SAĞLIK
26 Eylül 2024 Perşembe - 16:45 Medical Point’te HPV Virüsü ve Aşıları Üzerine Eğitim Semineri düzenlendi Medical Point Gaziantep Hastanesi’nde HPV Virüsü ve Aşıları Üzerine Eğitim Semineri düzenlendi. Medical Point Gaziantep Hastanesi, sağlık alanında farkındalık oluşturmak amacıyla Dr. Öğr. Üyesi Çağdaş Demiroğlu ve Yenilikçi Avukatlar Grubu iş birliğiyle HPV virüsü ve aşıları hakkında kapsamlı bir eğitim semineri düzenledi. Seminer, hastanenin konferans salonunda gerçekleştirildi ve sağlık profesyonellerinin yanı sıra hukuk camiasından birçok katılımcıyı bir araya getirdi. Eğitim seminerinin açılışında konuşan Dr. Öğr. Üyesi Çağdaş Demiroğlu, HPV virüsünün cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyonlardan biri olduğunu söyledi. Dr. Öğr. Üyesi Çağdaş Demiroğlu, "HPV, birçok kanser türünün, özellikle de rahim ağzı kanserinin başlıca nedenidir. Ancak bu virüsle ilgili bilgi eksiklikleri ve aşıya dair yaşanan tereddütler, toplum sağlığını tehdit etmektedir" dedi. Dr. Demiroğlu, HPV aşısının etkinliği ve güvenliği hakkında güncel verileri katılımcılarla paylaştı. Seminerin bir diğer önemli konusu ise HPV aşılarının yasal boyutu oldu. Yenilikçi Avukatlar Grubu’ndan uzman hukukçular, aşıların zorunlu hale getirilmesi ve bireylerin hakları konusunda bilgi vererek sağlık hizmetlerinin hukuki çerçevesini anlattılar. Katılımcılar, HPV aşısının hukuki düzenlemeleri, sorumluluklar ve aşıya erişim konularında kapsamlı bir şekilde bilgilendirildi. Seminer, katılımcıların aktif katılımıyla zenginleşti. Soru-cevap bölümünde, katılımcılar HPV virüsü ve aşılarıyla ilgili merak ettikleri konuları Dr. Öğr. Üyesi Çağdaş Demiroğlu’na yönelttiler. Dr. Demiroğlu, “Aşılar, sadece bireysel değil, toplumsal sağlık açısından da kritik bir öneme sahiptir. Eğitim ve farkındalık çalışmaları, aşılamanın artması ve HPV ile mücadelede önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Ayrıca, seminerin katılımcılar üzerinde olumlu bir etki oluşturduğunu belirtti.
26 Eylül 2024 Perşembe - 14:23 ‘Alzheimer ile nasıl yaşanır?’ sorusu bu konferansta yanıt buldu Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin Alzheimer hastalığına önemli bir farkındalık oluşturduğu “Azlehimer Hasta ile Yaşam” konferansında nöroloji uzmanı Doç. Dr. Güzey Aras ve konuşma terapisti Emrah Karacaoğlu, YADEM’in yaşlılarına teşhis sonrasında yapılacaklar ve hasta psikolojisiyle ilgili önemli aktarımlar yaptı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Yaşlı Destek Merkezi (YADEM) günümüzün önemli hastalıklarından biri olan Alzheimer ile ilgili farkındalık oluşturacak bir konferansa imza attı. Yaşlıların önemli bir sınavla karşı karşıya kaldığı ve aileleri için büyük önem arz eden hastalık, Adapazarı Sosyal Gelişim Merkezi’nde (SGM) gerçekleştirilen konferansta anlatıldı. Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Yeşim Güzey Aras ve Dil Konuşma Terapisti Emrah Karacaoğlu, YADEM çatısı altındaki yaşlılara hastalıkla ilgili önemli bilgiler verirken ailelere ise muhtemel bir teşhis durumunda ne yapmaları gerektiği konusunda aktarımlar yaptı. Hastalığa karşı farkındalığın artması ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorluklara dikkat çeken alanında uzman iki isim, hastalar üzerinden örnekler vererek “Alzheimer ile yaşamak” konu başlığını masaya yatırdı. Konferansı İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Kayhan Özdemir, Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı Ahmet Öksüzoğlu da takip etti. Sabır, anlayış ve inancın en önemli başlıklar olduğunu vurgulayan uzmanlar, konuyla ilgili ciddi bir motivasyon ortaya koydu. "Sabır ve anlayış doğru yola götürür" Doç. Dr. Yeşim Güzey Aras, “Hastalarımızın yaşam kalitesini artırmak çok önemli bir etken. Alzheimer hastalarının ihtiyaçlarını anlamalı ve onlara uygun bir destek sunmamız çok önemli. Hastalarımızın günlük rutinlerine devam etmesini sağlamak onlar üzerindeki olumlu etkileri ciddi şekilde artıracaktır. Bu noktada bizi sabır ve anlayış huzurlu bir yola iletecektir” dedi. "Etkili iletişim ve doğru yöntemler" Konuşma terapisti Emrah Karacaoğlu ise uygulamalı yöntemler ile bu sorunların nasıl üstesinden gelinebileceği hakkında pratik bilgiler paylaşarak etkili iletişimin stratejik önemini vurguladı. Karacaoğlu, “Hastaların genellikle konuşma bozuklukları ve yutma güçlükleri yaşıyor, bu durumun hem hastanın hem de bakım veren aile yakınlarının yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Hastalarımızla sağlıklı bir iletişim kurarak onları anlamaya ve anlaşmayı sağlamalıyız” ifadelerine yer verdi. Program sonunda uzman isimlere sorular soran YADEM’in yaşlıları tansiyonlarını ölçtürerek farkındalık adımı için teşekkür etti.
1 yaşındaki bebeğin organları 4 hastaya umut oldu
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:54 1 yaşındaki bebeğin organları 4 hastaya umut oldu Konya Şehir Hastanesinde uzun süredir tedavi gören ve beyin ölümü gerçekleşen 1 yaşındaki bebeğin bağışlanan organları 4 kişiye umut oldu. Konya’da 1 yaşındaki bebeğin yaklaşık 30 gündür tedavi gördüğü Konya Şehir Hastanesinde beyin ölümü gerçekleşti. Bebeğin ailesinin onayıyla alınan kalp, karaciğer ve 2 böbreği, organ bekleyen 4 hastaya nakledilecek. Konya Şehir Hastanesi Organ Nakil Koordinatörü Uzman Doktor Mehmet Akif Yazar, "Bugün hastanemizde 1 yaşında beyin ölümü gerçekleşen bir çocuğumuzun organ nakli gerçekleşti ve organlar Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde, Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nde organ bekleyen hastalara nakledildi. Bugünkü vaka 1 yaşında bir hastamızdı. Beyin ölümü gerçekleştikten sonra organlarını aile bağışladı. Daha sonra 4 tane organımız kalp, karaciğer ve 2 böbrek Ankara’daki ve Antalya’daki nakil merkezlerine nakledildi. Şu an organlar orada bekleyen kişilere umut oldu" dedi. "Küçük yaştaki çocuklardan da nakil gerçekleştirilebiliyor" Uzman Doktor Mehmet Akif Yazar, "En çok merak edilen konulardan bir tanesi de küçük yaştaki çocuklardan da nakil gerçekleştirilebiliyor. 1 yaş gibi küçük yaşlardaki çocuklarda da beyin ölümü gerçekleşebiliyor ve ailelerinin organ naklini onaylamaları durumunda bu kişiden çıkarılan organlar yaklaşık aynı yaşta olan ve organ bekleyen hastalara nakil edilebiliyor" şeklinde konuştu. "İnsanlar bu konuya birazcık daha dikkat gösteriyorlar" Uzman Doktor Yazar, "Herkesin bildiği gibi aslında ülkemizdeki en ciddi konulardan bir tanesi de organ nakli. Çünkü ülkemizde yaklaşık 30 binden fazla kişi şu an organ için bekleme listesinde. Bugünkü vakada ailemizin çocuklarının organlarını bağışlamaları aslında ülkemizde halkımızın artık bu konuya daha duyarlı olduğunu gösteriyor. Biz hekimler de bu konuda daha fazla gayret ederek organ bekleyen hastalara birer derman olmaya çalışıyoruz" diye konuştu.
Uzmanından çay ve kahve seven reflü hastalarına önemli uyarılar
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:40 Uzmanından çay ve kahve seven reflü hastalarına önemli uyarılar Dünyada ve ülkemizde en çok tüketilen içeceklerin başında çay ve kahve geliyor. Gün içinde aşırı tüketilen çay ve kahvenin reflünün semptomlarını arttırdığını söyleyen Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Bilal Toka, özellikle reflü şikayetlerinin aktif olduğu dönemlerde bu içecekleri tüketirken daha kontrollü olunması gerektiğine değindi. Medicana Sağlık Grubu Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Bilal Toka, çay ve kahve seven reflü hastaları için önemli uyarılarda bulundu. Çay ve kahve reflüyü tetikliyor Gastroözofagial reflü hastalığının (GERD), mide asidinin yemek borusuna geri kaçması sonucu ortaya çıkan klinik bir durum olduğunu belirten Medicana Konya Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Bilal Toka, “Bu patolojik durum, özofajit, göğüs ağrısı, yanma hissi ve yutma güçlüğü gibi semptomlarla kendini gösterir. Çay ve kahve, tüm dünyada yaygın olarak tüketilen içeceklerdir ve GERD üzerindeki etkileri konusunda çeşitli araştırmalar ve teoriler bulunmaktadır. Reflü hastalarının çok fazla çay ve kahve tüketmesi, hastalığın semptomlarının daha şiddetli hissedilmesine sebep olur. Özellikle tedavi süresince çay ve kahve tüketiminin azaltılması, şikayetlerin de azalmasını sağlar” dedi. Reflü hastalığında birden fazla şikayetin bir arada görülebildiğini, genellikle yanlış beslenmenin reflüyü tetiklediğini ifade eden Doç. Dr. Bilal Toka, şöyle devam etti: “Reflü, genellikle yemeklerden sonra şikayetlerin başladığı bir hastalıktır. Besinlerin asit seviyeleri reflüyü doğrudan etkileyebilir. Reflüde mide ekşimesi, göğüs ağrısı, boğazda yanma hissi, öksürük gibi semptomlara yol açabilir ve kronik sinüzit, astım gibi başka birçok hastalığın oluşmasında da rol alabilir. Reflü hastalarının kahve, çay, soğan, turşu, acı pul biber, sarımsak, çiğ salata gibi yiyecek ve içecekleri dikkatli tüketmesi gerekir.” “Aç karnına çay ve kahve tüketilmemeli” Gün içinde aşırı tüketilen çay ve kahvenin reflünün semptomlarını arttırdığını söyleyen Doç. Dr. Bilal Toka, özellikle reflü şikayetlerinin aktif olduğu dönemlerde bu içecekleri tüketirken daha kontrollü olunması gerektiğine değindi. Çayın ve kahvenin türünün, hazırlama şeklinin de önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Toka, “Kafeinsiz ya da kafein miktarı düşük, daha açık çaylar ve koyu olmayan kahve türleri tercih edilmelidir. Demleme süresi uzun olan çaylar daha yüksek kafein ve tanen içerebilir. Asit içeriği fazla olan çay ve kahve türlerinden kaçınılması gerekir. Bu nedenle, çay tüketiminizi kısıtlamak ve daha hafif türleri tercih etmek, reflü semptomlarını bir miktar azaltabilir. Kahvenin asit yapısı da reflü semptomlarını kötüleştirebilir. Koyu kavrulmuş kahvelerde kinik asit oranının yüksek olduğu bilinmektedir. Koyu kavrulmuş kahve tüketmek, mide yüzey mukozasını tahriş edebilir. Kahveye eklenerek tüketilen diğer ürünler (süt, şeker, krema gibi) de reflü semptomlarını etkileyebilir. Örneğin, süt eklenerek kahve yumuşatılarak reflü semptomları hafifletilirken, kahveye şeker ve kremalar eklenerek de semptomlar daha da kötüleştirebilir. Türk kahvesi de oldukça koyu ve telve içeren bir kahve olup reflü şikayetlerini belirgin derecede artırabilir. Ayrıca çay ve kahvenin yemekle birlikte tüketilmesi, aç olarak tüketilmesine göre daha az mide şikayetleri oluşturacağı için öğünlerle birlikte alınması mide üzerindeki olumsuz etkilerini azaltabilir” ifadelerini kullandı. Geleneksel tedavi yöntemleri arasında yaşam tarzı değişiklikleri, çeşitli ilaçların kullanımı ve cerrahi müdahaleler yer alırken, yeni geliştirilen endoskopik antireflü tedavilerinin reflü tedavisinde bir devrim ortaya çıkardığını kaydeden Doç. Dr. Bilal Toka, “Bu yöntemlerle, minimal invaziv bir yaklaşımla, açık ameliyat gerekmeden reflüye zemin hazırlayan yapısal bozukluklara endoskopik olarak düzeltici müdahaleler yapılabilmektedir. Hastaların iyileşme süresi açık cerrahi tedavilere göre daha kısa olmaktadır. Ayrıca hastaneye yatış ihtiyacı ve genel anestezi ihtiyacı olmadığı için de tedavi süresi kısalmaktadır. Endoskopik sütür yerleştirme, argon veya radyofrekans ablasyonu, antüreflü mukozektomi ve fundoplikasyon gibi teknikler, yemek borusunun alt kısmındaki kasları güçlendirerek mide asidinin yemek borusuna kaçışını engeller. Doğru endikasyonlarla kişiye uygun tedavi uygulaması alan hastalar, şikayetlerinin azaldığını ve yaşam kalitelerinin yükseldiğini kısa sürede fark edebilirler” dedi.
‘Çocuklarda tablet kullanımına sınır konulmalı’
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:30 ‘Çocuklarda tablet kullanımına sınır konulmalı’ Zorunlu durumlar dışında belli kurallar çerçevesinde ve belirli sürelerle çocukların teknolojik cihazları kullanmasına izin verilebileceğini söyleyen Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Aydın, “Özellikle okul öncesi dönemde, anne-baba etkileşimine açık ve doğru programlarla teknolojik aletlerin çocuklar üzerinde olumlu etkileri de olabilir. Uygun kullanım kuralları ve sınırlamalar çerçevesinde bu araçların faydalı olabileceği unutulmamalıdır” dedi. Liv Hospital Samsun Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Aydın, çocuklarda teknolojik cihaz kullanımı hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Ömer Faruk Aydın, zorunlu durumlar dışında belli kurallar çerçevesinde ve belirli sürelerle çocukların teknolojik cihazları kullanmasına izin verilmesinin uygun olabileceğini belirtti. “2 yaşından küçükler için uygun değil” 2 yaşından küçük çocukların teknolojik aletlerin kullanmasının önerilmediğini vurgulayan Prof. Dr. Aydın, “Çünkü dil, zihinsel, hareket ve sosyal-duygusal becerilerin gelişimi için anne-baba ve diğer yetişkinlerle sosyal etkileşim gereklidir. Okul öncesi dönemde, günlük kullanım süresi 1 saati geçmemelidir. İlk ve ortaokul döneminde ise hafta içi okul günlerinde 1 saat, tatil günlerinde ise 2 saati aşmamalıdır” diye konuştu. “Uykudan önce kullanılmamalı” Uykudan önceki 1 saatlik zaman diliminde dijital elektronik aletlerin kullanımının önerilmediğini belirten Prof. Dr. Aydın, “Ayrıca, kullanılacak sürenin bölünerek birkaç seferde kullanılması uygun olabilir. Ancak eğitim amaçlı kullanımlar, görüntülü görüşmeler veya konuşmalar bunun dışında tutulabilir” ifadelerini kullandı. “Uygun sınırlar konulmalıdır” Günümüzde çocuklar ve ergenler arasında dijital elektronik aletlerin yaygın kullanılmasının, bu araçların eğlence aracı haline gelmesine ve özel dillerin oluşmasına yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Aydın, “Ayrıca, sosyal iletişimde önemli bir rol oynamakta ve teknolojiyle olan bağlantılarını sağlamaktadır. Özellikle okul öncesi dönemde, anne-baba etkileşimine açık ve doğru programlarla teknolojik aletlerin çocuklar üzerinde olumlu etkileri olabilir. Uygun kullanım kuralları ve sınırlamalar çerçevesinde bu araçların faydalı olabileceği unutulmamalıdır” şeklinde konuştu.
Akıllı lens ile uzak ve yakını görmek mümkün
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:21 Akıllı lens ile uzak ve yakını görmek mümkün Kayseri DOKTORÖZ Göz ve Cerrahi Lazer Merkezi Başhekimi ve Vitreoretinal Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Özkırış, akıllı lensler hakkında bilgi verdi. Akıllı lensler son zamanlarda oldukça gündemde olup, uzak yakın veya hem uzak hem yakın görme sıkıntısı yaşayan hastalara konfor sağlıyor. Gözde görme işlevini kaybeden mercek ameliyat ile çıkarıldıktan sonra yerine “akıllı lens” denilen mercekler yerleştiriliyor. Yaklaşık 10 yıldır katarakt ameliyatlarında uygun hastalar için tercih edilen lensler, görme sorununa çözüm sağlıyor. Kayseri DOKTORÖZ Göz ve Cerrahi Lazer Merkezi Başhekimi ve Vitreoretinal Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Özkırış; akıllı lensler hakkında bilgi verdi. Görme işlevini yitiren mercekler yerine “akıllı lensler” Akıllı lensler hastaların görme sorununa çözüm olabilecek düzeyde etkili yapıdadır. Buradaki amaç, gözde doğuştan var olan ve artık işlevini yitirmiş mercek yerine yapay bir mercek uygulayarak hastanın görme kalitesini olabildiğince artırmaktır. Akıllı lensler, gözünde katarakt hastalığı olan ve bu nedenle ameliyat olması gereken hastalar için uygulanmaktadır. Bunun için uygun hastalar tercih edilmeli ve akıllı lens ameliyatı uygulanmalıdır. Uygun hasta seçimi önemli Hasta seçiminin oldukça önemli olduğunu söyleyen Kayseri DOKTORÖZ GÖZ ve CERRAHİ LAZER MERKEZİ Başhekimi ve Vitreoretinal Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah ÖZKIRIŞ, sözlerine şöyle devam etti. Bu akıllı lensler, katarakt hastalığı veya yüksek myop veya hipermetrop olan hastalara uygulanabilir. Ancak diyabet (şeker), sarı nokta, ileri astigmat, şaşılık, kerotokonüs ve korneal problemleri olan hastalar için de akıllı lens uygulamaları tercih edilmez. Göz içine yerleştirilen bu teknoloji harikası lensler bifokal (iki odaklı) ve trifokal (üç odaklı) olmak üzere üç çeşittir. Akıllı lens kullanmak için hastaya önce standart katarakt ameliyatı uygulanmalı ve hastanın kendi orijinal lensi çıkartılıp yerine uygun mercek yerleştirilmelidir. Ameliyat, standart katarakt ameliyatı gibi 8-10 dakika kadar sürmektedir. Bu operasyon sırasında göze dikiş uygulanmamakta ve hastalar aynı gün taburcu edilmektedir. Hastanın yaşam kalitesini artıyor Trifokal mercek takılan hastalar ise ameliyattan sonra gözlüksüz kitap okuyabilir, bilgisayar kullanabilir ve televizyon izleyebilir. Hastanın yaşam kalitesi de böylelikle artırmaktadır. Uygun hastalara öncelikli olarak trifokal mercekler önerilmeli ve gereksiz ameliyat riski de ortadan kaldırılmalıdır.
Sedef hastalığı ve sedef romatizmasına dikkat
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:18 Sedef hastalığı ve sedef romatizmasına dikkat Toplumda yüzde 1-3 oranında görülen, deride kırmızı, kabarık ve üzeri sedef beyazı kabuklarla kaplı deri keşfetmek ile tanımlanan sedef hastalığı, bulaşıcı olmamasına rağmen değişik hastalıkları tetikleyebiliyor. SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Bünyamin Kısacık ile Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım, sedef hastalığı ve sedef romatizmasını değerlendirdi. Prof. Dr. Kısacık, sedef hastalığının gerçekten çok zor cilt hastalığı olduğunu, vücudun her tarafını etkileyebildiğini belirterek, “Ancak bizim için bu hastalığın farklı tarafı sedef hastalığının romatizmaya neden olabilmesidir. Sedef hastalarında ortalama 5-7 yıl sonrasında sedef romatizması gelişebilir” dedi. Hastaların büyük kısmında önce sedef hastalığı, sonra romatizma gelişirken bir kısmında ise önce romatizma sonra sedef ya da eş zamanlı iki durum bir arada ortaya çıkabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kısacık, şöyle konuştu: “Bu hastalık herkeste romatizmaya neden olmuyor. Ancak farklı coğrafyalarda yapılan çalışmalarda sedef hastalarının yaklaşık yüzde 20 kadarında sedef romatizması gelişebildiği anlaşılmıştır. Sedef romatizmasına yatkın sedef hastaları, özellikle saçlı deride sedefi olan hastalar ve tırnaklarında sedef tanılarına rastlanan kişilerdir.” Tanı ve tedavisi Sedef ve romatizma var ise bu hastaların sedef romatizması tanısı aldığını anlatan Prof. Dr. Kısacık, “Bazı kişilerde önce romatizma sonra sedef ortaya çıkmaktadır. Bu teşhiste romatoloji uzmanının tecrübesi önemlidir. Uygun eklem tutulum şekillerine göre tanı konmaktadır” ifadelerini kullandı. Sedef romatizması tedavisinin ekip işi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kısacık, şöyle devam etti: “Bazı hastalarda sedef hastalığı baskınken bazı hastalarda ise romatizma daha baskındır. Bu yüzden dermatoloji ve romatolojinin iş birliği büyük önem taşımaktadır. Hastalar sıklıkla birlikte değerlendirilmekte ve tedaviye ortak karar verilmektedir. Tedavide uluslararası kılavuzların önerdiği yol şu şekilde sıralanabilir: ‘Hastaların hastalığı ve gidişatı konusunda bilgilendirilmesi’, ‘Sedef hastalığına eşlik eden diğer hastalıkların kontrolü’, ‘Kilo kontrolü ve egzersiz’, ‘Sedef romatizmasının tutulum yerine planlanan ilaç tedavisi’. 2000’li yılların başından itibaren ilaç tedavilerinde çok önemli değişiklikler oldu. Biyolojik tedavi dediğimiz çok etkili ilaç tedavileri kullanmaya başladık. Farklı tedavi alternatifleri hem sedef hastalığına hem de sedef romatizmasını çok etkili ve hızlı olarak tedavi edebilmektedir. Sedef ve sedef romatizması hastalarının tüm sorunlarına ekip olarak yaklaşmaya ve en doğru tedaviyi verme çabamıza devam edeceğiz.” Sedef hastalığı her yaş grubunda ortaya çıkabilir SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım ise sedef hastalığının çocukluk döneminde daha nadir görülmekle birlikte her yaş grubunda ortaya çıkabildiğine vurgu yaptı. Hastalığın kesin nedeninin henüz bilinmediğini, ancak ortaya çıkmasında hem genetik hem de çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığına işaret eden Doç. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sedef hastalığı görünür lezyonları nedeni ile hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde bozabilmektedir. Yapılan araştırmalar sedef hastalığının hayat kalitesini diyabet (şeker hastalığı), tansiyon ve kalp hastalıklarına kadar yol açabildiğini göstermiştir. Özellikle el, ayak, saçlı deri, genital bölge gibi fonksiyonel öneme sahip bölgelerde görülen deri lezyonları hastaların yaşam kalitesini daha fazla bozabilmektedir. Görünür bölgelerde olan lezyonlar bulaşıcı sanılıp hastalar toplum tarafından damgalanabilmektedir. Bu da zaten daha hassas kişilik yapısına sahip sedef hastalarını psikolojik açıdan daha fazla etkileyebilmektedir. Yani sedef hastalığı strese sebep olmakta, stres de sedef hastalığını tetikleyerek psikolojik hastalıklarla sedef hastalığı arasında çift yönlü bir etkileşim oluşturmaktadır.” Sadece deriyi ilgilendirmiyor Günümüzde sedef hastalığına eşlik edebilen çok sayıda hastalığın tespit edilmesinin aslında sedefin sadece deriyi ilgilendirmekle sınırlı kalmayan sistemik bir hastalık olduğu görüşünü desteklediğinin altını çizen Doç. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti: “Yaygın deri hastalığı olan sedef hastalarında kalp ve damar hastalıkları, kalp krizi, şeker hastalığı gibi sistemik hastalıklara yakalanma riski maalesef daha yüksektir. Sedef hastalığı nadiren ‘Eritrodermik’ ve ‘Püstüler’ formları ile hayati tehlike oluşturabilmektedir. Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilmektedir. Sedef hastalığı tedavisini planlarken cilt hastalıkları uzmanının yanı sıra farklı uzmanlık dallarının bir arada tedaviye karar vermesi tedavi başarısını artırmaktadır. Özellikle sedef hastalarında gözlenebilen eklem tutulumu ki buna sedef romatizması (psoriatik artrit) da denilmektedir dermatolog ve romatolog iş birliğini tedavide son derece önemli kılmaktadır.” Sedef hastalığı iyileşir mi? Sedef hastalarının hekimlerine yönelttiği en merak edilen sorunun “Sedef hastalığım iyileşir mi?” sorusu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Yıldırım, bu sorunun kesin bir yanıtının bulunmadığını ifade etti. “Kesinlikle yanlış diyebileceğimiz yanıtlar arasında ‘yaşam boyunca devam eder’ ve ‘verdiğim tedavi ile yüzde 100 iyileşir’ değerlendirmelerinin bulunduğunu bildiren Doç. Dr. Yıldırım, hastalık seyrinin hastadan hastaya değişkenlik gösterdiğini belirtti. Doç. Dr. Yıldırım, “Kimi hastada sedef hastalığı tamamen kaybolabilmekte, kimi hastada ise ara ara alevlenme ara ara iyileşme dönemleri ile seyredebilmektedir” uyarısında bulundu. Sedef hastalığının tedavisi nasıl yapılır Sedef hastalığı tedavisine karar verirken hastalığın şiddeti ve sedefin hasta yaşam kalitesi üzerine etkisinin belirlenmesinin son derece önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı: “Genellikle vücudun yüzde 10’undan daha azında lezyonlar bulunmakta ise krem tedavileri uygulanmaktadır. Ancak hastanın yaşam kalitesini etkileyen el, ayak, genital bölgelerinde lezyon var ise veya krem tedavileri ile hiç düzelme sağlanamamışsa hastalarda krem tedavisinin yanı sıra sistemik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ve iğneler tedavide kullanılabilmektedir. 2000’li yılların başında geliştirilen biyolojik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ile son zamanlarda sedef hastalığı daha az yan etki ile daha etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Tabi tedavi planı yapılırken hasta ile her hastaya göre farklı şekilde tedavi planı belirlenmektedir. Yine tedavi planlanırken daha önce de belirttiğim gibi eklem tutulumunun romatoloji uzmanı birlikte değerlendirilmesi son derece önemlidir.” Sedef hastalarının dikkat etmesi gereken konular Doç. Dr. Yıldırım, sedef hastalarının tansiyon, kalp hastalıkları ve şeker hastalığına daha yatkın olmaları nedeni ile beslenmelerine dikkat etmelerinin çok önemli olduğunu söyledi. Hastaların kesinlikle yememesi gereken bir besin olmamakla birlikte sağlıklı beslenmelerinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yıldırım, uyarılarını şöyle sıraladı: “Aşırı kilo alımından kaçınmaları gerekmektedir. Kilo artışı sedef hastalığını şiddetlendirebildiği gibi sedef hastaları kilo almaya daha yatkındır. Bu nedenle fast food, karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden hastaların kaçınması gerekmektedir. Alkol ve sigara kullanımı sedef hastalığını şiddetlendirmektedir. Bazı ilaçlar sedef hastalığını şiddetlendirebildiği için ilaç kullanımına son derece dikkat edilmelidir. Sedef hastalığını tetiklediği düşünülen ilaçlar arasında sistemik alınan kortizon, lityum, bazı tansiyon ilaçları, mantar tedavisinde kullanılan ilaçlar ve aspirin bulunmaktadır. Beta hemolitik streptokok enfeksiyonları gibi bazı enfeksiyonlar hastalığı şiddetlendirmekte veya tetikleyebilmektedir. Bu nedenle el yıkama gibi genel hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.”
10 yıl sonra ateşsiz ve ağrısız uyandı
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 10:14 10 yıl sonra ateşsiz ve ağrısız uyandı 10 yıldan beri tükürük bezi iltihabı hastalığı olan ve iltihap sebebiyle her sabah yüksek ateş şikayetiyle uyanan Tahsin Çiftçi, yıllarda sonra tükürük bezi iltihabından kurtuldu. Tahsin Çiftçi, “Artık ateş içerisinde değil, rahat bir şekilde uyanabiliyorum” dedi. İzmir’de yaşayan Tahsin Çiftçi, 10 yıldan beri boğazındaki ağrı ve basınç ile güne başlıyordu. Tükürük bezlerinde bulunan iltihaplar yüksek ateşe neden olunca Çiftçi, yeniden şifa aramaya başladı. Yaptığı araştırmalar sonucunda, İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) Medical Point Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Hastalıkları Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Ceyda Tarhan’la tanışan Çiftçi, 10. yılın sonunda ateşsiz ve ağrısız bir güne başlayabildi. Dr. Öğr. Üyesi Ceyda Tarhan, Tahsin Çiftçi’nin tükürük bezlerine doz doz kortizon enjekte etti. Birinci dozdan itibaren ağrısı azalan Çiftçi, 10 yılın sonunda sağlığına kavuştu. Dr. Öğr. Üyesi Ceyda Tarhan, “Tahsin Bey’in hastalığı aslında kronik bir tükürük bezi iltihabı. Kendisinin hiçbir şekilde nedeni olmadan tükürük bezi iltihapları vardı. 10 yıl boyunca da birçok kez ameliyat geçirmiş; ama bir türlü şifa bulamamış. Tahsin Bey’in hastalığı gibi literatürde çok fazla hasta yok. Koyulaşmış tükürük bezi mukozaları tükürük salgısı ile tıkanıyor ve bu tıkanıklık ağrı yapıyor. Bu da iltihabı tetikliyor, vücuda ateş yapıyor. Bana başvurduğunda, bunun standart bir tedavisinin olmadığını söyledim. Hiçbir nedeni olmayan tükürük bezi iltihabı tekrarlayan hastalara yapılan tedavileri araştırdım. Tükürük bezlerine katater yolu ile kortizon enjeksiyonu yaptık. Kendisi ilk dozdan sonra rahatladığını ifade etti” dedi. Sağlığına kavuştuğu için mutluluğunu dile getiren Tahsin Çiftçi de, “Sabahları özellikle tükürük bezlerimde sağda ve solda basınç hissediyordum. Ateş yapıyordu. Ciddi anlamda rahatsızlık içerisinde uyanıyordum. 10 boyunca doktorlar ilaç verip gönderdiler. Yorgun uyanıyordum, daha sonra hep ateş problemi ile karşılaşıyordum. Ateşimin yükselmesi yaşam kalitemi düşürüyordu. Her gün bu şekilde uyanmak benim yaşam kalitemi düşürüyordu. Ceyda Hanım’ın uyguladığı tedavi sonrası sorunlarım kalmadı. Birinci dozdan itibaren büyük bir rahatlama hissettim” diye konuştu.
İzmir’e ‘psikolojik’ destek
19 Ağustos 2024 Pazartesi - 09:55 İzmir’e ‘psikolojik’ destek Psikolojik desteğe ihtiyaç duyan kişilere en uygun şartlarda hizmet vermek amacıyla İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) tarafından açılan Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (PUAM), 5’inci yılını doldurdu. Kaygı bozuklukları, ilişkisel sorunlar ve depresyon gibi birçok konuda İzmirlilere psikoterapi sağlayan merkezden şimdiye kadar 780 kişi yararlanırken, toplamda 6 bin 207 seans gerçekleştirildi. İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (PUAM)’nin 5. kuruluş yıl dönümü için kutlama töreni düzenlendi. Programa; İEÜ Rektörü Prof. Dr. Yusuf Hakan Abacıoğlu, önceki dönem rektörü Prof. Dr. Murat Aşkar, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aslı Ceylan Öner, PUAM Müdürü Dr. Yasemin Meral Öğütçü, PUAM Danışma Kurulu Üyesi Uzman Psikolog Ayşe Özgener, akademisyenler, öğrenciler, mezunlar ve davetlilerin katılımıyla gerçekleşti. Program, kokteyl ve PUAM hakkında yapılan bilgilendirmeyle devam etti. Törende konuşan Rektör Abacıoğlu, PUAM’ın eğitim, bilgi üretimi ve toplumsal katkı açısından özel bir örnek oluşturduğunu ifade etti. Prof. Dr. Abacıoğlu, “Dünya Sağlık Örgütü sağlığı; biyolojik, psikolojik ve sosyal iyilik hali olarak tanımlıyor. Son yıllarda psikolojik iyilik halinin tüm sağlığı ne denli etkilediğine yönelik kanıtlar giderek artıyor. Klinik psikologların, toplumun ruh sağlığının korunması ve iyileştirilmesinde çok önemli bir yere sahip olduğu tartışmasız bir gerçek. 5 yıl önce PUAM, klinik psikoloji öğrencilerimizin üst düzeyde mesleki becerilere sahip klinisyenler olarak yetişebilmeleri için gerekli gözlem ve uygulamaların yapılacağı bir merkez olarak kuruldu. Bu doğrultuda öğrencilerimiz, değerli hocalarımızın gözetiminde, danışanlara psikolojik destek sağlayarak hem eğitim alıyor hem de kişilerin sürdürülebilir psikolojik iyilik halini kazanmasına yardımcı oluyor” dedi. PUAM’ın çeşitli araştırmalar yoluyla bilgi üretimine de büyük katkı sağladığını vurgulayan Prof. Dr. Abacıoğlu, “Üniversitelerin 3 temel görevi olan eğitim, bilgi üretimi ve toplumsal katkı açılarından PUAM’ın çok özel bir örnek oluşturduğunu söylemeliyim. PUAM’ı daha da yukarıya taşıyacak akademik kapasiteye ve yönetsel iradeye sahibiz. Bunu bir söz olarak alabilirsiniz” ifadelerini kullandı. PUAM Müdürü ve İEÜ Psikoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Yasemin Meral Öğütçü de, kısa sürede birçok başarılı çalışmaya imza attıklarını söyleyerek, “İnsanların erişilebilir psikolojik hizmetlere ulaşabilmesi, temel bir hak ve ihtiyaçtır. Tıpkı beden sağlığı gibi ruh sağlığı da aynı derecede önemli. Bu noktada merkezimiz, toplumsal katkı yönünden büyük bir öneme sahip. PUAM, bir yandan psikolojik sorunlar yaşayan bireylere destek sunarken, diğer yandan nitelikli ve etik ilkelere bağlı klinik psikologlar yetiştirme misyonunu başarıyla sürdürüyor. 5 yıl içinde, yüzlerce danışana erişilebilir psikoterapi hizmeti sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz; ayrıca, klinik psikoloji yüksek lisans öğrencilerimize deneyimli süpervizörlerimizin rehberliğinde nitelikli eğitim imkanı sunmanın ve onlarca öğrencimizi başarıyla mezun etmenin gururunu taşıyoruz” diye konuştu.