşen profesyonellerin yapması gerekenlerin yapması gerektiğini düşündüğümüz bazı hususlar var. Çalıştayda görünen ve görünmeyen bazı sorunlarımız var onları konuşacağız. Bu sorunlara ilişkin ne gibi çözüm önerileri bulabiliriz, bu çözüm önerileri kimin tarafından alınması gereken aksiyonları belirleyeceğiz. Kısa ve uzun vadede vizyonumuzun neresi olması gerektiğini ve vizyona doğru giderken hedeflediğimiz hangi tür adımlardan geçmemiz gerektiğini kısa bir şekilde belirlemeye çalışacağız” dedi. “En büyük sorunumuz merdiven altı kuruluşlar” Sağlık turizminde en büyük sorunun merdiven altı kurum ve kuruluşların olduğunu belirten Kutlu, “Tabii en başta herkesin bildiği üzere merdiven altı problemimiz var. Merdiven altını ikiye ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Birincisi kayıt dışı, ikincisi kayda girmemiş ve bu konuda hiçbir kurum ve kuruluştan akreditesini almamış ve yetkinliği de olmayan kuruluşlardan bahsediyoruz. Kayıt dışı dediğimiz şey, bizim faturalaşmaya girmeyen ve hastaların kaydını tutmayan kuruluşlar. Diğeri de kötü işler yapan klinikler, acenteler, hastaneler diyebiliriz. Uluslararası sağlık hizmeti yetki belgesi yabancılar için olmazsa olmazdır. Burada Sağlık Bakanlığı tarafından hastanelere, kliniklere, acentelere verilen Uluslararası Sağlık Turizmi Belgesi, bir yabancının Türkiye’de tedavi olabilmesi için en temel şart. Bu kesin olmalı, buna kesin bakmaları lazım. Bunun dışında da kaliteyi de araştırmaları gerekir. Nasıl ki biz araç alacağımız zaman detaylı inceliyoruz. Vücudumuza yatırım yapacağımız zaman da çok detaylı araştırma yapmak gerekir diye düşünüyorum. Referanslarına bakılabilir, kullandığı malzemelere bakılabilir, ortamlarına bakılabilir. Hatta bazen kliniklerin yeri doğru mu, diye bakmalarında çok fayda var” şeklinde konuştu. “Merdiven altı kuruluşlar karalama kampanyalarını arttırıyor” Türkiye’de verilen hizmetin kaliteli olduğunu söyleyen Kutlu, “Kesinlikle, karalama kampanyaları açısında biz bir faul yapıyoruz ki, onlar da bunu alıp değerlendiriyorlar. Ekonomik şartlarda normal olarak hastalarını göndermek istemiyorlar, bunun için ellerinden geleni yapmaları gayet normal. Ama bunun karşısında kalite odaklı akreditasyonlarını tamamlayan denetim odaklı bir yapı sergilersek hem özel sektörde hem de kamuda bu anlamda bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum. Yurt dışındaki karalama kampanyalarını bakıyoruz, inceliyoruz ve şunu görüyoruz, karalama kampanyaların altında yazan çoğu yorumda aslında böyle değil, Türkiye aslında çok kaliteli bir hizmet veriyor. ’Eğer gidip ucuz hizmet aldıysanız bunu yaşamanız normal’ diye yabancı kişiler yabancı kişilere yazdığını görüyoruz. Dolayısıyla bizim altyapımız çok iyi, bu anlamda fiyat politikasına aldanıp da en düşük hizmeti almaya çalışan kişilerin bu tarz sıkıntılara maruz kalması dünyanın her yerinde olabilecek ve olacak hakikattir” şeklinde konuştu. Sağlık turizminde Türkiye büyük bir güce sahip olduğunu belirten Kutlu, “Türkiye bulunduğu coğrafyada yaklaşık 4 milyar insana hitap eden ve bu da yaklaşık 4 saatlik bir uçuş olan bir ülke. Aynı zamanda baktığımız zaman son 20 yılda çok ciddi bir altyapı yatırımı gerçekleştirmiş bir ülke, hastane kuruluşları son 20 yılda arttığı için ve bu altyapıda yetişen doktorların hekimlerin sayısının çok olması ve bunların 80 milyondan fazla nüfusa hizmet veriyor olması da deneyimi de artıran bir husus. Bunu turizm sektörü destinasyonu anlamında çok ciddi bir avantajı var. Biz bunları ciddi anlamda kullandık. Son 10 yılda saç ekiminde ciddi dünya liderliğine soyunduğumuz bir nokta var, bunu yakın zamanda diş tedavileri takip etmeye başladı. Yakın zamanda estetik işlemler de hızlandı, obezite cerrahisi, onkoloji vesaire derken aslında çok ciddi bir artış görüyoruz” diye konuştu.
21 Eylül 2024 Cumartesi - 14:57 Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu: "Tüm çocuklarımız eşit şekilde ilaçlara erişim sağlayabilmeli" Türkiye Çocuk Nörologları Nevşehir’in Avanos ilçesinde düzenlenen VII. Geleneksel Çocuk Nöromusküler Hastalıklar Kongresinde konuşan Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu, "Türkiye’de bulunan tüm çocukların eşit şekilde ilaçlara eşimi sağlanmalı. Bunun dışındaki bireysel çözümler eksik niteliktedir" dedi. VII. Nöromusküler Hastalıklar Kongresi Düzenleme Kurulu ve Nöromusküler Hastalıklar Araştırma Derneği tarafından düzenlenen ve Türkiye’den 126, İngiltere’den 1 misafir araştırıcının katıldığı kongrede, musküler distrofiler, spinal musküler atrofi, metabolik hastalıklar, nörogenetik hastalıklar, myopatiler, fizyoterapi prensipleri gibi konular ayrıntıları ile gözden geçirildi. Her yıl olduğu gibi moleküler tedaviler, yani gen ve ekzon tedavileri de uzun oturumlarda ele alındı. VII: Nöromusküler Hastalıklar Kongre Düzenleme Kurulu adına açıklamada bulunan Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu, "Uzun yıllardır çocukluk çağı nöromüsküler hastalıklarına gönül veren, her yeni tedaviyi heyecanla yakından takip eden ve güçlü bilimsel kanıtlar olduğunda onaylayan araştırıcıların ortak görüşü olarak önem verdiğimiz bir hususu paylaşmak isteriz: modern tedavi geliştiren ve güncel olarak bunun geçerliliğini öne süren tüm ilaç üreticilerini ellerindeki yayınlanmamış büyük veri, uzun süreli izlem ve ciddi tıbbi dergilerde yayınlanmış makalelerle ülkemizin sağlık idarelerine başvurmaya ve lisans almaya yönelik uğraş sürecine girmeye davet ediyoruz. Ancak bu şekilde tüm çocuklarımız eşit şekilde ilaçlara erişim sağlayabilecektir. Bunun dışındaki bireysel çözümler eksik niteliktedir" dedi. DMD aileleri derneği sözcüsü İlker Karcı da açıklamasında, "Sağlık Bakanlığının görevlendireceği Bilim Kurulu, DMD için geliştirilen tüm ilaç verilerini ayrıntılı bir şekilde incelemeli; etkili, güvenli tedavi seçeneklerini belirlemelidir. İlaç firmaları, sunacağı veriler ile objektif bir karar sürecinin işletilmesine imkan tanımalıdır. Bu tedaviler, yarar görecek tüm hastalara devlet güvencesi altında, zaman kaybetmeden sunulmalıdır. Yardım kampanyaları çözüm değildir. Bireysel yöntemlerle adil bir çözüme kavuşamayız" ifadelerini kullandı.
21 Eylül 2024 Cumartesi - 14:45 Erkeklere göre kadınlar daha çok Alzheimer hastalığına yakalanıyor Nöroloji uzmanı Doktor Turgay Dölek, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü kapsamında hastalıkla ilgili önemli bilgiler paylaştı. Uzman Dr. Dölek, 2050 yılında dünya genelinde 130 milyon kişinin Alzheimer hastası olmasının beklendiğini söyledi. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü nedeni ile İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine hastalık hakkında önemli açıklamalarda bulunan Şırnak Devlet Hastanesi doktorlarından Nöroloji Uzmanı Doktor Turgay Dölek, Alzheimer hastalığının genellikle 65 yaş ve üstü insanlarda görüldüğünü ve bu hastalığa kadınların erkeklere göre daha çok yakalandığını belirterek, 2050 yılında dünya genelinde 130 milyon insanın Alzheimer hastalığına yakalanmasının beklendiğini söyledi. Uzman Dr. Dölek, “Alzheimer hem hasta için hem de hasta yakınları için bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Demans (bunama) grubu içerisinde yüzde 70 oran ile en sık görülen hastalıktır Alzheimer hastalığı. Unutkanlık hastalığı demektir. Genellikle 65 yaşın üstündeki bireyleri etkiler. Beyinde hücrelerin ölümü ile seyreden bir hastalıktır. Kadınlarda erkeklerden biraz daha fazla görülür. Alzheimer hastalığı ülkemizde yaklaşık olarak 600 bin kişi de mevcuttur. Dünya üzerinde ise 47 milyon insanda Alzheimer hastalığı mevcuttur. 2050’li yıllara geldiğimizde bu sayının dünya genelinde 130 milyon ulaşması tahmin edilmektedir” dedi. Alzheimer hastalığına yakalanan insanların hastalığın ilerleyen döneminde günlük yaşamlarında desteğe ihtiyaç duyduklarını ifade eden Uzman Dr. Dölek, “Alzheimer hastalığı genellikle ileri yaş ile ilişkili bir hastalıktır. Hastalık üç evreden oluşur. Bu evrelerin de öncesindeki preklinik dönemde hastaların iç görüleri korunmuştur ve kendileri unutkanlıklarını fark ederek hekime müracaat edebilirler. Fakat hastalık ilerledikçe tabiri caizse unutkanlıklarını da unuttukları için yakınları veya aile bireyleri hastanın günlük yaşamı içerisinde bazı işleri yapmakta zorlandığını, davranışsal problemler yaşadığını fark ederek nöroloji hekimine muayene için getirirler. Tabii ki biz Alzheimer hastalığı tanısı koymadan önce unutkanlık yapan diğer sebepleri ayırt etmek için bazı testler yapmaktayız. Kan testi, beyin görüntülemeleri ve mental durum testleri, hastanemizde de psikologlar tarafından mini mental test uygulaması yapmaktayız. Daha sonrasında da hastalığın tanısını koyduktan sonra tedavisine, tedavi yaklaşımına geçmekteyiz. Burada en önemli husus Alzheimer hastalığının ve Alzheimer hastasına yaklaşımın hasta yakınları tarafından çok iyi özümsenmesi ve bu konuda da tıbbi profesyonellerin hasta yakınlarına eğitici ve bilgilendirici şekilde yaklaşmaları gerekmektedir” şeklinde konuştu.
21 Eylül 2024 Cumartesi - 13:48 Öğretmen sağlığı eğitim kalitesini etkiliyor 2024-2025 eğitim yılının başlamasıyla birlikte Siirt Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Selim Mamiş, öğretmenlere yönelik sağlık tavsiyelerinde bulunurken, öğretmen sağlığının eğitim kalitesini etkilediği söyledi. Siirt Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Selim Mamiş, yeni dönemin öğretmenlere ve öğrencilere başarı ve sağlık getirmesini dilerken, sağlıklı bir öğretmenin, öğrencilerine daha verimli eğitim sunabileceğine vurgu yaptı. Mamiş, özellikle öğretmenlerin sağlığının, eğitimin kalitesini doğrudan etkilediğini belirtti. Üst solunum yolu enfeksiyonları gibi sık karşılaşılan sağlık sorunlarına dikkat çeken Mamiş, okulların açılmasıyla kalabalık ortamlarda virüslerin hızla yayılabileceğini belirterek, sınıfların düzenli havalandırılması ve klimaların aşırı kullanımından kaçınılması gerektiğini söyledi. Öğretmenlerin ses sağlığına özen göstermeleri gerektiğine de değinen Mamiş, "2024-2025 eğitim öğretim yılının değerli öğretmenlerimize hayırlı olmasını, gençlerimize, çocuklarımıza ve minik yavrularımıza da başarılı olmasını temenni ediyorum. Tabii her şeyin başı sağlıktır. Öğretmenlerimizin gerek mesleki olarak ayakta uzun süreli kalmak ya da oturması gerektiği durumda da uzun süreli oturması sakıncalıdır. Üst solunum yolu enfeksiyonları açısından kalabalık ortama yeni öğrencilerin girmesi, farklı mikrobik ajanların aynı ortama girmesi gerek gençlerin gerek çocukların gerek diğer üniversite ortamındaki çalışanlar açısından büyük risk taşıyor. Haliyle sınıfların sıkça havalandırılması, çok sıcak tutulmaması ve çok ta serin olması için klimaların uzun süre açık kalmaması, oturacakları yerlerin klimanın tam karşısında olmamasına dikkat etmeleri, öğretmenlerimizin ders aralarında mümkün mertebe ılık suyu yudum yudum en az bir su bardağı içmelerini tavsiye ederiz. Ders anlatmak zorunda olan öğretmenlerimizin konuşmaya bağlı olarak ses tellerinde ödem dediğimiz şişkinliğin gelişmesi, ses tellerinde nodüllerin gelişmesi, benzer şekilde üst solunum yolu enfeksiyonları halsizlik, kırgınlık, eklem ağrıları, burun akıntısı ve hapşırık yapabilir. Öğretmenlerimiz uzun süreli ayakta da kalmasın, uzun sürelide oturmasınlar. Sürekli konuşmak yerine ders aralarında veya ders ortasında da zaman zaman öğrencilere hak vererek interaktif eğitim şeklinde o zamanın kendi lehine suskunluğa konulması sağlanmalıdır. Kahvaltılarını yapmalarına dikkat etmeleri, bel fıtığı olan öğretmenlerimizin ayakta uzun süre kalmaması gerektiği, ayakta uzun süre kalanlarda varis riskinin de arttığı varisleri olanlarında ayakta kalma süresi arttıkça varislerin daha da belirginleşip ilaçla değil, belki ameliyatla bile düzenlemeyecek düzeylere gelebileceğini unutmamak lazım’’ dedi.
Psikolog Canyurt, okulların açılmasının çocukların psikolojisi üzerindeki etkilerini anlattı
09 Eylül 2024 Pazartesi - 11:29 Psikolog Canyurt, okulların açılmasının çocukların psikolojisi üzerindeki etkilerini anlattı Acıbadem Eskişehir Hastanesi’nde görev yapan Uzm. Psk. Ege Canyurt, okulların açılmasının çocukların psikolojisi üzerindeki etkisinden bahsederek, "Okulların açılması genel anlamda bir belirsizlik durumudur. Bu büyük belirsizlik durumu hem okul çağındaki çocukları ve onlardan ötürü ebeveynleri etkisi altına alacaktır. Bu yeni belirsizlik ebeveynler için daha çok stres ve heyecan faktörü içerirken, öğrenciler için yeni bir macera, heyecan ve kaygı içerecektir" dedi. Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı ilk ve ortaöğretim kurumlarındaki milyonlarca öğrenci ve öğretmen 3 aylık yaz tatilinin ardından bugün tekrardan okullara döndü. İlk ders zilinin çalmasıyla hem çocuklar hem de veliler büyük heyecan yaşarken, Uzm. Psk. Ege Canyurt, okulların açılmasının çocukların psikolojisi üzerindeki etkilerinden bahsetti. İnsanların geçmişten bugüne kadar belirsizliklerden hep korktuklarına değinerek sözlerine bağlayan Canyurt, "Örneğin karanlık, ölüm gibi konseptler insan hayatında geçmişten günümüze kadar hep var olan belirsizliklerdir. Fakat hala modern dünyada belirsizlikler gündemdedir ve yaşımız kaç olursa olsun belirsizlik bizler için hala korkutucudur. Okulların açılması genel anlamda bir belirsizlik durumudur. Bu büyük belirsizlik durumu hem okul çağındaki çocukları ve onlardan ötürü ebeveynleri etkisi altına alacaktır. Bu yeni belirsizlik ebeveynler için daha çok stres ve heyecan faktörü içerirken, öğrenciler için yeni bir macera, heyecan ve kaygı içerecektir" şeklinde konuştu. "Zorunlulukları öğrenmeye çalışmak başka öğrencilerde kaygıya sebep olabilir" Belirsizliğin öğrencilerde kaygıya sebep olabildiğini söyleyen Canyurt, "Öncelikli olarak etkilerinden bahsetmeye başlayacaksak eğer her çocuğun bu tip durumlara farklı tepki verdiğinin altını çizmemiz gerekecek. Bunun sebebi hayatla nasıl baş etmeyi hepimizin farklı bir şekilde öğrenmesi ve buna göre tepkiler vermesidir. Bir diğer sebebi ise hepimizin eşsiz bir mizaca sahip olmasıdır. Bu 2 durum bizi diğerlerinden farklı kılarak eşsiz yapar. Bu farklılık ise hepimizin olaylara farklı tepki vermesini sağlayacaktır. Bazı öğrenciler için okul yeni bir keşif alanı oluşturur. Yeni bir yer, yeni bir sınıf, yeni öğrenilecek bilgiler vardır ve bu pozitif durumlar içinde anda kalabilirler. Diğer bir yandan belirsizliğin verdiği yeni bir ortamı tanımlamak ya da zorunlulukları öğrenmeye çalışmak başka öğrencilerde kaygıya sebep olabilir" ifadelerini kullandı. "Bu ani geçişte adaptasyon sorunları meydana gelebilir" Diğer değinilecek konunun ise uzun süren konfor alanını terk etmek olduğunu belirten Uzm. Psk. Ege Canyurt, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Öğrenciler uzun bir yaz tatilinden çıkacaklardır ve bu yaz tatilinde herhangi ağır bir sorumluluk, baskı ya da belirsizlik yok. Bu durum çocuklar için bir konfor alanı. Çünkü onlar için belirsiz ya da tehlikeli bir stres kaynağı mevcut değildir. Bu konfor alanın yeni bir yaşam düzenine geçmek onları zorlayacaktır. Çünkü yeni konsepte sorumluluklar ve belirsizliklerle beraber gelen stres kaynağı mevcut olacaktır. Bu ani geçişte adaptasyon sorunları meydana gelebilir. Çünkü her değişim bizler için biraz acı demektir. Önemli olan konulardan bir tanesi de sosyalliktir. Okul ortamı sosyalliğin çok fazla ön plana çıktığı bir alandır. Çünkü büyük bir alanda kendi akranlarının olduğu birçok kişi olacaktır. Bunun dışında otorite figürünü temsil eden öğretmenler ve idari kadro olacaktır. Bu konseptlerle olan ilişkiler çocuklarda geçmiş deneyimlerinden kaynaklı stres oluşturabilmektedir. Bunun yanı sıra sağlıklı bir sosyalleşme becerisi kazanmış bir çocuk genel anlamlar bu yeni bağ kurmalarda çok az zorlanacaktır. Bunların yanı sıra öğrencilerin bir kişi ile bağ kurması ve iletişim becerileri gibi sosyalleşme becerilerini geliştirebilmesi adına okul harika bir fırsattır." "Çocuklar yeni belirsizlikle baş ederken güven duygusunu besleyebilecek konsept onlar için ailedir" Son olarak aile faktöründe de bahseden Canyurt, sözlerinin devamında, "Bu yeni düzende ailenin konumu çocuk için çok önemli bir durum. Çünkü çocuklar yeni belirsizlikle baş ederken güven duygusunu besleyebilecek konsept onlar için ailedir. Çocuğun yeni bir ortamla baş etmesi, zorunlukların üstesinden gelmesi gibi durumlarda ailenin tepkisi ve desteği çok önemli bir rol oynar. Aynı zamanda akademik anlamdaki ailenin tutumu ve bunu çocuklara nasıl yansıttığı da önemlidir. Çünkü aile çocuğun üzerindeki duygusal anlamda yükü alıp onu hafifletebilir aynı zamanda ona duygusal anlamda yükte yükleyebilir. Bu tamamen ailenin yapısıyla alakalı bir durumdur. Bütün bu güçlü etki eden faktörleri özetleyecek olursak eğer; çocukların okula uyumunda mizacı, geçmiş deneyimleri, aile faktörü, sosyal yapı çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu süreci genel anlamda bir gelişim evresi olarak görmek gerekir. Okuldan sadece ders anlamında değil genel olarak çocukların neler öğrenmesi gerektiğini tespit etmek, bunu öğrenmesinde aile ve öğretmenler olarak onlara destek sağlamak gerekir. Çünkü okulda öğrendikleri bu genel hayat deneyimini yaşantılarının ileriki yıllarında da kullanacaklardır. Bu yüzden en sağlıklı olanı onlara öğretmek bu durumdan kimler sorumluysa onların görevidir" dedi.
Beslenme çantasında neler olmamalı? Uzmanı açıkladı
09 Eylül 2024 Pazartesi - 11:25 Beslenme çantasında neler olmamalı? Uzmanı açıkladı Diyetisyen Cansu Arslan beslenme çantaları hazırlanırken dikkat edilmesi gereken noktaları vurguladı. Sivas Medicana Hastanesi’nde görevli Diyetisyen Cansu Arslan, yeni başlayan eğitim - öğretim hayatında öğrencilerin beslenme çantasında neler olup olmaması gerektiğine dair açıklamalarda bulundu. Gün boyunca aktif olan, ders dinleyen, koşan, yorulan çocuklar için beslenme saatinin ve su içmenin önemini vurgulayan Arslan, “Çocukların evde kahvaltı alışkanlığının olması son derece önemlidir. Kahvaltının okul başarısındaki yeri çalışmalarla desteklenmiştir. Ara öğün olarak değerlendirdiğimiz beslenme saatinde ev yapımı kek, süt, elma ya da simit, beyaz peynir, domates-salatalık dilimleri iyi birer beslenme tercihi olarak örnek verilebilir. Hazırladığınız besinlerin miktarını iyi ayarlanmalı, artmayacak şekilde olmasına özen gösterilmelidir” dedi. “Çocukluk çağı obezitesiyle okulda da mücadele edelim” Beslenme listesinde yer alan yiyecekler dışında çantada; sucuk, salam, sosis, döner, kızartma gibi kokulu besinler ile cips, gofret gibi paketli ürünler olmaması gerektiğini belirten Arslan, “Mevsim meyvelerini soyulmuş ve kesilmiş olarak beslenmeye koyalım. Herkesin evinde olabilecek meyveler olması konusunda hassas davranalım. Hazır meyve suyu almayalım. Onun yerine evde sıkıp koyalım ya da süt, ayran tercih edelim. Hiçbir şey olmazsa meyvenin kendisini ekleyelim. İsteğe bağlı az miktarda kabuksuz kuruyemiş de ilave edebiliriz. Çağımızın sorunu çocukluk çağı obezitesiyle okulda da mücadele etmeye devam edelim. Obeziteye neden olabilecek yüksek şekerli, tuzlu paketli ürünlere, asitli içeceklere çocukların mesafeli kalması gerektiğini bu yaşlarda aktarabilmeliyiz. Tüm bu ilkelere bağlı kalarak sağlıklı, okul başarısı yüksek, yeterli ve dengeli beslenen bir nesil yetiştirmeyi hedeflemeliyiz” diye konuştu. “Su, büyüme-gelişme aktiviteleri için gerekli” Suyun yeri dolmaz hayati bir sıvı olduğunu vurgulayan Arslan, “Dolaşım ve sindirim sistemlerinin çalışmasında etkin olduğu gibi vücudumuzdan atıkların uzaklaştırılmasını da sağlar. Derslerde odaklanmayı artırır. Büyüme-gelişme aktiviteleri için gereklidir. Bu bakış açısıyla ’Su hayattır’ kavramı doğrudur. Bununla birlikte temizlik de okul hayatında son derece önemlidir. Beslenme çantasının temizliği günlük yapılmalıdır. Beslenme çantasında mutlaka örtü ve ıslak mendil bulunmalıdır. Gerektiğinde çatal eklenebilir ancak bıçak gibi kesici malzemeler kesinlikle bulundurulmamalıdır” dedi.
Ruh sağlığı farkındalığı ile intihar önlenebilir
09 Eylül 2024 Pazartesi - 10:45 Ruh sağlığı farkındalığı ile intihar önlenebilir Dünyada son 50 yılda intihar hızının yüzde 60 oranında artış gösterdiğini belirten Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, dünya çapında önlenebilir ölümlerin en sık nedenleri arasında yer alan intiharın önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi. İntihar edenlerin çoğunda yüzde 65-95 oranında ruhsal hastalık bulunduğunu belirten Ensari, iyi bir gözlem ve vaktinde erken tanı ve düzenli tedavi ile intiharın önlenebildiğini vurguladı. Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Ensari, 10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada bazı tedbirlerle intihar vakalarının önlenmesinin mümkün olabileceğini söyledi. Önlenebilir ölümlerin en sık nedenlerinden biri İntihar ile ilgili farkındalık sağlanması ve bilinçlendirmenin önemini vurgulayan Prof. Dr. Hülya Ensari, “İntihar dünya çapında önlenebilir ölümlerin en sık nedenleri arasında yer alan önemli bir halk sağlığı sorunudur. İntihar girişimleri tamamlanmış intiharların 20 katı olup; yakınları intihar girişiminde bulunan veya intihar sonucu ölen bireylerin üzerindeki duygusal etki yıllarca sürebilmektedir. İntihar ile ilgili farkındalık sağlanması ve bilinçlendirme, intiharın önlemesinde uygulanması gereken en temel konulardır” diye konuştu. Dünyada intihar hızı artıyor Dünyada son 50 yılda intihar hızının yüzde 60 oranında artış gösterdiğini ifade eden Prof. Dr. Hülya Ensari, “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her dakikada bir kişinin, yılda yaklaşık bir milyon insanın intihar sonucu yaşamını yitirdiği; her 3 saniyede bir intihar girişiminin olduğu tahmin edilmektedir. İntihar, tüm nüfusta ölümün ilk 10 nedenlerinden biri olup, 15-24 yaş arası gençlerde ilk 3 ölüm nedeninden biridir. Tüm dünyada intihar hızları, son 50 yılda yüzde 60 artmıştır” dedi. İntihar önlenebilir bir davranıştır İntiharın önlenmesinin mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Hülya Ensari, “İntihar davranışının da önceden fark edilebilir ve müdahale edilebilir belirli risk etmenleri vardır. Dolayısı ile iyi bir gözlem ve vaktinde erken tanı ve düzenli tedavi ile intihar önlenebilir bir davranıştır” dedi. Hastalıkların alevlenme dönemlerinde risk yüksek İntihar edenlerin çoğunda yüzde 65-95 oranında ruhsal hastalık olduğunu kaydeden Prof. Dr. Hülya Ensari, “Hastalıkların alevlenme dönemlerinde, hastaneden taburcu olduktan kısa bir süre sonra intihar riski yüksektir. İntiharla ilişkilendirilen ruhsal hastalıkların başında depresyon, alkol madde bağımlılığı, şizofreni ve kişilik bozuklukları gelir. Dolayısıyla ruhsal hastalıkların veya alkol madde kullanım bozukluklarının erken fark edilmesi, sağlık hizmetlerine yönlendirilmesi ve tedavilerinin düzenli sağlanması ile intihar önlenebilir” diye konuştu. İntihar düşüncesinin net ifade edilmesine dikkat İntihar davranışının önemli risklerinden birinin de intihar düşüncesinin net ifade edilmesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Hülya Ensari, “İntihar niyetinin açık net ifade edilmesi, intihar planı yapılması, silahlara veya diğer intihar araçlarına erişimin olması intihar riskinin yüksek olduğunu gösterir ve bu durumların tespiti halinde mutlaka ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına başvuru gerekir. İntihar düşüncesinin net olduğu ancak tedavi reddi olan durumlarda zorunlu tedavi kararı ile sulh hukuk mahkemesine başvurularak intihar riski olan bireyin ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına zorunlu tedavi için sevki sağlanabilmektedir” açıklaması yaptı. Erkeklerde tamamlanmış intihar oranı yüksek İntiharların en sık gençlerde ve ileri yaşlarda görüldüğünü belirten Prof. Dr. Hülya Ensari, “Kadınların intihar girişiminde bulunması, erkeklere göre 2-3 kat daha sık iken, erkeklerde tamamlanmış intihar oranı daha yüksektir. İntiharlar en sık 15-24 yaş arası gençlerde ve 75 yaş üstü yaşlılarda daha sıktır” dedi. Evlilere göre intihar ihtimali yüksek Psikososyal nedenler arasında birçok stres etkeni ile intiharın tetiklenebileceğini kaydeden Prof. Dr. Hülya Ensari, “Ölüm, boşanma, ayrılık, iş kaybı, kronik hastalıklar, kronik ağrı, yasal sorunlar, kişilerarası sorunlar intiharı tetikleyen önemli yaşam olayları arasındadır. Boşanmış veya ayrılmış kişilerde evli olanlara göre intihar girişimi ihtimali 2-5 kat fazladır” şeklinde konuştu. Ruhsal hastalıkların düzenli takibi çok önemli Ruhsal hastalıkların takibinin intiharları önlemede önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hülya Ensari, şu uyarılarda bulundu: “İntihar davranışına sıklıkla ‘depresyon’ denilen, toplumda sıkça görülen ruhsal hastalığın eşlik etmesi, ancak depresyonun zamanında tedavi edilmemesi sonucu depresyon belirtilerinin ağırlaşması sonucu intihar düşünceleri de tabloya eklenmektedir. Yine alkol madde kullanım bozukluklarına, şizofreni veya kişilik bozukluklarına da sıklıkla depresyon eşlik ettiği için tedavi edilmediği takdirde bu tablolar da ağırlaşmakta ve intihar düşüncesini takiben intihar davranışı da görülebilmektedir. Dolayısıyla depresyon, alkol madde bağımlılığı, şizofreni gibi tüm ruhsal hastalıklar bugün düzenli takip ve tedavi ile iyileşebilmektedir yani intihar önlenebilir bir durumdur. Yeter ki çevremizdeki risk etkenlerine, ruhsal hastalıklara, alkol madde kötüye kullanımına, kişide intihar düşüncesinin var olup olmadığına, daha önce intihar girişimi olup olmadığına, ailede intihar girişimi olup olmadığına karşı dikkatli olalım. Fark ettiğimiz riskli kişileri gecikmeden ruh sağlığı uzmanına yönlendirelim.” Prof. Dr. Hülya Ensari, intihar düşüncesinin tespit edildiği andan itibaren ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından yapılacak psikiyatrik değerlendirme sonrasında altta yatan ruhsal hastalığın tespiti halinde düzenli takip ve tedaviye başlanacağını belirterek gerekirse yatarak tedavi önerilebildiğini söyledi. İntihar araçlarına erişim kısıtlanmalı İntiharı önleme stratejisi olarak ateşli silah, pestisitler, toksik maddeler gibi intihar araçlarına da erişimin kısıtlanması gerektiğini belirten Ensari, “İntihar davranışının önlenmesinde en önemli iki yoldan birincisi, ruhsal hastalıkların ve madde kötüye kullanımı olan bireylerin sağlık hizmetlerinden yararlanmasının sağlanması, ikicisi intihar etme araçlarına erişimin kontrolünün sağlanmasıdır” dedi. Toplum ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda bilinçlendirilmeli İntiharın önlenmesine yönelik olarak tüm toplumun ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda bilinçlendirilmesinin önemini vurgulayan Ensari, sözlerini şöyle tamamladı: “En az beden sağlığı kadar ruh sağlığının da önemsenmesi gerekmektedir. Unutmayalım ki ruh sağlığı olmadan sağlıktan söz edilemez ve yine unutmayalım ki ruhsal hastalıklar da tedavi edilebilir. Yapılması gerekenler, ruhsal hastalıkların ana belirtilerinin farkında olmak, ruh sağlığı hizmetlerine erişim yollarını bilmek, ruhsal hastalıkların tespiti halinde başlanan tedaviyi düzenli uygulamak ve takiplerin aksatılmamasıdır.”
Evde sağlıklı salça yapmak için bu kurallara uyun
09 Eylül 2024 Pazartesi - 10:21 Evde sağlıklı salça yapmak için bu kurallara uyun Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Betül Merd’de, sağlıklı ev salçası yapmanın ve saklamanın şartları hakkında bilgiler vererek, “Salça zengin tadı nedeniyle mutfaklarda kullanılan çok yönlü bir malzemedir” dedi. Evde yapılan salçanın faydası çok Salçanın, tüm dünyada kullanılan ve yemekleri tatlandıran önemli bir besin kaynağı olduğunu dile getiren Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Betül Merd, “Zengin tadı nedeniyle mutfaklarda kullanılan çok yönlü bir malzemedir. Marketlerde satılan raf ömrü uzun konserve salçaları tüketmek mantıklı gibi görünse de evde sterilizasyon kurallarına uygun olarak yapılan salça daha sağlıklıdır. Ev yapımı salça sadece lezzetiyle değil aynı zamanda sayısız faydasıyla da ön plana çıkmaktadır. Domates ve biber, A ve C vitaminleri ile mineraller açısından zengindir. Salça, serbest radikallerle savaşan antioksidanlar içermektedir. Salçanın lif içeriği sindirim sistemini destekler. Özellikle domates, A, C ve E vitaminlerinin yanı sıra potasyum gibi mineraller ve likopen gibi antioksidanlar açısından da zengin bir kaynaktır. Yapılan araştırmalarda domatesin kalp sağlığını koruduğu, belirli kanser türlerinin riskinin azaltılmasında etkili olduğu ve bağışıklığı artırdığı belirlenmiştir” ifadelerini kullandı. Salça yemeklere renk ve lezzet katar Salçanın, yüzyıllardır yaz aylarında yetişen domates veya kırmızı biberin çeşitli işlemlerden geçirilmesiyle üretildiğini aktaran Merd, “Salça, saklama şartlarına uyulduğunda Türk mutfağının vazgeçilmezidir. Yemeklere renk ve lezzet katan salça, domates ya da kırmızı biberden üretilir. Domates salçası, Anadolu’da daha yaygın olarak üretilen ve tüketilen bir salça türüdür. Çekirdeklerinden ve kabuğundan ayrıştırılarak elde edilen domates püresi, kaynatma ya da güneşte bekletme gibi yöntemlerle salça haline getirilmektedir. Kırmızı biber salçası, sapları ve çekirdekleri çıkarılan kırmızı biberlerin ezilip tuzlandıktan sonra güneş altında kurutulmasıyla üretilir. Yapımında kullanılan acı veya tatlı biber, salçanın tadını belirler” dedi. Doğru saklama kurallarına uyulmalı Salçanın oksijene maruz kaldığında hızla bozularak renk, tat ve dokuda değişikliklere neden olabildiğini belirten Merd, “Zehirli gıdaların tüketimi hayati tehlike oluşturduğundan salçanın doğru muhafazası önemlidir. Zehirlenmenin olmaması için etkili yöntemlerin kullanılması gerekir. Doğru ambalaj, antioksidanlar ve ışıktan koruma yöntemleri salçanın bozulmasını önlemenin en iyi yoludur. Ev yapımı salçanın uzun ömürlü ve kaliteli olması için kavanozlara koyup saklanması gerekir. Etkili depolama şartları, ışığa maruz kalma, sıcaklık dalgalanmaları ve havaya maruz kalma gibi faktörlerin etkisi azaltabildiğinde salçanın da ömrü uzayacaktır” diye konuştu. Salçanın camdan kavanozlara konulması ve kapaklarının hava geçirmez olması gerektiğini söyleyen Merd, “Domates salçasının pH seviyesi ve stabilitesi, raf ömrü üzerinde önemli bir rol oynar. Domatesler doğal olarak asidiktir ve salçanın pH’ı, bozulmaya karşı duyarlılığını etkileyebilmektedir. Ayrıca katkı maddeleri ve antioksidanların eklenmesi oksidasyonun kontrol altına alınmasına ve domates salçasının kalitesinin korunmasına yardımcı olmaktadır. Salça için doğru kaplar seçilmelidir. Kavanozlar camdan ve kapakları da hava geçirmez olmalıdır. Doğru kaplar, lezzeti koruyacak ve istenmeyen kimyasalların salçayı etkilemesini önleyecektir. Kavanozları kullanmadan önce düzgün bir şekilde sterilize edildiğinden emin olunmalıdır. Kavanozlar birkaç dakika sıcak suda kaynatılmalı veya bulaşık makinesinde deterjan konulmadan yüksek ısıda yıkanmalıdır. Kavanozların kapaklarının sıkı bir şekilde kapatıldığından emin olunmalıdır. Halkalı metal kapaklar kullanıyorsa, sıkıca kapatılmalıdır. Plastik kapaklar kullanılıyorsa kapakların güvenli bir şekilde oturduğundan emin olunmalıdır. Kavanozlama ve kapatma işlemi tamamlandıktan sonra salça, kiler veya dolap gibi serin ve karanlık bir yerde saklanmakladır. Isı dalgalanmalarının olmadığı ve doğrudan güneş ışığının girmediği alanlar seçilmelidir” şeklinde konuştu. Salça yapımı hakkında bilgilerde veren Betül Merd, sözlerini şu şekilde devam etti: “Evde yapılan domates ve biber salçası düzgün bir şekilde saklandığında bir yıla kadar güvenle tüketilebilirken, en iyi lezzeti elde etmek için 6-8 ay içinde tüketmek idealdir. Tüketilmeden önce her zaman bozulma belirtileri olup olmadığı da kesinlikle kontrol edilmelidir. Salça yapımı, birkaç basit adımı içermektedir. Sebzeleri hazırlama: Domates ve biberler iyice yıkandıktan sonra temiz bir bıçakla doğranır. Ezme ve süzme: Pişirilen sebzeler bir blender veya el mikseri ile ezilir. Elde edilen karışım süzülerek pürüzsüz bir kıvam elde edilir. Pişirme: Miktarına göre domates ve biberler, metal bir kapta uzun süre pişirilir. Bu aşamada tuz eklenir. Kavonozlama: Salça sıcakken sterilize edilmiş kavanozlara dökülür ve kapakları sıkıca kapatılır.”
Kızılay’dan kan bağışı çağrısı
09 Eylül 2024 Pazartesi - 10:16 Kızılay’dan kan bağışı çağrısı Türk Kızılayı Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Saygılı, kan stoklarının normal seviyede olduğunu ancak her zaman kana ihtiyaç olduğuna dikkat çekip, vatandaşları bağışa çağırdı. Türkiye’de kan bağışı konusundaki tek adres olan Kızılay’da geçtiğimiz aylarda kritik seviyenin altına inen kan stokları, kan bağışı çağrılarının ardından toparlanmaya başladı. Vatandaşlar 81 ildeki 300 kan bağışı noktasından istedikleri zaman kan bağışlayabiliyor. “Kan bağışında ucu ucuna gidiyoruz” Türk Kızılayı Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Saygılı, İhlas Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, kanın sürekli bir ihtiyaç olduğunu anlatarak, “Her 3 ayda bir 18-65 yaş arasındaki vatandaşlarımız Kızılay’a gelip bağış yapmalı. Türkiye’deki hastanelerde ameliyat olurken ve kanamalı bir kaza geçirdiğinde vatandaşlarımızın kana ihtiyacı oluyor. Kan bağışında ucu ucuna gidiyoruz. Yazı bitirdiğimiz bu günlerde stoklarımız normal gidiyor ama devamlı dolu tutmamız gerekiyor. Acil kan anonsları yapmaktansa 85 milyon kıymetli ailemizi bağışa davet ediyoruz” ifadelerini kullandı. “Şu an stoklarımız normal durumda” Kızılay’ın kan stoklarının normal seviyede tutulması gerektiğini anlatan Saygılı, “Biz Kızılay olarak Türkiye’nin 300 noktasında kan bağışı alıyoruz. Bin 176 hastaneye 7 gün 24 saat esasına göre büyük bir lojistik operasyon gerçekleştiriyoruz. Herkes düzenli bir şekilde Kızılay’a gelerek her 3 ayda bir kan vererek bu stokları normal seviyede tutmaya davet ediyorum. Şuan stoklarımız normal durumda ve gelen bütün talepleri karşılıyoruz” diye konuştu. “Herkes düzenli kan bağışı yapmalı” Kan bağışı yapan Erhan Kömür isimli vatandaş, “Herkesin kan vermesini isterim. Ben vatandaşlık görevini yerine getiriyorum. Düzenli kan bağışı yapmaya çalışıyorum. Her 3 ayda bir olmasa bile aralıklarla bağışta bulunuyorum” dedi.
Manisa’da sağlık çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor
09 Eylül 2024 Pazartesi - 10:15 Manisa’da sağlık çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor Manisa İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Erol Karaca 3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası sebebiyle Manisa’da yapılan halk sağlığı çalışmaları hakkında açıklamalarda bulundu. İldeki sağlık çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiğini belirten Karaca, ücretsiz sağlık hizmetlerinden tüm vatandaşların yararlanması çağrısında bulundu. Türkiye’de 2001 yılından başlayarak, her yıl 3-9 Eylül tarihleri arası Halk Sağlığı Haftası olarak kutlandığını kaydeden Manisa İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Erol Karaca, haftanın kutlanmasındaki amacın halk sağlığı ve koruyucu sağlık hizmetlerinin önemine ve yapılan çalışmalara dikkat çekerek farkındalık oluşturmak, halk sağlığının hastalıkları önlemeyi, yaşamı uzatmayı ve sağlığı geliştirmeyi amaç edindiğine vurgu yaptı. Çocuklara yönelik 13 ayrı aşı uygulanıyor İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Erol Karaca Manisa özelinde yapılan halk sağlığı çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: "Ülkemizde, Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çocukluk döneminde 13 hastalığa karşı aşı uygulanmaktadır. Aşı takviminde belirtilen dozların zamanında ve tam olarak uygulanması, çocukları bu hastalıklardan ve bu hastalıklara bağlı olarak gelişebilecek sakatlık ve ölümlerden korumaktadır. İlimizdeki bütün sağlık kuruluşlarında 2023 yılında 655 bin 532 doz, 2024 yılı ilk 8 ayda ise 441 bin 146 doz aşı ücretsiz olarak uygulandı." Manisa’da 700 bine yakın vatandaşa kanser taraması Halk sağlığının önemli adımlarından birinin kanser taramaları olduğuna dikkat çeken Karaca, Manisa’da kanser tarama programının başladığı 2015 yılından bugüne 122 bin 895 kişiye meme kanseri taraması, 222 bin 814 kişiye serviks kanseri taraması ve 425 bin 188 kişiye kolorektal kanser taraması yapıldığını ve çalışmaların devam ettiğine dikkat çekti. Karaca, "Vatandaşların ücretsiz yararlanabileceği hizmetleri, aile hekimleri ile görüşerek en kısa zamanda yaptırmalarını sağlıklarına yapacakları en büyük yatırım olarak görüyorum." dedi. Manisa’da 185 aile sağlığı merkezi var Manisa genelinde 185 aile sağlığı merkezi ve bu aile sağlığı merkezlerinin bünyesinde 492 aile hekimliği birimi bulunduğunu vurgulayan İl Sağlık Müdürü Karaca, her birimde yaklaşık 3 bin hastaya sağlık hizmeti verildiğini ulaşımın zor olduğu 754 köy ve mahallede ise aile hekimleri tarafından belli günlerde gezici sağlık hizmeti sunulduğunu ifade etti. Karaca ayrıca, Huzurevi, cezaevi ve Çocuk Koruma İlk Müdahale ve Değerlendirme Birimleri gibi toplu yaşanılan 13 kuruma yerinde sağlık hizmeti verildiğini açıkladı. Ayrıca Manisa’da Akhisar, Alaşehir, Turgutlu ve Şehzadeler olmak üzere 4 ilçede Sağlıklı Yaşam Merkezi bulunduğunu ifade eden Karaca, 2024 yılının ilk 7 ayında çocuk gelişimci, diyetisyen, fizyoterapist, psikolog ve sosyal çalışmacı tarafından 29 bin 133 kişiye danışmanlık hizmeti verildiğini belirtti. Bu yıl Halk Sağlığı Haftasının ana temasının bakanlık tarafından “Sağlığını erteleme, harekete geç” olarak belirlendiğini kaydeden Karaca, “Aşının gücüne inan, aşılan”, “Farkında ol taramanı yaptır kanseri engelle”, “Emzirmek annenin, anne sütü bebeğin sigortasıdır”, “Ekranı değil, hayatı yaşa”, “Her adımında aile hekimin yanında”, “Alışkanlıklarımızı değiştiriyoruz, sağlıklı besleniyoruz” sloganlarıyla çeşitli etkinlikler düzenlendiğini de sözlerine ekledi.
Felçli geldiği hastaneden yürüyerek çıktı
09 Eylül 2024 Pazartesi - 09:54 Felçli geldiği hastaneden yürüyerek çıktı Gaziantep’te beline demir düşmesi sonucu ağır yaralanan 18 yaşındaki hasta, felçli geldiği hastaneden yürüyerek çıktı. Gaziantep’te yaşayan 18 yaşındaki Mecit Mustafa, 2 ay önce katıldığı fuarda beline demir düşmesi sonucu ağır yaralandı. Arkadaşları tarafından Gaziantep Özel Anka Hastanesi’ne getirilen Mustafa, Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Opr. Dr. Abdurrahman Özdemir tarafından muayene edildi. Hastanın çekilen röntgen filminde belinde kırık tespit edilince hemen ameliyata alındı. Başarılı geçen ameliyatın ardından sağlığına kavuşan Mecit Mustafa, “Hastaneye nasıl getirildiğimi bile hatırlamıyorum. Belimde demir düşmesi sonucu inanılmaz bir ağrı vardı. Ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Bundan sonra yürüyemeyeceğimi düşünüyordum. Çok şükür, şu an ayaktayım, yürüyebiliyorum ve ağrılarım dindi. Beni iyileştiren doktoruma ve sağlık personellerine ilgileri için çok teşekkür ederim” dedi. “Erken müdahale önemli” Başarılı geçen operasyonla ilgili bilgi veren Opr. Dr. Abdurrahman Özdemir, “Hastamız bize geldiğinde belinde ağrı her iki ayağında felçlik vardı. Ayaklarını hareket ettiremiyordu. Hastanın çekilen filmlerinde bel kemiğinde patlama şeklinde kırık ve omuriliğe bası mevcuttu. Acilen ameliyata aldık. Kırılan bölgeye ait kemik basılarının yükünü omurilik üzerinden kaldırdık ve bölgeyi rahatlattık. Hastanın beline 8 adet platin taktık. Stabil olmayan bölgeyi, stabil hale getirip vidalarla sabitledik. İlerleyen süreçte omur üzerinde bası kalkınca ayaklarında hareketlenmeler başladı. İki ayın sonunda hastamız yürür pozisyona geldi. Şu an hastamız ayaklarının üzerinde durabiliyor ve rahat yürüyebiliyor. Hastamızın fizik tedavi süreci devam ediyor. Hastanın bundan sonraki süreçte daha iyi olacağını söyleyebilirim” şeklinde konuştu. Bu gibi durumlarda acil müdahalenin ve doğru operasyonun çok önemli olduğunu söyleyen Dr. Özdemir, “Böyle bir olayla karşılaşıldığında hemen müdahale edilmeli. Çünkü bası ve omurilikte zedelenme arttıkça kalıcı felçlik durumu gelişebilir. Umarız kimse böyle bir durumla karşılaşmaz” diye konuştu.
Yağlı ve et ağırlıklı beslenen kişilerde prostat kanseri tehlikesi daha yüksek
09 Eylül 2024 Pazartesi - 09:42 Yağlı ve et ağırlıklı beslenen kişilerde prostat kanseri tehlikesi daha yüksek Eskiden 80’li yaşlarda görülen prostatın artık 40’lı yaşlara kadar indiğini belirten Prof. Dr. Bülent Oktay, erkeklerin sadece bir damla kan vererek prostat kanseri olup olmadıklarını öğrenebileceklerini söyledi. Eylül ayının prostat kanseri farkındalık ayı olduğunu vurgulayan Acıbadem Bursa Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Oktay, prostat kanserinin önceki dönemlerde 80’li yaşlardan itibaren görüldüğünü ama bu yaşın artık 40’lı yaşlara kadar düştüğünü belirtti. Bu yüzden erkeklerin prostat kanseri konusunda daha bilinçli ve dikkatli olması gerektiğini ifade eden Oktay, şunları söyledi: "Prostat, yer olarak derinde bir yapı. Doktorlar muayenede ancak makattan muayene ile ulaşabiliyor. Dolayısıyla kişinin kendi kendini muayene ederek anlaması mümkün değil. Ancak Prostat Spesifik Antijen (PSA) denilen tarama testi, kanserin erken tespit etme imkan veriyor. Basit bir testtir. Hastadan kan alınır ve incelenir. Yani prostat kanseri olduğunuzu bir damla kan vererek öğrenebilirsiniz. 40 yaşlarından sonra yılda bir kez PSA testi yaptırmalarını öneriyorum. Böylece erken teşhis olabilir ve erken teşhis ile tedavi başarısı artar." Prostat kanserinin genetik yatkınlıkla da ilişkisi olduğunu belirten Prof. Dr. Oktay, ailesinde birinci derece yakınlarında prostat kanseri varsa, bu kişilerin daha erken zamanda bir üroloji uzmanına başvurmaları ve takiplerini ihmal etmemeleri gerektiğini söyledi. Prostat kanserinde beslenmenin önemine değinen Prof. Dr. Bülent Oktay, "Prostat kanserinin beslenmeyle kısmi ilgisi var. Prostat kanseri hastalarının yaşamına bakıldığında bazı ortak noktalar olduğunu görüyoruz. Öncelikle sigara tüketimleri var. Ayrıca karbonize dediğimiz aşırı kızartılmış ve yanmış yiyeceklerle beslenmeyi seviyorlar. Yağ oranı yüksek ve et ağırlıklı besinleri tercih ediyorlar. Oysa bu beslenme tarzı, birçok hastalık gibi, prostat kanseri riskini de artıyor" dedi. Sebze ağırlıklı beslenmenin prostat kanserinden koruduğuna belirten Oktay, "Kanserden korunma yöntemlerinin birçoğunda olduğu gibi burada da dengeli beslenme ve sebze ağırlıklı tüketim gerekiyor. Tabi ki vücudun ete ihtiyacı var. Özellikle kan yapımı ve kas gücü için et yiyeceğiz. Ama her gün değil. Prostat kanserinden korunmak için ayrıca brokoli başta olmak üzere, kabak çekirdeği tüketilmelidir. Ancak bunların az miktarda yıllarca tüketilmesi lazım. Yani bir ay kür yapıp, kabak çekirdeği ve brokoli yiyerek korunmaya çalışmak çok doğru değil. Sağlıklı beslenme bir hayat tarzı olmalı" diye konuştu.
Düzce’de sağlıkta çalışan sayısı 5 bin 417’e ulaştı
08 Eylül 2024 Pazar - 21:00 Düzce’de sağlıkta çalışan sayısı 5 bin 417’e ulaştı AK Parti Düzce il Başkanı Hasan Şengüloğlu, Düzce’de 6 yılda sağlıkta çalışan sayısının 5 bin 417’e ulaştığını söyledi. Sağlıkta 2018-2024 yıllarını değerlendiren AK Parti Düzce il Başkanı Hasan Şengüloğlu, uzman hekim atamalarındaki artışlara dikkat çekerek, sağlık ordusunun güçlendiğini vurguladı. Şengüloğlu Düzce’de Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarda görev yapan sağlık neferlerinin gücüne güç kattığını söyleyerek ‘’Düzce’nin sağlık ordusu iş başında ‘’ dedi. Uzman hekim sayısı 233’e ulaştı İl Başkanı Şengüloğlu, Düzce’de son 6 yılda uzman hekim sayısının 140’dan 233’e ulaştığını söyledi. Uzman hekim sayısının yıllara göre yükselişini aktaran Şengüloğlu ‘’Uzman hekim sayımız her yıl artmaya devam ediyor. 2018’de uzman hekim sayısı 140 iken 2019’da 169, 2020’de ise 190 oldu. 2021’de 199 uzman hekim görev yaparken 2022’de sayı 204’e ulaştı. 2023’de 219 ‘a yükselen uzman hekim kadrosu 2024 yılında ise 233 yükseldi. Hastalara şifa, dertlilere deva olabilmek için sağlık kuruluşlarımızda fedakarca görev sağlık personelimiz Düzce ve çevre illerden vatandaşlarımıza hizmet veriyor’’ dedi. 278 pratisyen hekim var 6 yıllık süreçte pratisyen hekim sayısındaki artışa dikkat çeken İl Başkanı Şengüloğlu “Düzce’de sağlık hizmetinde önemli rolü olan 278 pratisyen hekim görev yapıyor. 2018 yılında 179 olan pratisyen hekim sayımız 2022 yılında 248, 2023’de 257, 2024 de ise 278’e ulaşmıştır” ifadelerinde bulundu. Düzce’nin sağlık alanında önemli branşlarından olan Ağız ve Diş Sağlığı alanında da çalışmaların sürdüğüne dikkat çeken Şengüloğlu, “Düzce’de 68 diş hekimi Düzce İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesinde görevini sürdürmektedir” açıklamalarında bulundu. Şengüloğlu, sağlık sisteminin omurgasını teşkil eden ebe ve hemşire sayının 2024 yılında 843’e ulaştığına dikkat çekti. Şengüloğlu, Düzce’de 6 yıl önce 634 olan hemşire ve ebe sayısının 2024 yılı itibari ile 843’e yükseldiğini belirterek “2022’de 791 olan hemşire ve ebe sayımız 2023’te 811, 2024’de 843’e yükselmiştir. Hemşire ve ebelerimiz sağlık sistemimizin her basamağında yer almakta ve önemli görevler icra etmektedir” dedi. Düzce’de Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarda sağlık insan gücü sayısındaki artışa dikkat çeken Hasan Şengüloğlu, “Düzce’de son 6 yılın verilerine baktığımızda sağlık insan gücü sayısını arttırdığımız görülüyor. Bundan 6 yıl önce 4 bin 209 olan sağlık insan gücü sayımız bugün açılan yeni sağlık tesisleri ile 5 bin 417’e ulaşmıştır” şeklinde bilgi verdi. Hasan Şengüloğlu Düzce’nin sağlık alanındaki projelerin hazırlanmasında, hayata geçirilmesinde ve ihtiyaç duyulan, ilin taleplerinin çözümü noktasında büyük destek sağlayan Sağlık Bakanlığına, Milletvekilleri Ayşe Keşir, Ercan Öztürk’e, Düzce Belediye Başkanı Dr. Faruk Özlü’ye, Sağlık Müdürü Dr. Yasin Yılmaz’a ve sağlık hizmeti sunan sağlık ordusuna teşekkür etti.