SAĞLIK
Kış mevsiminde yanıklara dikkat 22 Aralık 2024 Pazar - 14:31:59 İçinde bulunduğumuz kış aylarında çok sık karşılaşılan yanık vakarı ile ilgili konunun uzmanları çeşitli uyarılarda bulundu. Yanığın insanı etkileyen çok önemli fiziksel ve psikolojik travmalardan biri olduğunu belirten Of Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Şaban Uysal, "Beraberinde ömür boyu devam edebilen sakatlıklar, estetik sorunlar (özellikle yüz bölgesi yanıkları) yanında hayatı tehdit edebilen klinik durumlara yol açabilmektedir. Ayrıca toplumlar ve ülkeler için de çok önemli sosyal ve ekonomik sorundur. Yanıkların birçok nedenleri mevcut olup (sıcak su yanığı, alev yanığı, kimyasal yanık, elektrik yanığı, donma vb.) bunlar içinde en sık karşılaştığımız vakalar, yaşlanma yanığı (çay, sıcak su) ve alev yanıkları olarak tüm yaş gruplarında karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca özellikle diyabet (şeker hastalığı) olan kişilerin ayaklarında oluşan his kaybı (diyabetik nöropati) nedeniyle ayaklarını ısıtma, sıcak su torbası tutma gibi durumlarda farkında olmadıkları için geniş ve iyileşmesi zor yanık durumları ile acil servislerimize başvurabilmektedir. Bu konuda hem hastaların hem de hasta yakınlarının dikkatli olması ve iyi bir eğitim verilmesi gerekmektedir. Yanık vakalarının üçte biri 5 yaş altındaki çocuklarda görülebilmektedir. Ev kazaları en büyük neden olup, sıcak çay yanığı, soba üstünde kaynamış şu yanıkları ilk sırayı almaktadır. Kış aylarında yanıklarda artış olup, ısınma amaçlı soba, elektrikli ısıtıcı ve kapalı alanlarda geçirilen zamanın fazla olması yanık vakalarında belirgin artışa neden olmaktadır “dedi. Yanık durumunda öncelikle panik ve telaş yapmadan hareket edilmesi gerektiğinin altını çizen Uysal, "İlk yapılması gerekenler; etkenden uzaklaştırma, yanmış ve haşlanmış elbiselerin çıkarılması ile erken soğuk su ile soğutmadır. Soğuk su ile 5-10 dakika soğutma işlemi hem ağrıyı azaltmakta hem de yanığın derinleşmesine engel olmaktadır. Bu esnada yüzük, saat, bilezik gibi takılar hızlıca çıkarılmalıdır. Geniş yanık alanları steril yada geniş örtüler ile kapatılıp hasta hızlıca en yakın sağlık kuruluşuna ulaştırılmalıdır. Ayrıca; yanık yerine diş macunu, yoğurt, zeytinyağı ve şeker sürmek doğru bilinen ancak yanlış olan uygulamalardır. Yanık hastasına yapılacak ilk müdahaleler çok önemli olup bazen hayat kurtarıcı da olabilmektedir. Özellikle elektrik yanıklarına çok dikkat etmek ve elektrik giriş ve ayak tabanlarından çıkış yerleri kontrol edilmelidir. Yanık tipi ve büyüklüğü ne olursa olsun yanık hastaları hızlı ve sağlıklı bir şekilde en yakın sağlık kuruluşuma ulaştırılmalıdır. Burada yanıklı hastaların, yanık oranları, yanık derinlikleri, eşlik eden yaralanmaları ve eşlik eden kronik hastalıkları göz önüne alınarak ilk değerlendirmeleri yapılmaktadır. Yanıkların büyük kısmı poliklinik takibi ile tedavi edilebilirken, geniş alanlı yanıklar el, yüz ve genital bölge yanıkları ile elektrik yanıkları mutlaka hastanelerde veya yanık merkezlerinde yatırılarak tedavi altına alınmalıdır. Çocuk ve yaşlı hastalarda ayrıca daha hassas ve dikkatli olunmalıdır" diye konuştu.
Dr. Şenol Coşkun: “Soğuk havalar kalp sağlığını tehdit ediyor”
22 Aralık 2024 Pazar - 12:10 Dr. Şenol Coşkun: “Soğuk havalar kalp sağlığını tehdit ediyor” Kardiyoloji Uzmanı Dr. Şenol Coşkun, soğuk havaların kalp sağlığını olumsuz etkileyebileceğini belirterek beslenme, giyim ve dışarı çıkma konusunda uyarılarda bulundu. Acıbadem Bursa Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Şenol Coşkun, soğuk havaların kalp sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekti. Soğuk havaların, damar büzüşmesine (vazokonstrüksiyon) yol açarak kalbin iş yükünü artırdığını ve kalp krizi ile felci tetikleyebileceğini belirten Dr. Coşkun, bu dönemde kalp hastalarının dikkatli olması gerektiğini söyledi. Ayrıca, tok karnına dışarı çıkılmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Coşkun, soğuk havada dışarı çıkarken sıkı giyinmenin önemine de değindi. Çoşkun, "Kalp hastaları için dışarı çıkarken vücut ısısını koruyacak şekilde giyinmek hayati önem taşır. Göğüs bölgenizi örtecek şekilde ceket ya da paltonuzu ilikleyin. Atkı kullanın. Ayrıca başınızın üşümemesi için şapka kullanmayı ihmal etmemeliler. Burada önemli olan soğuk hava ile temas edecek vücut alanını kısıtlamaktır. Ayrıca, soğuk havalarda yürümemek de kalp sağlığını korumak açısından önemli bir önlemdir. Yürümek zorundalarsa, ağız ve burunu kapatacak şekilde giyinmeliler" diye ekledi. “Aşırı et tüketiminden kaçınılmalı” Soğuk havalarda kalp hastalarının aşırı ve yağlı yiyeceklerden kaçınmalarını tavsiye ettiğini söyleyen Dr. Coşkun, "Ağır ve yağlı yemeklerden kaçınılmalıdır. Daha çok hafif gıdalar, özellikle sebze ağırlıklı beslenmek önemlidir. Hastalarıma bitkisel kaynaklı beslenmeyi öneriyorum. Akdeniz tipi diyet kalp sağlığı için büyük önem taşıyor. Bu diyette balık, sebze ve zeytinyağı ağırlıklı olup. Ayrıca, aşırı et tüketiminden kaçınılmalı ve karbonhidrat alımı mümkün olduğunca azaltılmalıdır" şeklinde konuştu.
Dr.  Yüksel Çelik: "Yeni yönetmelikle ilaç yazmada kısıtlama değil akılcı ilaç kullanıma teşvik gelmiştir"
22 Aralık 2024 Pazar - 11:30 Dr. Yüksel Çelik: "Yeni yönetmelikle ilaç yazmada kısıtlama değil akılcı ilaç kullanıma teşvik gelmiştir" Yeni yönetmelikle akılcı ilaç kullanılması için önemli teşviklerin mevcut olduğunu belirten aile hekimi Dr. Sümeyye Yüksel Çelik, "Yeni yönetmelikle ilaç yazmada kısıtlama değil akılcı ilaç kullanıma teşvik gelmiştir" dedi. Tunceli’nin Pertek ilçesine bağlı Pınarlar Köyü’nde aile hekimliği yapan Dr. Sümeyye Yüksel Çelik, Sağlık Bakanlığı tarafından 30 Ekim 2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği hakkında açıklamalarda bulundu. Dr. Çelik, “Yeni yönetmelikle birlikte koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri için 5 ana başlıkta tarama ve izlem yapılmasını amaçlamaktadır. Toplumda sık görülen kronik hastalıklardan hipertansiyon, diyabet, kardiyovasküler hastalıkların taraması hedeflenmektedir. Çağımızın önemli halk sağlığı sorunlarından obezitenin izlenmesi de bu başlıklar arasında yer almaktadır. Ayrıca yaşlılarımızın yakın takibi ve sağlık değerlendirmesi de bu başlıklar içerisinde yer alıyor. Yeni yönetmelikle aile hekimleri vatandaşlarımızın koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti açısından başvuracaklar ilk merkez olması hedeflenmiş. Bizler de kayıtlı nüfusumuzda her bireyi düzenli takip ve izlemlerle halkın sağlığın korunması için birinci basamakta sağlık hizmeti veriyoruz” şeklinde konuştu. Sağlığın korunması, tedaviye ihtiyaç kalmadan sorunların tespiti ve önlenmesinin toplumun her kesimi için önemli olduğuna vurgu yapan Dr. Çelik, “Yeni yönetmelikle akılcı ilaç kullanılması için önemli teşvikler mevcut. Gereksiz antibiyotik ve ilaç kullanımının küresel bir sağlık sorunu haline geldiğini günümüzde bugünden geleceğin tedavi sorunların çözülmesi hedeflenmiş. Özellikle antibiyotik kullanımı konusunda önlem alınmadığı takdirde antibiyotiklere karşı direnç gelişebilecek ve bu nedenle ilerleyen dönemlerde bazı hastalıklar, direnç geliştiği için antibiyotiklerle tedavi edilemez duruma gelebilecektir. Bizler gelen hastalarımıza hekim önerisi olmadıkça antibiyotik kullanmamaları gerektiği her fırsatta belirtiyoruz. Yeni yönetmelikle ilaç yazmada kısıtlama değil akılcı ilaç kullanıma teşvik gelmiştir. Bizler ihtiyaç duyulan ilaçları uygun tanılara göre gelen hastalarımıza yazmaya devam edeceğiz” diye konuştu. Dr. Çelik, yönetmeliğin amacına ulaşabilmesi için vatandaşların da sağlığına gereken önemi vermesi ve aile sağlığı merkezlerinde düzenli muayene ve tarama yaptırmaları gerektiğini de ifade etti.
Astım atağında, sakin kalıp çocuğu rahatlatmak çok önemli
22 Aralık 2024 Pazar - 11:27 Astım atağında, sakin kalıp çocuğu rahatlatmak çok önemli Astım, çocuklarda yaygın görülen kronik bir solunum yolu hastalığı. Astım atakları, solunum yollarında ani daralma nedeniyle nefes darlığı, hırıltı ve öksürük gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Çocuğunuzun astım atağı geçirdiği bir durumda, hızlı ve doğru bir şekilde hareket etmek hayati önem taşıyor. İstinye Üniversitesi öğretim üyesi ve Liv Hospital Çocuk alerji ve İmmünoloji hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Mahir İğde, astım atakları sırasında sakin kalarak, çocukları rahatlatmanın öneminin altını çizerek, "Öncelikle sakin olun, çocuğunuzun paniğe kapılmaması için rahatlatıcı bir tutum sergileyin. Çocuğunuzu rahat bir oturma pozisyonuna getirin ve hafifçe öne eğilmesini sağlayın. Bu duruş, solunumun kolaylaşmasına yardımcı olur. Çocuğunuzun doktoru tarafından reçete edilen hızlı etkili bronkodilatörü (genellikle salbutamol) hemen kullanın. Genellikle her 20 dakikada bir 2-4 puf uygulanır ve bu işlem bir saate kadar tekrarlanabilir. Ancak doktorunuzun önerdiği dozajı takip edin. Spacer (ara adaptör) kullanımı, ilacın daha etkili bir şekilde alınmasını sağlar. Astım atağını kötüleştirebilecek tetikleyicileri ortadan kaldırın. Örneğin, sigara dumanı, ev tozu, hayvan tüyü veya soğuk hava gibi faktörlerden çocuğunuzu koruyun" dedi. Belirtilerin değerlendirilmesi gerektiğini belirten İğde, "Çocuğunuzun nefes alıp verişi ve genel durumu iyileşiyor gibi görünüyorsa, bronkodilatör uygulamasına ara verebilirsiniz. Çocuğun konuşmakta zorlanması, dudaklarında veya tırnaklarında morarma, göğüs kafesinde içe çekilmeler varsa durum ciddi demektir. Bronkodilatör kullanımı semptomları iyileştirmiyorsa veya çocuğun durumu kötüleşiyorsa, vakit kaybetmeden 112’yi arayın. Çocuğunuzun kullandığı ilaçlar ve son astım atağı ile ilgili bilgileri sağlık ekiplerine iletmeye hazır olun" dedi. İğde, atak sonrası alınacak önlemleri şöyle sıraladı: "Astım atağını takip eden günlerde çocuğunuzun doktoruna danışarak tedavi planının gözden geçirilmesini isteyin. Tetikleyicilerden uzak durmak, düzenli ilaç kullanımı ve kontrol ziyaretleri gibi önlemleri titizlikle uygulayın. Alerjenlerden Kaçınma: Anti-alerjik yatak kılıfları kullanın, ev tozunu azaltın. Hava Kirliliğinden Koruma: Çocuğunuzun sigara dumanına maruz kalmamasını sağlayın. Sağlıklı Beslenme: Dengeli bir diyet ile bağışıklık sistemini destekleyin. Düzenli Fiziksel Aktivite: Astım kontrol altındaysa çocuğunuzu uygun egzersizlere teşvik edin. Evde Hijyen: Ev ortamını temiz ve tozdan arındırılmış tutun. Çocuğunuzun astımını daha iyi yönetmek için doktorunuzla birlikte bir astım eylem planı oluşturun. Bu plan, atak sırasında ve günlük yönetimde rehberlik edecektir. Tetikleyicilerin tanımlanması ve önlenmesi konusunda farkındalık geliştirin. Doğru müdahale ve düzenli takip ile çocuğunuzun astımı kontrol altına alınabilir ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilir" dedi.
Hamile kadınlar için kritik uyarı
22 Aralık 2024 Pazar - 10:36 Hamile kadınlar için kritik uyarı Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Özkan, kadınları hedef alan diş eti hastalığının ciddi sonuçları olabileceğini açıkladı. Özkan, özellikle hamile kadınların hormonal değişiklikleri sebebiyle erken doğum ve düşük doğum ağırlığının riskinin fazla olduğunu söyledi. Uzm. Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Özkan, diş eti hastalığı (periodontitis) hakkında açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Birkan Özkan, bu hastalığın kadın sağlığı üzerindeki etkisine dikkat çekti. Hamile kadınların hormonal değişiklikleri sebebiyle diş eti hastalığına karşı savunmasız olduğunu dile getiren Prof. Dr. Özkan, gebelik öncesi diş eti tedavisinin önemine değindi. Ayrıca hastalık sebebiyle erken doğum riskinin arttığını söyleyen Özkan, bebeğin sağlığının da olumsuz etkilenebileceğinin altını çizdi. "Yalnızca anne sağlığını değil, bebeğin sağlığını da olumsuz etkiler" Hamilelik döneminde hormonal değişikliklerin kadınları periodontitise karşı daha savunmasız hale getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Birkan Özkan, "Gebelikte diş etlerinde meydana gelen inflamasyon (şişlik ve kızarıklık), yalnızca anne sağlığını değil, bebeğin sağlığını da olumsuz etkiler. Gebelik sırasında östrojen ve progesteron seviyelerindeki artış, periodontitisin şiddetlenmesiyle, diş etlerinde inflamasyonu artırabilir. Erken doğum ve düşük doğum ağırlığı riski daha yüksektir. Ayrıca periodontitis şiddetlenince, dişeti altındaki bakteriler diş çürüğünde artışa yol açıyor. Ayrıca, hamilelikte bebek tarafından çekilen kalsiyum, hamile kadında diş dişeti ve çene kemiğinde olumsuz değişikliklere yol açıyor. Hatta toplumda bilinen her doğumda bir diş kaybettim olgusu da bu olumsuz etkilerden kaynaklanıyor. Bu dönemde bazı kadınlarda ‘gebelik tümörü’ adı verilen ve çiğnemeyi engelleyebilen diş eti büyümeleri de görülebilir. Ayrıca mide bulantısı nedeniyle dişlerin yeterince fırçalanamaması, diş taşı ve plak oluşumunu hızlandırarak bu diş eti hastalığı risklerini artırır" dedi. "Kemik kaybını hızlandırarak diş kayıplarına yol açabilir" Menopoz sonrasında diş kaybına yol açabilecek nedenlerin olduğunun altını çizen Prof. Dr. Özkan, "Menopoz döneminde östrojen seviyelerinin düşmesi, diş etinin keratinizasyonunda azalmaya yol açar. Diş eti hassaslaşır, kolayca zedelenir ve ağrılı hale gelir. Tükürük salgısının azalmasıyla ağız kuruluğu, yanma hissi ve diş çürüklerinde artış gözlemlenir. Osteoporoz, tek başına diş eti hastalığına neden olmaz. Ancak mevcut bir hastalık varsa, kemik kaybını hızlandırarak diş kayıplarına yol açabilir. Özellikle osteoporoz ilaçlarına başlamadan önce diş hekiminin muayenesinin gerekli. Bu ilaçların çenede enfeksiyonlara yatkınlığına bağlı olarak çene kemik ölümüne (nekrozuna) neden olabilir" ifadelerini kullandı. "Çene kemiği yapısını da tehdit eden ciddi bir hastalıktır" Genetik faktörlerinde kadınlarda periodontitis hastalık riskini artıran önemli etken olduğunu belirten Prof. Dr. Özkan, "25-35 yaşlarında sıklıkla kadınlarda başlayan, toplumda aslında yüzde 65 oranında var olan periodontitis hastalığının temelinde, genetik yatkınlığın ve düşük bağışıklık sisteminin oluşu bulunuyor. Kadınların bağışıklık sisteminin bazı durumlarda şişlik ve kanama gibi etkilere daha duyarlı olması, diş eti hastalıklarının daha şiddetli seyretmesine neden olabilir. Periodontitis, sadece diş eti sağlığını değil, diş, ağız, çene ve çene kemiği yapısını da tehdit eden ciddi bir hastalıktır. Tedavi edilmediği takdirde kötü ağız kokusu, diş taşı ve plak artışı, diş eti çekilmesi, dişeti şişmesi, çene kemik erimesi ve dişlerin sallanarak kaybı gibi sonuçlara yol açabilir. Diş kaybı, yalnızca estetik bir sorun değildir. Diğer dişlerinde pozisyonlarının yer değiştireceği, kötü ağız kokusu, çiğneme işlev bozukluğu, çene kemik erimesini artırarak çene kemiğinde güçsüzleşmeyi ve genel sağlığı da olumsuz etkiler" şeklinde konuştu. "Dişeti hastalıkları tedavileri veya operasyonunun yapılması önemli" Kadınların hormonal değişimlerini ve genetik yatkınlıklarını dikkate alan kişiye özel tedavi yöntemleri ve planlama oluşturulması gerektiğini dile getiren Özkan, "Adet döngüsündeki kadınlar için dişeti hastalığı bu dönemde geçici bir risk oluştursa da, periodontitis teşhisinin yapılması için kişiyi muayeneye teşvik etmesi ve periodontitisin kişiye özel tedavisinin yapılması yararlı olur. Hamile kadınlar için diş eti iltihaplarını önlemek adına, diş ve periodontitis tedavisinin gebelik öncesi yapılması daha rahat ve sağlıklı bir gebelik geçirmesi açısından yararlı olur. Menopoz dönemindeki kadınlar için Dişeti ve Çene Kemik sağlığını destekleyen tedavi yaklaşımları önemlidir. Menopoz öncesi diş tedavi ve dişeti hastalıkları tedavileri veya operasyonunun yapılması önemli" dedi. Erken teşhisin önemi Kadınlarda hormonal ve genetik faktörlerin, diş eti sağlığını etkilediğini vurgulayan Birkan Özkan, "Genç kadınlarda erken teşhis, kişiye özel tedaviler ve düzenli diş hekimi muayenelerinin, hastalık riskini en aza indiriyor. Diş eti hastalıklarının ilerlemesini engellemek, yalnızca dişlerin değil, çene kemiği ve genel sağlığın korunması, gebe, genç kadın ve ayrıca bebeğin sağlığı açısından da kritik öneme sahiptir. Sağlıklı bir ağız, sağlıklı bir yaşamın anahtarıdır" diye konuştu.
Prof. Dr. Alper Şener: “El, ayak, ağız hastalığı ciddi bir risk oluşturmaz”
22 Aralık 2024 Pazar - 10:35 Prof. Dr. Alper Şener: “El, ayak, ağız hastalığı ciddi bir risk oluşturmaz” Prof. Dr. Alper Şener, ‘El, ayak, ağız’ hastalığının daha çok kreş çağındaki çocuklarda görüldüğünü belirterek, bu hastalığın ciddi bir klinik tabloya yol açmadığını, sekel (doku bozukluğu) bırakmadığını, bu nedenle ebeveynlerin panik yapmamaları gerektiğini belirtti. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Şener, ‘el, ayak, ağız’ hastalığının, özellikle kreş çağındaki çocuklarda yaygın olarak görülen bir hastalık olduğunu belirtti. Hastalığın ilk olarak hafif üşüme, titreme, boğaz ağrısı, geniz akıntısı ile başladığını ifade eden Şener, bu belirtilerin ardından döküntülerin ağız çevresine, eller ve ayaklara da yayıldığını söyledi. “Ciddi bir klinik tablo değil” Prof. Dr. Şener, çocukluk çağı hastalıkları içerisinde sık sık karşılaşılan ve toplumun yüzde 80 ile 90’ında görülen bu hastalığın, genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında dalgalanmalara yol açtığını belirtti. Ayrıca, hastalığın özellikle kreş çağındaki çocuklarda karşı karşıya kalındığında, ebeveynleri tedirgin ettiğini ifade eden Şener, “Ağız çevresinde oluşan döküntüler, ağız içinde olan hafif yanma, batma hissi ve eller ile ayaklara da zamanla sıçramış olması dolayısıyla daha ciddi bir klinik tabloyu taklit ettiği düşünülüyor ama aslında ciddi bir klinik tablo değil” diye konuştu. “Kabuklanmayı yumuşak tutmak gerekir” Prof. Dr. Alper Şener, ebeveynlerin el, ayak, ağız hastalığı nedeniyle panik yapmalarına gerek olmadığını vurguladı. Hastalığın ilerleyen aşamalarında oluşan döküntülerin zamanla soyulmalara yol açabileceğini belirten Şener, kabuklanma durumunda bu bölgelerin yumuşak tutulması gerektiğini ifade etti. Ayrıca, döküntülerin, herhangi bir nemlendirici krem ya da ılık sabunlu suyla yıkanarak rahatlatılabileceğini ve vücutta yaygın döküntülerin yakın takip edilmesi gerektiğini ifade eden Şener, hastalığın kızamık gibi daha ağır hastalıklarla karıştırılabileceğini ancak el, ayak, ağız hastalığının genellikle orta kulak iltihabı, zatürre veya beyin iltihabı gibi ciddi komplikasyonlara yol açmadığını belirtti. “Birbirinden uzak tutmak gerekiyor” Tipik olarak ateşin düşmesiyle birlikte döküntülerin ortaya çıktığını vurgulayan Şener, “Ateşi yüksek olan hastalarda bazen verdiğimiz antibiyotikler ve ağrı kesiciler ilaç döküntüsü zannedilebiliyor. Fakat ilaç döküntüsü ile hiçbir alakası yok. Ağırlıklı olarak döküntü olmayan çocuklardan birbirine bulaşıyor. Özellikle kreş çağında oyuncakların ortak kullanımı ile karşı karşıya kaldığımız bir tablo. Ortak kaşık, çatal, bıçak kullanma, aynı ortamda yemek yemekle sıçrayan klinik tablolardan bir tanesi. Döküntüsü ve yüksek ateşi varsa bu çocukların kreşten ayrılması gerekiyor. Eğer çocukların döküntüsü, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı varsa ortak oyuncak kullanımına engel olmak ve birbirinden uzak tutmak gerekiyor” şeklinde konuştu. “Doku bozukluğuna yol açmaz” Hastalığın, sekel (doku bozukluğu) bırakan bir durum olmadığının altını çizen Prof. Dr. Şener, şunları kaydetti: “Erişkin yaş grubunda bağışıklığı baskılanmış, organ nakli dahi olmuş olsa, ağır klinik tablolaya sebep olma ihtimali çok çok düşük. Erişkin hasta popülasyonu için ciddi bir risk söz konusu değil ama çocukluk çağında ağırlıklarla dalgalanmalar söz konusu.” “Salgın durumu yok” Aile hekimleriyle görüştüğünde ‘bir kümelenmenin olduğunu ama salgın başladı denilebilecek bir durumun olmadığını’ aktardıklarını söyleyen Şener, “Belli bölgelerde kümelenmelerle karşı karşıyayız. Takip etmek gerekiyor. Çünkü bir yerde başladıktan sonra çok hızlı bir şekilde bulaşıyor ve bulaş zincirinin hızı yayılması mümkün. Özellikle önlem gerekecek bir klinik tablo söz konusu değil. El, ayak, ağız hastalığı aralıklarla mevsimsel olarak, yıldan yıla, farklı bir şekilde belli kümelenmeler, mini salgınlar yapabilir” diye sözlerine ekledi.
Doç. Dr. Özdil: “Gastroenteroloji hekiminin baktığı hastaların yüzde 30-40’ı İBS hastalarından oluşuyor”
22 Aralık 2024 Pazar - 09:49 Doç. Dr. Özdil: “Gastroenteroloji hekiminin baktığı hastaların yüzde 30-40’ı İBS hastalarından oluşuyor” Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Burhan Özdil, huzursuz bağırsak sendromu (İBS) hastalığının toplumda sık görülmeye başladığını ve tamamen ortadan kaldırılabilecek bir hastalık olmadığını belirterek, “Bir gastroenteroloji hekiminin baktığı hastaların neredeyse yüzde 30-40’ı İBS hastalarından oluşuyor” dedi. Medical Park Adana Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Burhan Özdil, huzursuz bağırsak sendromu (İBS) hastalığı hakkında bilgi verdi. Doç. Dr. Özdil, hastalığın bulgularından bahsederek, “En az son 6 ay içerisinde, 3 haftayı geçen karın ağrısı, gaz, şişkinlik ve tuvalete çıkmakla rahatlayan şikayetler varsa, huzursuz bağırsak hastalığı tanısı koyarız. Genelde hikayeyle konulan bir tanıdır. Sebebi çok belli değil. Bağırsak hassasiyetinin, ağrı hassasiyetinin artmasıyla alakalı veya ağrı eşiğinin düşmesiyle alakalı herkeste olan gaz İBS hastalarında ağrıya sebep olabiliyor. Bazılarında da sindirimli sorun olduğu için bağırsaklarda normalden daha fazla gaz oluşuyor. Ve ağrıyı tetikleyebiliyor. Beyinle bağırsak arasında yakın bir ilişki vardır. Genelde de biz stres ve sıkıntının özellikle tetikleyici sebep olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu. “Detaylı araştırmak gerekir” Huzursuz bağırsak sendromunun 30 ve 50 yaş arasında daha sık görüldüğünü kaydeden Özdil, “Her yaş grubunda da görülebilir. Genelde hastalarda hikaye ile sorgulamayla şikayet durumuna göre tanı konulur. Fakat bir takım alarm semptomları vardır. Kilo kaybı, bulantı, kusma, özellikle gece uykudan ağrıyla uyanması, büyük abdestte kanama olması, bunlar alarm semptomudur ve altta ciddi bir sorun anlamına gelir. Dolayısıyla, detaylı araştırmak gerekir. O zaman endoskopik, kolonoskopi ve görüntüleme yöntemlerine başvurulur” dedi. “Diyette karbonhidratlı gıdaları biz azaltıyoruz” Doç. Dr. Burhan Özdil, huzursuz bağırsak sendromunda beslenmenin çok önemli olduğunun altını çizerek, “Özellikle karbonhidratlı gıdaları biz diyette azaltıyoruz. İBS’nin farklı tipleri var, biliyoruz. Kabızlıkla giden tipleri var. Onlarda lifli gıda öneriyoruz. İshalle giden tipleri oluyor. Onlarda daha çok ishal giderici, ishal düzenleyici ilaçlar, tedaviler ve diyetler öneriyoruz. Bir de karma (mix) grup dediğimiz kimi zaman ishal kimi zaman kabızlıkla seyreden tipleri var. Onlarda tedavi biraz daha zor olabiliyor tabii. İshal dönemlerde ishal giderici ilaç verdiğiniz zaman daha fazla kabızlık oluyor. Kabızlık döneminde ilaç verdiğiniz zaman da hasta daha fazla ishal olabiliyor” şeklinde konuştu. “Tamamen ortadan kaldırılabilecek bir hastalık değil” Hastalığın sebebi bilinen bir hastalık olmadığı için tedavide şikayetleri azaltıcı ve gaz giderici ilaçlar önerdiklerini söyleyen Doç. Dr. Özdil, şunları kaydetti: “Özellikle bu hastalığın temelinde bağırsakların aşırı kasılması spazmı vardır. Spazm giderici ilaçlar öneriyoruz. İshal olanlara ishal ilacı, kabızlığı olanlarda kabızlık giderici tedaviler öneriyoruz. Hastalık artık yaygın görülüyor. Son zaman toplumda bayağı artmaya başladı. Bu hastalığın bazı çalışmalarda toplumda yüzde 10-20 arasında, bazı çalışmalarda ise yüzde 30-40’a kadar olabileceği söyleniyor. Ama gastroenteroloji kliniğinde bir gastroenteroloji hekiminin baktığı hastaların neredeyse yüzde 30-40’ı İBS hastalarından oluşuyor. Dolayısıyla, önemli bir hastalık ve bir toplumsal sorun. Özellikle 40 yaşından sonraki hastalarda, ani gelişen semptomları olanlarda ve 2-6 haftalık tedaviye rağmen semptomda düzelme olmayanlarda, daha önce endoskopi, kolonoskopi yapılmamışsa mutlaka yapılmasını da öneriyoruz. Çünkü 40- 50 yaşlarından itibaren mide, bağırsak kanseri riski artmaya başlıyor. Bu hastalık hem gastroenteroloji hem diyetetik hem de psikolojik yönü olan bir hastalık. Üçlü bir tedavi yöntemi izlemek lazım. Hasta- hekim ilişkisi çok önemli, hastaların ikna olmaları gerekiyor. Burada organik bir sebep dediğimiz, gözle görülebilir bir hastalık olmadığı için hastayı ikna etmek lazım. Tamamen ortadan kaldırılabilecek bir hastalık değil. Şikayetler azaltılıyor, hasta rahatlatılabiliyor ama bu sürekli ve uzun süreli bir tedavi.”
Telefonlar akıllı, uykular kalitesiz
22 Aralık 2024 Pazar - 09:48 Telefonlar akıllı, uykular kalitesiz Hayatımızın bir parçası haline gelen cep telefonları ve teknolojik aletler sanıldığı kadar masum değil. Özellikle cep telefonunun uyku sağlığını birkaç boyutu ile etkileyebildiğini söyleyen Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Öztürk, parlak ışık, uyku zamanının yerine cep telefonunda geçirilen aktivitelerin koyulması ve medya içeriğinin uyku kalitesini düşürdüğünü belirtti. Uyku öncesi oyalanmak için göz gezdiriliyor. Hatta bazıları yastığının altına koyarak uyuyor. Peki ya uyumadan hemen önce telefonla ilgilenmek ve mavi ekrana maruz kalmak, uyku kalitesini nasıl etkiliyor. Uzmanlara göre, artan telefon bağımlılığı özellikle gençleri uykudan uzaklaştırıyor. Uyku sağlığını yeniden kazanmak için en az bir saat öncesinde uyku ortamının loş hale getirilmesi ve akıllı telefon dahil elektronik cihazlardan uzaklaşılması tavsiye ediliyor. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Öztürk, cep telefonlarının uyku öncesi ihtiyaç duyulan melatonin hormonunun salgılanmasını baskıladığını ve bu nedenle uykuya dalmanın zorlaştığını söyledi. Akıllı telefonların uykuyu birkaç farklı yolla olumsuz etkilediğini söyleyen Prof. Dr. Öztürk, kaliteli uyku için tavsiyelerde bulundu. "Parlak ışık uykuya dalışı zorlaştırır" Cep telefonlarında genellikle parlak ışık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Öztürk, "Özellikle yeni modellerde bu ışık mavi spektrumuna doğru kaymış durumda. Bu nedenle o ışığa maruz kalmak özellikle beyinden salgılanan melatonin hormonunun baskılanmasına neden oluyor. Bu hormonu biz bir uyku stabilizatörü olarak değerlendiririz. Bu bakımdan melatonin eksikliği uykuya dalmayı zorlaştırır ve uyku süresince uykuyu daha kırılgan hale getirir. Bu önemli bir faktördür" dedi. Bir diğer faktörün uyku zamanının yerine cep telefonunda geçirilen aktiviteleri koymak olduğunu belirten Prof. Dr. Öztürk, video izleme, oyun oynama ya da arkadaşlarla mesajlaşma şeklinde zaman geçirmenin uykuya dalış süresini geciktirdiğine değindi. Cep telefonu aktivitelerinde zaman kavramı olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Öztürk, bu zaman çerçevesi yokluğunun uyku açısından bir sorun oluşturduğunu aktardı. Medya içeriğinin ve cep telefonunda neyle ilgilenildiğinin de önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Öztürk, şiddet içerikli ya da uyarıcı nitelikte olan görüntülerde vücudun uyarı sistemlerinin alarma geçtiğini ve uykuya dalışı zorlaştırdığını ifade etti. Alınacak önlemlerin başında yatak odasına elektronik cihaz sokmamak olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öztürk, cep telefonu, bilgisayar ve televizyon ekranlarını uyunacak ortamda bulundurmamakta fayda olduğunu belirtti. Meslek gereği telefonu yanından ayıramayan vatandaşlara da tavsiyelerde bulunan Prof. Dr. Öztürk, cep telefonunun yataktan bir-iki metre kadar uzağa koyulmasının uyku kalitesini koruyacağını aktardı.