SAĞLIK
Sinop’ta 112’ye yapılan çağrıların yüzde 71,99’u vakaya dönüşmeyen ihbarlar 20 Eylül 2024 Cuma - 14:18:23 Sinop’ta 2024 yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’unun vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluştuğu, asılsız ihbarda bulunan 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulandığı açıklandı. Sinop’ta “Acil Çağrı Hizmetleri İl Koordinasyon Kurulu Toplantısı” gerçekleştirildi. Toplantıda, 112 Acil Çağrı Merkezi’nin vatandaşlara daha iyi hizmet verebilmesi için yapılması gerekenler gündeme getirildi. Kurumun çalışma sistemi, görevleri, iş ve işleyişi, acil çağrı hizmetlerinin daha etkin sunulması için yapılabilecekler ile birlikte acil çağrı hizmetleri veren kurumlar arasında koordinasyon ve iş birliğinin sağlanması ve olası doğal afet durumunda yapılacak müdahaleler ile ilgili fikir ve öneriler masaya yatırıldı. 14 şahıs hakkında idari para cezası Toplantıda konuşan Sinop Valisi Mustafa Özarslan, acil çağrı merkezlerinin, toplumun güvenliği ve sağlığı açısından son derece önemli olduğunu vurguladı. Özarslan, “2024 Yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’u, vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluşmaktadır. 54 bin 645 çağrıya ise ivedilikle cevap verilerek ilgili kurumların ekipleri sevk edilmiştir. 112 Acil Çağrı Merkezi’ni gereksiz yere meşgul etmek ve asılsız ihbarda bulunmak fiillerinden dolayı 2023 yılında 11 şahıs hakkında, 2024 yılında ise 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulanmıştır” dedi. 112 Acil Çağrı Merkezi’nin tanıtımı, bilgilendirilmesi, olay anında vatandaşların nasıl iletişim kuracağı ve asılsız ihbarların önüne geçilmesinde kurumsal iş birliğinin önemine dikkat çeken Vali Özarslan, bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerinin devam edeceğini sözlerine ekledi.
20 Eylül 2024 Cuma - 13:36 Alzheimer 65 yaş üstünde yüzde 5 civarında görülüyor Alzheimer hastalığının görülme sıklığının yaşla birlikte arttığını belirten Prof. Dr. Özgür Bilgin Topçuoğlu, “Hastalık 65 yaş üstü bireylerde yaklaşık yüzde 5 oranında görülürken, geçen her 5 yılda bir hastalık sıklığı iki kat artar” dedi. Alzheimer hastalığının seyrinde zihnin fonksiyonel özelliklerinin olabildiğince korunmasının önemli olduğunu vurgulayan Topçuoğlu, “İşleyen demir ışıldar. Zihin ne kadar meşgul tutulursa, ne kadar çok uyaran alırsa fonksiyonelliği o ölçüde devam eder. Bulmaca çözmek, kitap okumak, örgü örmek ve benzeri uğraşlar mevcut yetileri korumak açısından çok önemlidir. Ancak her birey ve her hasta şahsına özeldir. Hastalığın ilerleme hızı değişkenlik gösterebilir” uyarısında bulundu. Hastalığın erken evrede teşhis edilmesini sağlamak, farkındalık oluşturmak ve insanları bilinçlendirmek amacıyla her yıl 21 Eylül, Dünya Alzheimer Günü olarak anılıyor. İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özgür Bilgin Topçuoğlu, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada hastalığın nedenleri, alınabilecek önlemler ve beyin sağlığının korunmasına ilişkin değerlendirmede bulundu. Alzheimer’ın gelişiminde pek çok etken var Alzheimer hastalığının gelişiminde tek bir kesin sebebin belirtilemeyeceğini kaydeden Topçuoğlu, “Şu an kabul edilen görüş genetik, yaşam biçimi ve çevresel etkenlerin bireyleri birlikte etkilemesi sonucu hastalığın geliştiği yönündedir. Kesin olarak Alzheimer’a sebep olduğu bilinen genler olmakla birlikte hastaların yüzde 1’inden daha az kısmında bu genler saptanmaktadır” dedi. Plakların miktarı ve yerleştiği bölge önemli Alzheimer tanısında beyinde oluşan plakların miktarı ve yerleştiği bölgenin önemli olduğunu vurgulayan Topçuoğlu, “Bireyin beyninde bir çeşit protein olan amilodden oluşan plaklar ve yine bir çeşit protein olan taudan oluşan nörofibriller yumaklar gelişerek beyin hücresi kaybı ve beyin hacminde küçülme ortaya çıkar. Bu plaklar ve yumaklar Alzheimer hastalığı tanısı için gerekli ancak yeterli değildir. Çünkü her ikisi de normal yaşlanmayla birlikte belli miktarda her yaşlı bireyde görülür. Alzheimer için tanısal olan, bu plakların miktarı ve özellikle beyinde yerleştiği alanlardır. Tahmin edileceği üzere bu plak ve yumakların beyinde hafıza, dil, yönetici fonksiyonlar gibi bilişsel işlevleri yöneten bölgelerde birikmesi ile Alzheimer hastalığı gelişir” diye konuştu. Hastalığa yatkınlık Alzheimer riskini artırıyor Alzheimer’a ait yatkınlığa sahip olmanın gelecekte Alzheimer hastası olmanın ilk şartı olduğunu belirten Topçuoğlu, kardeşlerden birinde Alzheimer görülürken diğerlerinde hastalığın görülmemesinin nedenlerini şöyle açıkladı: “Bireylerin doğduğu andan itibaren sahip olduğu genetik materyal, hayatı boyunca sahip olacağı, sahip olmaya yatkın olduğu hastalıkların kodunu taşır. Alzheimer’a ait yatkınlığa sahip olmak, gelecekte Alzheimer hastası olmanın ilk şartıdır. Buna ek olarak çevresel toksinler, çevresel uyaran azlığı, yetersiz uyku, uzun süreli fiziksel ve psikolojik strese maruz kalmak, alkol ve keyif verici madde kullanımı yatkınlığı olan bireylerde hastalığın gelişimini kolaylaştırmakta ve hızlandırmaktadır. Dolayısıyla aynı fiziksel çevrede, aynı ailede yetişmiş kardeşlerin bile bir kısmında hastalık görülürken, bazı kardeşlerde hiçbir zaman gelişmeyebilir. Bu durum sağlıklı kardeşlerin, doğuştan gelen hastalığa yatkınlığa ait genetik materyale sahip olmaması ile açıklanabilir.” Alzheimer hastalığının sıklığı yaşla beraber artıyor İleri yaşlara erişen her bireyin Alzheimer’a yakalanmasının söz konusu olmadığını ifade eden Topçuoğlu, “Ancak burada bir görecelilik durumu söz konusudur. Alzheimer hastalığının sıklığı yaşla birlikte artmaktadır. 65 yaş üstü bireylerde yaklaşık yüzde 5 civarında görülürken, geçen her 5 yılda bir hastalık sıklığı iki kat artar. 50 yıl önce ortalama yaşam süreleri çok daha kısa olduğundan 65 yaşına ulaşan ve geçen insan sayısı çok azdı. Bu kişilerin de belli bir kısmında Alzheimer gelişeceği düşünülürse toplumda Alzheimer sıklığı çok düşük olarak saptanıyordu. Oysa uzayan yaşam süreleriyle birlikte artık her ailede en az bir, bazen daha çok sayıda 80 yaş üstü birey bulunuyor. Hastalığın görülebileceği yaş grubu toplumu arttıkça da doğal olarak artık daha çok sayıda Alzheimer hastası ile karşılaşıyoruz” diye konuştu. Kadın cinsiyet, kafa travması, yetersiz uyku gibi faktörlere dikkat Alzheimer gelişimini kolaylaştıran faktörlere de değinen Prof. Dr. Özgür Bilgin Topçuoğlu, bunları ileri yaş, aile öyküsü ve genetik, kadın cinsiyet, hafif bilişsel bozukluk, kafa travması, inme, depresyon, hava kirliliği, aşırı alkol tüketimi, yetersiz uyku düzeni, fiziksel egzersiz yetersizliği, obezite, sigara kullanımı ya da pasif içicilik, hipertansiyon, yüksek kolesterol, iyi kontrol edilmeyen tip 2 diyabet ve sosyal izolasyon olarak sıraladı. İşleyen zihin ışıldar Alzheimer hastalığının seyrinde zihnin fonksiyonel özelliklerinin olabildiğince korunmasının önemli olduğunu vurgulayan Topçuoğlu, “İşleyen demir ışıldar. Zihin ne kadar meşgul tutulursa ne kadar çok uyaran alırsa fonksiyonelliği o ölçüde devam eder. Genel olarak tüm demans hastaları, özel olarak ise Alzheimer hastaları belli bir aşamadan sonra yeni bilgi öğrenme, kaydetme ve bu bilgiyi geri çağırma yeteneklerini kaybedeler. Dolayısıyla bu hastalarda ilk hedef halihazırda sahip oldukları yetilerin korunabildiği kadar korunmasıdır. Bulmaca çözmek, kitap okumak, örgü örmek ve benzeri uğraşlar mevcut yetileri korumak açısından çok önemlidir. Ancak her birey ve her hasta şahsına özeldir. Hastalığın ilerleme hızı değişkenlik gösterebilir” uyarısında bulundu. Antioksidan ve antienflamatuar besinlerin tüketimi önemli Beslenmenin Alzheimer gelişimi üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkilerine değinen Topçuoğlu, “Alzheimer ve benzeri nörodejeneratif (sinir sisteminde dejenerasyonla giden) hastalıkların patogenezinde oksidasyon ve inflamasyon oldukça önemli yer tutar. Dolayısıyla antioksidan ve antienflamatuar besinlerin tüketimi vücudu oksidasyon yan ürünlerinden korur ve nöroproteksiyona (sinir hücrelerinin korunmasına) katkıda bulunur” dedi. Akdeniz diyetiyle beslenme desteklenmeli Sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemini vurgulayan Prof. Dr. Özgür Bilgin Topçuoğlu, “Meyve, sebze, tam tahıllar, tohumlar/çekirdekler, kuruyemişler, zeytinyağı ve zeytinyağlı sebze yemekleri gibi besinleri içeren Akdeniz diyetiyle beslenme desteklenmelidir. Her gün mümkünse en az üç porsiyon değişik renkte sebze ve meyve tüketilmelidir. Günde en az 6-8 bardak sıvı tüketimi önemlidir. Su en kolay tercih olmakla birlikte alkol dışındaki tüm sıvılar hesaba alınabilir” tavsiyesinde bulundu.
Yanlış uygulanan hacamat ömür boyu geçmeyen yaralar ve ağrılar oluşturuyor
16 Eylül 2024 Pazartesi - 13:19 Yanlış uygulanan hacamat ömür boyu geçmeyen yaralar ve ağrılar oluşturuyor Uzmanlar mezoterapi, ozon ve halk arasında hacamat olarak bilinen kupa tedavisi hakkında uyarılarda bulundu. Son yıllarda akupunktur, mezoterapi, ozon ve yıllar boyu Anadolu’da uygulanan halk arasında hacamat olarak bilinen kupa tedavisine ilgi arttı. Artan ilgiye karşı uzmanlar, alanında yeterliliği olmayan kişilerin uygunsuz şartlarda uyguladığı işlemlerin vatandaşların sağlığını tehdit ettiğini aktardı. Vatandaşlara yetersiz kişilere işlemler yaptırmamaları noktasında uyarılarda bulunan uzmanlar, "Donanımsız yerlerde eğitimsiz kişiler tarafından yapılan işlemler sonucunda hastalar birçok olumsuzlukla karşı karşıya kalıyor. Televizyonlarda, gazetelerde, medyada tedavi verdiğini, hatta kendi ürettiği ürünler olduğunu tanıtan pek çok kişi olduğunu görüyoruz. Kendisini uzman diye tanıtan kişiler tabii ki hastalara büyük zarar vermekte.” ifadelerine yer verdi. “Yanlış uygulama geçmeyen ağrılara sebep oluyor” Yapılacak uygulamalar öncesi hastanın işleme uygun olup olmadığının belirlendiğine dikkat çeken uzmanlar, “Yaş kupa uygulaması yapmadan önce hastanın kan düzeyi normal mi, yaşı uygun mu, bunu yapmaya psikolojik hazırlığı var mı, tansiyonu düşer mi, diyabeti var mı bakıyoruz. Halk arasında bilindiği adıyla hacamat aslında akupunktur noktaları üzerine yapılıyor ve bu oldukça uzun bir eğitim gerektiriyor. Çok bilinçli bir şekilde yapılması gerekiyor. Yaş kupa uygulaması sırasında bisturi ya da bazı kesici, delici aletlerle cilt üzerinde birtakım çizikler ya da delikler açılıyor. Eğer bu kesik ve deliklerin derinliği fazla olursa ciltte yara dokusu oluşuyor. Bu yara dokusu da ömür boyu o hastada belki de bu bölgede geçmeyen ağrılara sebep oluyor. Sürekli gidip bir hacamat yaptırma isteği oluyor ama bu ilk uygulamada yapılan yanlışlıktan doğuyor” şeklinde konuştu.
Hamile kadının karnından 2,2 kiloluk kitle çıkarıldı, cenin ve anne kurtuldu
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:22 Hamile kadının karnından 2,2 kiloluk kitle çıkarıldı, cenin ve anne kurtuldu Samsun’da 8 haftalık hamile kadının karnından 2 kilo 160 gram ağırlığında bir kitle çıkartıldı. Çıkartılan kitle sayesinde anne sağlığına kavuşurken, hamileliği de devam etti. Karnındaki şişlik nedeniyle hastaneye başvuran 8 aylık hamile kadının karnında kitle görüldü. Medicana Sağlık Grubu Doktorlarından Prof. Dr. Cazip Üstün, içi hücre dolu olan ve diyafram boşluğundan itibaren karnı baskılayan kitleyi çıkartmak için 31 yaşındaki hastayı hemen ameliyata aldı. 1 saat süren ameliyat sonunda 2 kilo 160 gram ağırlığındaki kitle, hamile kadının karnından çıkartılırken, 8 haftalık cenin ve anne de hayata tutunmuş oldu. “8 haftalık gebe hastadan 2 kilo 160 gram kitle çıkarttık” Hastadan çıkardıkları kitlenin içinin sıvı değil, 2 kilo 160 gramlık kanser hücresiyle dolu olduğunun altını çizen Medicana International Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Cazip Üstün, “Hastamız 31 yaşında 8 haftalık gebe. Normal gebelik muayenesine gittiğinde karın içinde bir kitle görüldü. Bize karın içinde kitle ve gebelik şikayetiyle geldi. Yaptığımız ön tahlillerde karın içinde 30 santim çapında bir kitle gördük. Kitle solit (içi hücre dolu) yapıdaydı. Yani içi sıvı dolu değil. Solit olunca biraz onkojenik olma yani kanser olma ihtimali artıyor. Zaten daha 8 haftalık gebe olduğu için bu hamilelik boyunca büyümeye devam edecekti. Yani ameliyatını erteleyemezdik. Bugün ameliyata aldık. 30 santim çapında 2 kilo 160 gram ağırlığında sağ yumurtalığından köken alan bir kitle çıkarttık. Frozen (patolojik inceleme) imkanımız var hastanemizde baktık ve kötü huylu çıkmadı” dedi. “Ameliyatla kitleyi almasak, bebek ile kitle karına sığmayacaktı” Operasyon sonrası hamileliğin devam ettiğini ve devam etmesine fayda sağlayacak tedaviye başladıklarını ifade eden Prof. Dr. Cazip Üstün, “Ameliyattan sonraki çabamız, devam eden gebeliğini sürdürmek. Şimdi onun için gebeliği destekleyen tedavi yapacağız. Söz konusu kitle, bütün karnı diyafram dediğimiz göğüs boşluğuyla arasında olan perdeye kadar şu anda bile doldurmuştu. Daha da büyüdüğünde hasta nefes almakta zorluk çekecek veya gebelik ikisi birden sığmayacak karına, baskı yapacak, düşük olacak veya kitle torsiyon dediğimiz sapından dönecek. Akut karın oluşturacak. Acil ameliyata almak gerekecek. Yani operasyonu tam zamanında yapılmış bir ameliyat olarak düşünüyoruz. Bundan sonraki süreçte annenin tekrar gebe kalmasıyla alakalı hiçbir engel yok. Ne zaman arzu ederse gebe kalabilir tekrar. İnşallah şu anki gebeliği devam eder. Bu bebeği doğurduktan sonra bir iki sene ara verip, sonra bir daha çocuk yapabilir” diye konuştu. Ameliyatla karnından 2 kilo 160 gramlık iyi huylu kanser hücresi çıkartılan 31 yaşındaki hastanın genel sağlık durumunun iyi olduğu ifade edildi.
HPV virüsüne karşı uyarılar
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:15 HPV virüsüne karşı uyarılar HPV virüsüne karşı uyarıda bulunan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Semavi Ulusoy “Rahim ağzı kanseri vakalarının yüzde 80’inden fazlasında bu virüs rol oynar. Korunmak için 9-11 yaş arasındaki kız ve erkek çocukların aşılanması önerilmektedir” dedi. Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Semavi Ulusoy, tüm dünyada çok yaygın görülen İnsan Papilloma Virüsü (HPV) hakkında bilgi vererek 200’den fazla türü olan bu virüsün yaklaşık 40 türünün genital bölgede enfeksiyonlara, bazı türlerinin de el, ayak, ağız veya boğazda siğillere neden olabileceğini söyledi. Genital HPV türlerinin rahim ağzı kanserine yol açabilme ihtimaline göre "düşük riskli" veya "yüksek riskli" olarak gruplandığını belirten Dr. Ulusoy “Düşük riskli türler genital siğillere (kondilom) neden olabilir. En sık görülen düşük riskli türler HPV 6 ve 11’dir. Yüksek riskli kabul edilen 12 adet tür vardır: HPV 16, 18, 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58 ve 59. Bu türler, rahim ağzı kanseri yanı sıra vulva, vajina, anüs ve penis kanserleri ile ilişkilidir. Rahim ağzı kanseri vakalarının yüzde 80’den fazlasında HPV 16 ve/veya 18 tespit edilmektedir” diye konuştu. “Bağışıklık sistemi genellikle vücudu 2 yılda temizler” Dr. Semavi Ulusoy, genital siğillere sebebiyet veren HPV türlerinin kansere neden olabilen türlerle aynı olmadığına dikkat çekti. Ancak bununla birlikte, siğil varsa, kansere neden olabilecek HPV türlerine de maruziyet söz konusu olabileceği için, dikkatli değerlendirme gerektiğini ifade etti. Cinsel olarak aktif olan çoğu insanın hayatının bir evresinde HPV ile karşılaştığına değinen Dr. Ulusoy “On vakanın dokuzunda, vücudun bağışıklık sistemi, HPV enfeksiyonunu kendiliğinden, herhangi bir tedavi olmadan ortadan kaldırarak iki yıl içinde temizler. Bu durum düşük riskli türlerde daha yüksek oranda görülmekle beraber, yüksek riskli türlerde çok daha nadirdir” dedi. “Yıllar sonra bile ortaya çıkabilir” Genital HPV’nin, enfeksiyonu olan biriyle cinsel ilişki sırasında deri teması yoluyla kolayca yayılabileceğini belirterek ilişki sırasında kullanılan prezervatif ve diğer lateks bariyerlerin, bulaşmayı tamamen önleyemediğini söyleyen Dr. Ulusoy “HPV’li çoğu insan, belirti göstermediği için virüse sahip olduğunu bilmez, ancak yine de virüsü başka birine bulaştırabilir. HPV’nin düşük riskli türleri, vulvada (dudaklar dahil), vajina veya anüste, penis, testis, kasık veya uylukta siğillere neden olabilir. Ten renginde, pembemsi veya beyaz küçük kabarcıklar olarak ortaya çıkan siğiller, HPV’ye maruz kaldıktan birkaç hafta, birkaç ay hatta yıllar sonra bile ortaya çıkabilir” dedi. “Tedavi, siğilin boyutu, yeri ve sayısına göre belirlenir” HPV için kesin bir tedavi olmadığını ancak siğiller kendiliğinden geçmezse ilaç tedavisi veya büyük lezyonların dondurulması ya da yakılması şeklinde cerrahi tedavi uygulandığını anlatan Dr. Ulusoy “Tedavi edilmezse, genital siğiller kaybolabilir, değişmeden kalabilir, boyut olarak büyüyebilir ya da sayıca artabilir. Tedavi yöntemi seçiminde siğillerin boyutu, yeri ve sayısı önem arz ederken tedavi sırasında siğillerdeki değişiklikler, hasta tercihi ve tedavinin yan etkileri göz önünde bulundurulur” diye konuştu. “Anormal hücre oluşumuna sebep olabilir” HPV’nin yüksek riskli türlerinin anormal hücre oluşumuna yani displaziye neden olduğuna değinen Dr. Ulusoy displazinin en yaygın görüldüğü yerin rahim ağzı olduğunu, vajina, vulva ve anüs gibi diğer bölgelerde daha az görüldüğünü ifade etti. Displazinin, kanser olmadığını ancak tedavi edilmezse kansere dönüşebileceğine işaret eden Dr. Ulusoy sözlerini “Bu nedenle, displazili hücrelere bazen ‘prekanseröz hücre’ yani kanser öncüsü hücre denir. Displazi ve rahim ağzı kanseri için tarama, erken prekanseröz değişikliklerin tespiti ve önlenmesi açısından hayati öneme sahiptir. Tanı için pap smear testi yapılır. Anormal bir rahim ağzı kanseri tarama testi, enfeksiyon, displazi veya kanser belirtisi olabilir ve yakından takip edilmelidir. Bu gibi durumlarda rahim ağzını daha yakından inceleyen kolposkopi ve biyopsi gerekebilir. HPV testi, smear testi ile birlikte, kansere ve prekanseröz durumlara yol açabilecek yüksek riskli HPV türlerini aramak için kullanılabilir” diye sürdürdü. “Hem kızlar hem de erkekler aşılanmalı” HPV’den korunmak için aşılamanın esas olduğunun altını çizen Dr. Ulusoy “9 ila 45 yaş arası için 3 farklı aşı kullanımını onaylamıştır: İkili aşı olarak bilinen bu aşı, HPV 16 ve 18’e karşı bağışıklık sağlar. Dörtlü aşı, HPV 6, 11, 16 ve 18 tiplerine karşı koruyucudur. Dokuzlu aşı ise dörtlü aşıdaki türlere ek olarak 5 adet daha yüksek riskli tür dahil edilmiştir” dedi. HPV’ye maruz kalmadan bağışıklık kazanmak için tüm dozların ilk cinsel temastan önce önerildiğinden bahseden Dr. Ulusoy hem kızlar hem de erkekler için 11 veya 12 yaşlarında aşı yapılmasını; 9 - 15 yaş arasında 2 doz, 15 yaşından büyüklerde ise 3 doz aşı uygulandığını söyledi. Aşının, çoğu rahim ağzı kanserine ve genital siğillere neden olan HPV türlerine karşı koruma sağladığını; ancak, daha az yaygın HPV türlerine karşı koruma sağlamadığını da sözlerine ekledi. Bu nedenle, aşılamaya rağmen düzenli jinekolojik tarama gerektiğini hatırlattı.
Prostat büyümesinde böbrek yetmezliği tehlikesine dikkat
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:05 Prostat büyümesinde böbrek yetmezliği tehlikesine dikkat Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören prostat büyümesi hakkında bilgiler paylaştı. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, prostat büyümesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Erkeklerde 40’lı yaşlardan itibaren kendini hissettirmeye başlayan prostat büyümesi, tedavi edilmediği sürece böbrek yetmezliğine kadar varan sonuçlar doğurabildiğin işaret eden İşgören, “Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma hissi gibi belirtilerle kendini gösteren prostat büyümesi, bazen sinsice ilerleyip hiç belirti vermemektedir. Yapılan çalışmalarda 60 yaşındaki erkeklerin yüzde 50’sinde, 80 yaşındaki erkeklerin ise yüzde 90’ında iyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü bildirilmektedir. İyi huylu prostat büyümesi ile prostat kanseri farklı hastalıklardır. BPH prostat kanserine yol açmazken, her iki hastalık bir arada bulunabilir” dedi. “40’lı yaşlardan sonra büyümeye başlıyor” Op. Dr. Egemen İşgören, prostatın 40’lı yaşlardan sonra büyümeye başladığını belirterek, “Prostat bezi erkeklerde idrar kesesinin hemen altında bulunan, idrar kanalını çevreleyen ve şekil olarak kestaneye benzeyen bir organdır. Erişkin bir erkekte ağırlığı 25-30 gram olan ve semen sıvısının yapımına katkıda bulunan prostat bezi, 40’lı yaşlardan itibaren büyümeye başlar. Normalde bir kestane büyüklüğünde olan prostat bezi, bir mandalina hatta portakal büyüklüğüne erişebilir ve bu durum ‘İyi huylu prostat büyümesi (Benign prostat büyümesi-BPH)’ olarak adlandırılır” ifadelerini kullandı. “Sık idrara çıkma hastalığın başlıca belirtilerinden” Prostat büyümesinin belirtilerinden bahseden İşgören, şöyle devam etti: “İdrara çıkma rutininde değişikliklere neden olur. Prostat büyümesi, bir süre sonra hastanın idrar yolunu tıkayarak idrar akışını engellemeye başlamaktadır. Tıkanıklığın derecesine bağlı olarak hastalarda idrar yapmayla ilgili şikayetler ortaya çıkmaktadır. Bazen prostat belirti vermeden de büyüyebilir. Sıklıkla hastalarda görülen belirtiler şunlardır; sık idrara çıkma, ani idrar yapma isteği, idrar kaçırma, idrar yaparken yanma ve sızı hissinin olması, idrar kuvvetinin ve kalınlığının azalması, idrarı başlatmakta güçlük, kesik kesik idrar yapma, idrarın sonunda damlama, idrarı tam boşaltamama hissi ve idrarda kan.” “Tedavi edilmezse böbreklere zarar verebilir” Böbrek sağlığının korunmasında prostat sağlığının öneminin büyük olduğuna vurgu yapan İşgören, “Prostat büyürken kişinin idrar yollarını da olumsuz olarak etkilemektedir. Ani idrar tıkanması, idrar yolu iltihabı, idrar kesesi bozuklukları ve böbrek yetmezliğine kadar varabilen rahatsızlıklar hastalığın bilinen olumsuz etkilerinden bazılarıdır” dedi. “Prostat kanseri de araştırılmalı” “İyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü kişilerde aynı anda prostat kanseri de olabilir” diyen İşgören, prostat kanserinin kendine özgü erken dönem belirtileri olmadığını, bu nedenle hastalıkta doğru tanıya ulaşmak için her iki yönden de incelemeler yapılması gerektiğinin altını çizdi. İşgören, “Hastalığa dair bazı şikayetler görüldüğünde öncelikle hastanın kanındaki “Prostat Spesifik Antijen” (PSA) değerine bakılmalıdır. Ayrıca parmakla prostat muayenesi, ultrasonografik inceleme ve idrar tahlillerinin yanı sıra; “Üroflowmetri” olarak adlandırılan idrar akım hızı ölçümü tanı için kullanılan başlıca yöntemlerdir” diye konuştu. “Kişiye özel tedavi planlanır” Op. Dr. Egemen İşgören, iyi huylu prostat büyümesinde her zaman tedavi gerektirmediğini de sözlerine ekleyip, “Bazen sadece düzenli kontrollerle takibi yapılabilen hastalıkta, tedaviye ne zaman başlanması gerektiğine test sonuçlarını değerlendiren hekim karar verecektir. Ayrıca herkes için tek bir doğru tedavi seçeneği yoktur. Kişiye göre tedavi şekli de değişebilmektedir. Günümüzde prostata bağlı tıkanıklıkların tedavisinde son derece etkili ilaç tedavileri vardır. Öte yandan ilaç tedavisinin yeterli olmadığı düşünüldüğünde cerrahi gündeme gelebilir. Ancak cerrahi girişim kararı alınmadan önce uzman hekimlerce hastanın çok iyi değerlendirilmesi ve tüm tedavi yöntemlerinin içinden hastaya en uygun olanının seçilmesi büyük önem taşımaktadır” dedi.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanından grip uyarısı: “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin”
16 Eylül 2024 Pazartesi - 11:57 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanından grip uyarısı: “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin” Acıbadem Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Derya Bekteş, grip hastalığına yakalanan çocukların okula ya da kreşe gönderilmemesi tavsiyesinde bulundu. Acıbadem Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Derya Bekteş, gribin, influenza A ve B virüsünün yol açtığı bir enfeksiyon olduğunu vurgulayarak, “Kas, baş ve boğaz ağrısı, titreme, 40 dereceyi bulan ateş, burun akıntısı, öksürük, ishal ve kusma görülür. Birkaç gün ile 2 hafta arasında iyileşir. Şikayet başlangıcından 1 gün önce ve hastalandıktan 5-7 gün sonraya dek bulaştırıcıdır” dedi. “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin” Grip olan kişilerin hapşırık ve öksürük yoluyla virüsü yaydığını belirten Dr. Bekteş, “Virüsü ağız ya da burun yoluyla soluruz. Gripli kişinin temas ettiği yerlere temas edip elimizi ağız veya burnumuza dokundurduğumuzda da alırız. Hastanın kapalı ortama girip çıkması bile risklidir. Örneğin asansörler bu nedenle çok risklidir” diye konuştu. Korunma yollarının iyi bilinmesi gerektiğine dikkati çeken Dr. Bekteş, korunmada ilk şartın hastalarla temastan ve kalabalık ortamlardan uzak durmaktan geçtiğini belirtti. Ayrıca vücut direncini yüksek tutmanın çok önemli olduğunu; bunun için düzenli uyku, stresten uzak kalmak, bol taze-meyve tüketmek, terlemeyecek şekilde giyinmek, sık sık el yıkamak, maske kullanımı ve ortamın nemini artırmak gerektiğini ifade etti. Grip hastalığına yakalanan çocukların okula ya da kreşe gönderilmemesi gerektiğinin de altını çizdi. “Grip ve soğuk algınlığı birbirinden farklıdır” Gribin soğuk algınlığına farklılıklar gösterdiğine değinen Dr. Bekteş, “200’den fazla virüs soğuk algınlığı yaparken influenza A ve B grip yapar. Gripte yüksek ateş, baş ağrısı, halsizlik ve öksürük daha şiddetli iken boğaz ağrısı nadirdir. Tanı boğaz sürüntü testi alınarak konulur. Antibiyotikler bakteri üzerinde etkilidir, virüslere etkisi yoktur. İlk 48 saat içinde tanı konulduğunda antiviral tedavi verilir. Tedavi destekleyicidir. Bol sıvı tüketimi, istirahat gerekirse ateş düşürücü ve kas ağrısını gidermek için parasetamol-ibuprofen kullanılabilir” dedi. “Grip aşısı her yıl yeniden yapılmalı” Gripten korunmada en etkili yöntemlerden birinin grip aşısı yaptırmak olduğunun altını çizen Dr. Bekteş, “Bir kez grip hastalığı geçirmek hastalığa karşı bağışıklık sağlamamaktadır. Intramuskuler yani kas içi ve deri altı enjeksiyon ile uygulanmalı ve işlem öncesi iyice çalkalanmalıdır. İnaktif yani ölü aşıdır. Her yıl kış aylarında görülmesi beklenen grip virüslerine karşı yeniden hazırlanır. Grip virüsü her yıl değişim gösterir. Her yıl yeni aşı yapılmalıdır. Aşı iyi tolere edilir. Genellikle yan etki görülmez. Aşı yerinde ağrı nadiren olabilir. Aşı sonrası nadiren hafif geçen 1-2 gün içinde kendiliğinden geçen nezle benzeri şikayetler oluşabilir. Sistemik ve lokal etkiler 24-48 saat içinde kaybolur” diye konuştu. Genellikle ekim ve mayıs ayları arasında grip görüldüğünü belirten Dr. Bekteş, grip vakalarının görülmeye başlamadan en az iki hafta önce yani eylül ve ekim aylarında yapılmasını tavsiye etti. Aşının koruyucu hale gelmesi için 2 hafta geçmesi gerektiğini, koruyucu etkisinin ise 6 ila 8 ay arasında olduğunu da sözlerine ekledi. Aşının ciddi gribe yakalanma oranını yüzde 75 azalttığını ve özellikle ağır hastalık tablosu ve hastane yatışından koruduğunu vurguladı. “Riskli gruplar ihmal etmemeli” Dr. Bekteş, aşının kimler için uygun olduğuna dair soruyu ise şöyle cevapladı: “6 aylıktan itibaren herkes grip aşısı yaptırmalıdır. 6 ay ila 5 yaş arası çocuklara, ilk 3 aydan sonra gebeler, emziren anneler de hiç endişelenmeden aşı olabilirler. Ayrıca risk altındaki gruplar var; bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler, sağlık çalışanları, yaşlılar; astım, diyabet, kalp, böbrek hastalığı, nörolojik hastalık, kanser, organ ve kemik iliği nakli olmuş hastalar, çeşitli kronik hastalıklar yaşayanlar ve onlarla aynı evde yaşayan ile bakım veren kişiler de aşıyı mutlaka yaptırmalılar.” Risk grubunda olmayan çocukların dahi aşılanması gerektiğinin altını çizen Dr. Bekteş, “Hafif üst solunum yolu enfeksiyonu aşı yapılmasına engel olmaz. Bazen geçirilen hastalığın influenza olup olmadığı kesin anlaşılamaz. Şüphede kalındığında grip geçirmiş kişiye aşı yapılsa da herhangi bir yan etki oluşmaz. Gebeyken aşı yapılırsa, doğum sonrası bebek aşı olacağı zamana dek birkaç ay anne karnındaki aldığı antikorlarla korunur” dedi. “Grip geçiren kişinin aşı olmasına gerek kalmaz.” 6 aydan küçük bebeklerin anne sütü sayesinde koruma altında olduğu için aşıya gerek duymadığından bahseden Dr. Bekteş, “İlk 3 ayındaki gebeler, doktoru tarafından kesin gerekli olduğu saptanırsa grip aşısı olabilir. Ayrıca alerji uzmanlarına danışarak şiddetli yumurta alerjisi olanlar da yaptırmalılar. Aşının sakıncalı olduğu hastalık grupları da var. Geçmişte alerjik reaksiyonu olanlar, influenza aşısını takiben 6 hafta içinde gullian-barre sendromu geçirme öyküsü olanlar, ateşli orta-ağır hastalığı olan çocuklar için aşının sakıncaları olabilir” dedi. Aşı olmadan önce aynı yıl içinde grip geçirmiş kişinin zaten virüse karşı bağışıklık kazandığını, o sene aşı olmasına gerek olmadığını anlattı. Aşı dozları önemli Dr. Bekteş 6 ay ve 3 yaş arası çocukların daha önce aşılanmamışsa yarım doz (0,25 ml), 4 hafta sonra ikinci doz yapıldığını; geçen yıl yapıldıysa 3 yaş altına tek ya da iki dozun yeterli olduğunu; daha önce yapılmadıysa 3-8 yas arasında 4 hafta arayla tam doz (0,5 ml) uygulanması gerektiğini dile getirdi. 9 yaş üzerindekilere tek ve tam dozun yeteceğini belirten Dr. Bekteş, 2 doz yapılması gereken yerde tek doz yapılırsa koruyuculuğun hiç olmayacağı ya da az olacağı uyarısında bulundu. Anne babaların, aşının içinde cıva bazlı koruyucu thimerosal olup olmadığını sorduklarını aktaran Dr. Bekteş “Bu, çoklu dozlu aşılara eklenen ve mikroorganizma bulaşını önlemeye yarayan bir maddedir. Tek doz aşılar bunu içermez. Ayrıca bilimsel çalışmalar bu maddenin lokal şişlik ve kızarıklık dışında başka bir zararlı etkisini bildirmemiştir” dedi.
Bu sınıfta anne ve babalar eğitiliyor
16 Eylül 2024 Pazartesi - 11:16 Bu sınıfta anne ve babalar eğitiliyor Sivas İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi’nde kurulan Gebe Bilgilendirme Sınıfı’nda, anne ve baba adaylarına ücretsiz eğitim verilerek bilinçli ebeveynler yetiştiriliyor. Sivas kent merkezinde bulunan İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi verdiği birçok ücretsiz destek ile vatandaşların yanında oluyor. Bünyesinde kurulan Gebe Bilgilendirme Sınıfı ile anne ve babalar çocukları konusunda bilinçlendiriliyor. İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi’nde görevli Ebe Şükriye Adıgüzel, gebelik sürecinin her aşamasında anne adaylarına ve eşlerine detaylı bilgiler verildiğini belirtti. Doğum öncesi dönemden lohusalık ve emzirmeye kadar birçok konuda verilen eğitimlerle anneler, bu sayede anneliğe daha iyi hazırlanıyor. Eğitimler sonrasında ev ziyaretleri yapılarak annelerin ve bebeklerin durumu takip ediliyor, emzirme konusunda destek veriliyor. Ücretsiz olarak sunulan bu hizmet, Sivaslı ailelere büyük kolaylık sağlıyor. Bu merkezde kadınlar anneliğe hazırlanıyor Anne adaylarının Gebe Bilgilendirme Sınıfı’nda anneliğe hazırlandırıldığına değinen Ebe Şükriye Adıgüzel, “Burada doğum öncesi eğitim veriliyor. Gebelerimize gebelik haftası ne olursa olsun buraya geliyorlar ve doğum sonrası dönem, anne bebek bakımı, lohusalık ve emzirme hakkında annelerimize, anneliğe nasıl hazır olunur şeklinde eğitim veriyoruz. Daha sonrasında eğitimlerimizin ardından kadın doğum yaptıktan sonra bize bilgi veriyor ve kadına ev ziyaretine gidiyoruz. Emzirme hakkında tekrar danışmanlık yapıyoruz. Herhangi bir problemi varsa bu problemleri ve emzirme hakkını gidermeye çalışıyoruz. Daha sonrasında da kadınlarla yine mesaj üzerinden görüşme yaparak ek gıda hakkında bilgilendirme yapıyoruz, hiçbir şekilde iletişimimizi kesmiyoruz. Eğitimlerimiz bu şekilde veriliyor. Buraya gelen kadınlar öncelikli olarak ebeveynliğe hazırlık sağlanıyor. Annelik boyutunda yeni doğan bakımı hakkında eğitimler verilerek babaya da yine aynı şekilde eğitimler verilerek onların hazırlığı sağlanıyor” dedi. Gebe okuluna katılan Feyza Boyraz, bu sayede daha bilinçli bir anne olduğunu ve doğum sürecinde büyük destek gördüğünü ifade etti. Dışarıdan alınan bilgilerin yeterli olmadığını belirten Boyraz, deneyimli ebelerin verdiği eğitimler sayesinde daha rahat bir süreç geçirdiğini söyledi.
Rahim ağzı kanserinden korunmada ilk aşamalar aşı ve tarama
16 Eylül 2024 Pazartesi - 10:31 Rahim ağzı kanserinden korunmada ilk aşamalar aşı ve tarama Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya, rahim ağzı kanserlerinin kadın kanserleri arasında dördüncü sırada yer aldığını söyleyerek, "Rahim ağzı kanserinden korunma stratejilerinde ilk aşamamız aşıdır" dedi. Bilecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya, rahim ağzı kanseri için uyarıda bulundu. Çankaya, "Rahim ağzı kanserleri kadın kanserleri arasında dördüncü sırada yer almakta. Rahim ağzı kanserinden korunma stratejilerinde ilk aşamamız aşıdır. İkinci aşamamız taramadır. Üçüncü aşamamız ise tedavidir. O yüzden tarama testlerimizi ihmal etmemiz gerekiyor. Sağlıklı kadın sağlıklı toplumun direğidir. Bir kadının ruhsal ve fiziksel iyilik hali sağlık hali sadece kendisini değil genel toplum refahını önemli ölçüde etkilemektedir. Aynı zamanda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle de kadın sağlığının toplum sağlığındaki önemini vurgulamak istedik. Rahim ağzı kanser taramalarına gelecek olursak, smear taramaları ilk cinsel aktifliğin başlamasından bir yıl sonrasından itibaren 21-65 yaşları arasında üç yıla bir alınır. Eğer HPV testi ile beraber alınıyorsa ki biz bu teste biz kotest diyoruz beraber uygulanınca, 30 yaşından sonra beş yılda bir alınması yeterlidir. 65 yaşı geçmiş hastalar üç tane smear sonucu normal ise artık taramadan çıkarlar ve ilk tarama 21 yaşında cinsel aktifliğin üstünden bir yıl geçtikten sonra başlamalıdır" dedi. "Smear testini nerelerde verebiliriz?" Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya açıklamasının devamında, "Smear testini Kadın Doğum Polikliniklerinde normal muayeneye geldiğinizde verebileceğiniz gibi Sağlık Bakanlığının KETEM Merkezlerinde ücretsiz olarak verebilmektesiniz. Aynı zamanda bunlar için Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezine KETEM taramaları için başvurabileceğiniz gibi KETEM’in ücretsiz arabaları Mobil KETEM Arabaları da sizin bulunduğunuz ilçeye, köye, kasabaya düzenli aralıklarla gelmektedir. Bunun zamanını öğrenip ihmal etmeden mutlaka tarama testlerinizi yaptırın. Meme ve kolorektal taramalarınızı da KETEM’lerde yaptırabilirsiniz. Kansere karşı elimizde büyük bir güç var, bu gücü keşfedelim ve kullanalım" dedi.