SAĞLIK
Kars’ta HAP tatbikatı nefes kesti 20 Eylül 2024 Cuma - 15:58:34 Kars’ta HAP Tatbikatı (Hastane Afet Planı) nefesleri kesti. Kimyasal atıklara maruz kalan yaralıların, hastaneye sevkleri ve yapılan müdahaleler gerçeği aratmadı. Kars’ta, Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer (KBRN) afetlerden etkilenenlere daha hızlı müdahale edilmesi ve koordinasyonun sağlanması için saha tatbikatı gerçekleştirildi. Eğitim, Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan tatbikatta senaryo gereği, 112 Acil Çağrı Merkezine Paşaçayır mevkisi Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan çimento fabrikasında kimyasal varillerin, HCL asit, nitrit asit analizi yapılırken devrilmesi sonucu 6 kişi olay yerinde kimyasala maruz kaldı. Şahısların hastane KBRN ünitesi ve Acil Servise getirileceği bildirildi. Bunun üzerine kısa sürede KBRN ünitesi hazır hale getirildi. Hastaneye sevk edilen yaralıların dekontaminasyonları yapıldıktan sonra triyaj alanlara dağılımı gerçekleştirilip gerekli müdahaleler yapılarak tedavi altına alındı. Düzenlenen tatbikatla ilgili açıklama yapan Eğitim, Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Samet Kırat, "Biz de bir sınır şehri olarak bu gibi durumlara her zaman hazırlıklı olmalıyız. Bu yüzden kamu kurum ve kuruluşlarıyla bir tatbikat gerçekleştirdik. Tatbikatımız başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştır" dedi. Kars’ta düzenlenen HAP Tatbikatı’na AFAD ekipleri de destek verdi. Tatbikat daha sonra sona erdi.
20 Eylül 2024 Cuma - 15:36 Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Çiğdem: "Bebeğinizde dışkı yapamama durumu ’Hirschsprung Hastalığı’ tedavi edilebilir" Memorial Diyarbakır Hastanesi’nde Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, "Halk arasında bağırsak felci olarak da bilinen Hirschsprung hastalığının bazı tipleri karında hiç kesi olmadan sadece anüsten yapılan bir ameliyatla düzeltilebilirken bazılarında aşamalı ameliyatlar gerekebiliyor" dedi. Doğumsal bir hastalık olan Hirschsprung Hastalığı, bebeklerin dünyaya geldiği andan itibaren meydana gelen dışkı yapamama durumu olarak biliniyor. Kalın bağırsağın alt kısımlarında bulunan bazı sinir hücrelerinin gelişememesi ile oluşan bağırsak felci, çoğu anne baba tarafından da bilinmeyen bir sağlık problemi olarak gözlemleniyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, bu hastalığın önemine dikkat çekti. Günümüzde sıklıkla kabızlık ile de karıştırıldığını belirten Prof. Çiğdem, "Kabızlık sonradan oluşabiliyor fakat bağırsak felci ilk günden var olan bir sağlık sorunu olarak kabul ediliyor. Genel semptomları aynı olmakla birlikte birçok aile bu durumun tedavi edilebilir olduğundan da habersiz olabiliyor. Biz doktorlar için ise en önemli nokta hastalığın erken teşhis edilebilmesi oluyor. Erken teşhis edilen vakalarda cerrahi müdahale ile çocuklar için umut ışığı olabiliyoruz" dedi. Prof. Çiğdem, bebeklerin doğumdan sonra ilk 24 saat ile 48 saat aralığında gaitalarını çıkarabilmelerinin normal dışkılama sürecini ifade ederek, "İlk günlerde belirti göstermeyebilen Hirschsprung Hastalığıyla ilgili teşhis aşamasında bağırsakların görüntülenmesi ve biyopsi süreci ile ilerliyoruz. Erken tanı almak oldukça önemli, erken tanı ve tedavi ile cerrahi müdahale yapıyoruz ve başarı şansı oldukça yüksek olabiliyor. Ameliyatla çalışmayan bağırsak kısmı çıkarılabiliyor, çalışan kısımdan anüse doğru, bağırsakları getirip dikme işlemi yapılabiliyor" şeklinde konuştu. Tekrarlama ihtimali oldukça düşük olan Hirschsprung hastalığında başarı şansı oldukça fazla olabildiğini aktaran Prof. Çiğdem, "Fakat bazı durumlarda bu düşük oranı görebiliyoruz. Bu durumda tekrarlayan kabızlık atakları olabiliyor. Ameliyat ettiğimiz bebeklerin ailelerine önerimiz ameliyat sonrası da aynı hassasiyetle takip ve kontrollerini düzenli olarak gerçekleştirmeleri olacaktır. Bazı durumlarda kabızlık atakları da görülebilir. Bunu fark eden ebeveynler bizlere başvurmalılar. Sağlığına kavuşan bebekler bizim için her zaman mutluluk kaynağı oluyor" diye konuştu.
20 Eylül 2024 Cuma - 15:08 Japon uzmandan Alzheimer hastalarına öneriler Konyaaltı Belediyesi, günümüzde ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen Alzheimer hastalığına dikkati çekmek ve bu konuda farkındalık uyandırmak için ’Alzheimer Farkındalık Buluşması’ gerçekleştirdi. Etkinliğe katılan Japon Öğretim Üyesi İkuko Murakami, Alzheimer’e karşı Japonya’daki çalışmalar hakkında bilgi verdi. Konyaaltı Belediyesi, günümüzde ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen Alzheimer hastalığına dikkati çekmek ve bu konuda farkındalık uyandırmak için ’Alzheimer Farkındalık Buluşması’ gerçekleştirdi. Etkinliğe konuşmacı olarak katılan Nöroloji Uzmanı Dr. Melih Vural, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İkuko Murakami ve Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü’nden Araştırma Görevlisi Özlem Özgür, Alzheimer hakkında vatandaşları bilgilendirdi. Halk sağlığı buluşmaları Nazım Hikmet Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinliğe 50 yaş üstünde çok sayıda vatandaşın yanı sıra Konyaaltı Belediye Başkanı Cem Kotan da katıldı. Konuşmacıları ve katılımcıları selamlayan Başkan Kotan, “Konyaaltı’mızda halk sağlığını çok önemsiyoruz. Bununla ilgili göreve geldiğimizden bu yana çok sayıda etkinlik yaptık. Biz her yaştaki dostumuzu önemsiyoruz ama özellikle sizin yaşınızdaki büyüklerimizi fazlasıyla önemsiyoruz. Alzheimer zor ve önemli bir hastalık. Bunu biliyoruz. Bu konuda bilinçlenmek ve bu konunun farkındalığını artırmak için sizlerle alanında uzman hocalarımızı bir araya getirdik. Umarım etkinliğimiz sizler için faydalı olur” dedi. “Keşke gençler de katılsaydı“ Etkinlikte Akdeniz Üniversitesi 60+ Tazelenme Üniversitesi Kurucu ve Gönüllü Öğretim Üyesi Nöroloji Uzmanı Melih Vural, vatandaşlara Alzheimerdan korunma yollarını anlattı. Nüfusun gerek ülkemizde gerekse dünyada giderek hızlandığını belirten Dr. Vural, 2050 yılında her 3 kişiden birinin 60 yaşında olacağını ifade etti. Uzun yaşamda önemli olan noktalardan birinin beyin sağlığını korumak olduğunu kaydeden Dr. Vural, “Beyin sağlığımızı korumaya, Alzheimerdan korunmaya erken yaşlardan itibaren başlamamız gerekiyor. Bakıyorum etkinliğimize çok sayıda kişi gelmiş ama keşke gençlerimiz de aramızda olabilseydi. Çünkü Alzheimer erken yaştan itibaren önlem alınması gereken bir hastalık. Yapılan bir araştırmada yeni doğan bebekten alınan kanda tarım ilaçları, hazır gıda paketleri gibi birçok zararlı madde tespit edilmiş. Çocuk zaten bu yükle hayata geliyor. Bu nedenle çocukluktan itibaren yeme alışkanlığı ve yaşam şekliyle insan Alzheimerdan korunmaya çalışmalı” dedi. “Ot ilacı çok tehlikeli” Yiyip içtiklerimizden yaşam şeklimize kadar her şeyin Alzheimere neden olabildiğine vurgu yapan Dr. Vural, nasıl beslenilmesi gerektiği konusunda şu bilgileri verdi: “Sebzeler üretilirken ayrık otlar temizlensin diye ot ilacı diye bir ilaç atılıyor. Sebzelere bir şey yapmıyor, diğer otları temizliyor. Fakat o ilaç sebzelerin üzerinde kalıyor. Dünyada birçok yerde bu ilaç yasaklandı fakat Türkiye’de internetten bugün sipariş verin, yarın kapınızda. Bu Alzheimerdan kansere kadar birçok hastalığa neden oluyor. Bu nedenle sebzelerinizi aldığınızda yarım saat karbonatlı suda bekletin. Sirkede değil, karbonatta. Bakliyatlarda pektin denilen bir madde bulunuyor. Alzheimer hastalarına çok fazla bakliyat önermiyorum. Ama yiyeceklerse de düdüklüde pişirerek yesinler. Mangal tavsiye etmiyorum. Yanan ürünler çok tehlikeli, seviyoruz biliyorum. En iyi yemek kısık ateşte uzun sürede pişen tencere yemeğidir. Magnezyum beyin sağlığı için çok önemli. Egzersiz ve ketojenik diyet çok önemli. Gıdalarınızdan baharatı eksik etmeyin. Özellikle de sumağı.Ev yapımı turşu tüketin. Deniz balıkları, köy tavuğu ve yabanıl hayvan eti tüketin.” Murakami, Japon modelini anlattı Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İkuko Murakami de, Japonya’da demans hastalarına nasıl bir bakım hizmeti verildiği ve Japonya’da bulunan Günlük Bakım Merkezi Kogure Gakuen hakkında bilgiler verdi. Japonların dünyada ömür ortalamasında 1. sırada yer aldığını ifade eden Murakami, Japonya’da 100 yaş üzerinde 90 bin kişi bulunduğunu, her 3 kişiden birinin ise 65 yaşında olduğunu söyledi. Yaşlanmaktan en çok korkulan şeyin Alzheimer olduğunu dile getiren Murakami, “Açıkçası ben de çok korkuyorum. Ama bundan korunmak için de yapılması gereken şeyler var. Onlara dikkat edeceğiz” dedi. Japonya’da demans hastalarına bakım hizmetlerinin çok gelişmiş olduğunu dile getiren Murakami, “Japonya’da hem huzurevleri gibi yatılı merkezler, hem de Alzheimer hastalarının günlük kalacağı bakım merkezleri bulunuyor. Bu merkezlerde hastalara örgü örme, satranç ve su doku oynatma, spor yapma gibi etkinlikler yapılıyor. Günlük Bakım Merkezi Kogure Gakuen’de ise hastalara üniversite eğitimi veriliyor. Çünkü beyni iyi çalıştıran eğitimler Alzheimerda çok önemli” diye konuştu. “Alzheimer hastası yer değiştirmemeli” Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Özlem Özgür de Alzheimer hastalarıyla nasıl yaşanması gerektiği konusunda katılımcıları bilgilendirdi. Özgür, Alzheimer hastalığının uzun ve 7-24 bakım gerektiren bir hastalık olduğunu bu nedenle ailelerin zorlandıklarını dile getirdi. Alzheimer hastalarının evlerinde bakılması gerektiğini, bu hastaların çok fazla yer değiştirmemesi gerektiğine vurgu yapan Özgür, “Başka kişi bakacaksa bile evindeki ortamdan çıkarılmamalı. Çok fazla misafirliğe götürülmemeli. Çünkü gittiği yerde tuvalet banyoyu bulamadıklarında bu hastalar çok fazla kaygı yaşıyor” dedi. Etkinlik sonunda katılımcılar, günlük yaşantının koşuşturması içinde stresle baş etmeyi kolaylaştıran, dikkati yoğunlaştırarak odaklanmayı sağlayan mandala tekniğiyle duvara resim yaptılar.
20 Eylül 2024 Cuma - 14:18 Sinop’ta 112’ye yapılan çağrıların yüzde 71,99’u vakaya dönüşmeyen ihbarlar Sinop’ta 2024 yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’unun vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluştuğu, asılsız ihbarda bulunan 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulandığı açıklandı. Sinop’ta “Acil Çağrı Hizmetleri İl Koordinasyon Kurulu Toplantısı” gerçekleştirildi. Toplantıda, 112 Acil Çağrı Merkezi’nin vatandaşlara daha iyi hizmet verebilmesi için yapılması gerekenler gündeme getirildi. Kurumun çalışma sistemi, görevleri, iş ve işleyişi, acil çağrı hizmetlerinin daha etkin sunulması için yapılabilecekler ile birlikte acil çağrı hizmetleri veren kurumlar arasında koordinasyon ve iş birliğinin sağlanması ve olası doğal afet durumunda yapılacak müdahaleler ile ilgili fikir ve öneriler masaya yatırıldı. 14 şahıs hakkında idari para cezası Toplantıda konuşan Sinop Valisi Mustafa Özarslan, acil çağrı merkezlerinin, toplumun güvenliği ve sağlığı açısından son derece önemli olduğunu vurguladı. Özarslan, “2024 Yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’u, vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluşmaktadır. 54 bin 645 çağrıya ise ivedilikle cevap verilerek ilgili kurumların ekipleri sevk edilmiştir. 112 Acil Çağrı Merkezi’ni gereksiz yere meşgul etmek ve asılsız ihbarda bulunmak fiillerinden dolayı 2023 yılında 11 şahıs hakkında, 2024 yılında ise 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulanmıştır” dedi. 112 Acil Çağrı Merkezi’nin tanıtımı, bilgilendirilmesi, olay anında vatandaşların nasıl iletişim kuracağı ve asılsız ihbarların önüne geçilmesinde kurumsal iş birliğinin önemine dikkat çeken Vali Özarslan, bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerinin devam edeceğini sözlerine ekledi.
Bu sınıfta anne ve babalar eğitiliyor
16 Eylül 2024 Pazartesi - 11:16 Bu sınıfta anne ve babalar eğitiliyor Sivas İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi’nde kurulan Gebe Bilgilendirme Sınıfı’nda, anne ve baba adaylarına ücretsiz eğitim verilerek bilinçli ebeveynler yetiştiriliyor. Sivas kent merkezinde bulunan İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi verdiği birçok ücretsiz destek ile vatandaşların yanında oluyor. Bünyesinde kurulan Gebe Bilgilendirme Sınıfı ile anne ve babalar çocukları konusunda bilinçlendiriliyor. İbn-i Sina Toplum Sağlığı Merkezi’nde görevli Ebe Şükriye Adıgüzel, gebelik sürecinin her aşamasında anne adaylarına ve eşlerine detaylı bilgiler verildiğini belirtti. Doğum öncesi dönemden lohusalık ve emzirmeye kadar birçok konuda verilen eğitimlerle anneler, bu sayede anneliğe daha iyi hazırlanıyor. Eğitimler sonrasında ev ziyaretleri yapılarak annelerin ve bebeklerin durumu takip ediliyor, emzirme konusunda destek veriliyor. Ücretsiz olarak sunulan bu hizmet, Sivaslı ailelere büyük kolaylık sağlıyor. Bu merkezde kadınlar anneliğe hazırlanıyor Anne adaylarının Gebe Bilgilendirme Sınıfı’nda anneliğe hazırlandırıldığına değinen Ebe Şükriye Adıgüzel, “Burada doğum öncesi eğitim veriliyor. Gebelerimize gebelik haftası ne olursa olsun buraya geliyorlar ve doğum sonrası dönem, anne bebek bakımı, lohusalık ve emzirme hakkında annelerimize, anneliğe nasıl hazır olunur şeklinde eğitim veriyoruz. Daha sonrasında eğitimlerimizin ardından kadın doğum yaptıktan sonra bize bilgi veriyor ve kadına ev ziyaretine gidiyoruz. Emzirme hakkında tekrar danışmanlık yapıyoruz. Herhangi bir problemi varsa bu problemleri ve emzirme hakkını gidermeye çalışıyoruz. Daha sonrasında da kadınlarla yine mesaj üzerinden görüşme yaparak ek gıda hakkında bilgilendirme yapıyoruz, hiçbir şekilde iletişimimizi kesmiyoruz. Eğitimlerimiz bu şekilde veriliyor. Buraya gelen kadınlar öncelikli olarak ebeveynliğe hazırlık sağlanıyor. Annelik boyutunda yeni doğan bakımı hakkında eğitimler verilerek babaya da yine aynı şekilde eğitimler verilerek onların hazırlığı sağlanıyor” dedi. Gebe okuluna katılan Feyza Boyraz, bu sayede daha bilinçli bir anne olduğunu ve doğum sürecinde büyük destek gördüğünü ifade etti. Dışarıdan alınan bilgilerin yeterli olmadığını belirten Boyraz, deneyimli ebelerin verdiği eğitimler sayesinde daha rahat bir süreç geçirdiğini söyledi.
Rahim ağzı kanserinden korunmada ilk aşamalar aşı ve tarama
16 Eylül 2024 Pazartesi - 10:31 Rahim ağzı kanserinden korunmada ilk aşamalar aşı ve tarama Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya, rahim ağzı kanserlerinin kadın kanserleri arasında dördüncü sırada yer aldığını söyleyerek, "Rahim ağzı kanserinden korunma stratejilerinde ilk aşamamız aşıdır" dedi. Bilecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya, rahim ağzı kanseri için uyarıda bulundu. Çankaya, "Rahim ağzı kanserleri kadın kanserleri arasında dördüncü sırada yer almakta. Rahim ağzı kanserinden korunma stratejilerinde ilk aşamamız aşıdır. İkinci aşamamız taramadır. Üçüncü aşamamız ise tedavidir. O yüzden tarama testlerimizi ihmal etmemiz gerekiyor. Sağlıklı kadın sağlıklı toplumun direğidir. Bir kadının ruhsal ve fiziksel iyilik hali sağlık hali sadece kendisini değil genel toplum refahını önemli ölçüde etkilemektedir. Aynı zamanda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle de kadın sağlığının toplum sağlığındaki önemini vurgulamak istedik. Rahim ağzı kanser taramalarına gelecek olursak, smear taramaları ilk cinsel aktifliğin başlamasından bir yıl sonrasından itibaren 21-65 yaşları arasında üç yıla bir alınır. Eğer HPV testi ile beraber alınıyorsa ki biz bu teste biz kotest diyoruz beraber uygulanınca, 30 yaşından sonra beş yılda bir alınması yeterlidir. 65 yaşı geçmiş hastalar üç tane smear sonucu normal ise artık taramadan çıkarlar ve ilk tarama 21 yaşında cinsel aktifliğin üstünden bir yıl geçtikten sonra başlamalıdır" dedi. "Smear testini nerelerde verebiliriz?" Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Çankaya açıklamasının devamında, "Smear testini Kadın Doğum Polikliniklerinde normal muayeneye geldiğinizde verebileceğiniz gibi Sağlık Bakanlığının KETEM Merkezlerinde ücretsiz olarak verebilmektesiniz. Aynı zamanda bunlar için Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezine KETEM taramaları için başvurabileceğiniz gibi KETEM’in ücretsiz arabaları Mobil KETEM Arabaları da sizin bulunduğunuz ilçeye, köye, kasabaya düzenli aralıklarla gelmektedir. Bunun zamanını öğrenip ihmal etmeden mutlaka tarama testlerinizi yaptırın. Meme ve kolorektal taramalarınızı da KETEM’lerde yaptırabilirsiniz. Kansere karşı elimizde büyük bir güç var, bu gücü keşfedelim ve kullanalım" dedi.
“Türkiye’de 70 yaş üstü her 5 kişiden biri Alzheimerlı”
16 Eylül 2024 Pazartesi - 10:22 “Türkiye’de 70 yaş üstü her 5 kişiden biri Alzheimerlı” Türkiye’de 70 yaş üzeri her 5 kişiden birinde Alzheimer bulguları olduğunu belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Serdar Taşdemir, “Genç yaşlardan itibaren zihinsel ve fiziksel aktiviteler yapmak, düzenli spor yapmak, sık okumak, yeni bilgiler öğrenmek, yeni hobiler edinmek ve sosyal aktivitelere katılmak Alzheimer’ın geciktirilmesinde etkili rol oynamaktadır” dedi. Alzheimer’ın yakın dönem hafıza sorunları ile başlayan, diğer zihinsel alanları da etkileyerek günlük yaşam aktivitelerini zorlaştıran bir beyin hastalığı olduğunu ifade eden İSÜ Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Serdar Taşdemir, sinsi bir şekilde başlayan hastalığın yatağa bağımlı kalabilecek bir düzeye ulaşabileceğinin altını çizdi. “2050 yılına kadar dünyada 135 milyon kişiye Alzheimer teşhisi konacak” Hastalığı tanımlayan Dr. Alois Alzheimer’ın ismiyle anılan Alzheimer’ın 65 yaş üzerinde daha sık görüldüğünü, yaş ilerledikçe görülme sıklığının arttığını işaret edem Uzm. Dr. Taşdemir, “Öyle ki 90 yaş üzeri her 2 kişiden birinde görülebilir. Dünya genelinde 45 milyon kişi Alzheimer tanısı almıştır. Bu sayının 2050 yılına kadar 135 milyon civarında olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de 70 yaş üzeri her 5 kişiden birinde Alzheimer bulguları olduğu ve kadınlarda daha sık görüldüğü düşünülmektedir” şeklinde konuştu. “Düzensiz beslenme ve şeker hastalıkları Alzheimer’ı artırdı” Alzheimer hasta sayısı artış göstermesine rağmen özellikle gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfusta görülme sıklığının eski yıllara göre düştüğünü belirten Uzm. Dr. Taşdemir, “Yaşam süresinin uzaması hastalığın artışında en önemli faktördür. Düzensiz beslenme, sedanter yaşam, kontrolsüz tansiyon ve şeker hastalıkları, kronik hastalıklar Alzheimer’ın sıklığını artıran diğer önemli faktörlerdir” ifadelerine yer verdi. “İçine kapanık ve düşük eğitim seviyesi olan kişilerde risk daha fazla” Uzm. Dr. Taşdemir, Alzheimer’e yol açan sebepleri ise şöyle açıkladı: “Tau proteinleri ve beta amiloid protein parçacıklarının birikmesine bağlı olarak beyin hücrelerinde iletişim bozulur. Hücrelerde ölümler ortaya çıkar. Hasarlı beyin bölgelerinde hafızada önemli bir rol oynayan asetil kolin miktarı azalır. Sinsi başlayan hastalık hasarlı beyin bölgelerinin artmasına bağlı olarak ilerler. Bu hasarların tam olarak nasıl başladığı bilinmese de genetik, yaşam biçimi ve çevresel faktörlerin etkisiyle hastalık tetiklenebilir. Ailede Alzheimer hastalığı öyküsü olması, kısıtlı sosyal çevre, içe kapanık ruh hali, kafa travma öyküsü, sedanter yaşam, düşük eğitim seviyesi ve sigara- alkol kullanımı tetikleyici faktörler olarak sıralanabilir.” “Alzheimer’ı geciktirecek öneriler” Alzheimer hastalığını tamamen ortadan kaldıran, durduran bir tedavinin henüz olmadığını ancak sağlıklı bir yaşam ile hastalığı geciktirmenin mümkün olacağını belirten Uzm. Dr. Taşdemir, şu önerilerde bulundu: “Genç yaşlardan itibaren zihinsel ve fiziksel aktiviteler yapmak, düzenli spor yapmak, okumak, yeni bilgiler öğrenmek, yeni hobiler edinmek, sosyal aktivitelere katılmak, sağlıklı beslenme alışkanlığı edinmek, sağlıklı uyku alışkanlığı edinmek, sigara ve alkolden uzak durmak, şeker, tansiyon, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıkların takiplerini yaptırmak, gerekirse ilaçlarını kullanmak.” “Kitap okuyun, bulmaca çözün, spor yapın” Bazı beyin aktiviteleri ile Alzheimer’a karşı beyni güçlendirmenin mümkün olduğunu belirten Uzm. Dr. Taşdemir, “Yeni bilgiler öğrenmek, kitap okumak, yazı yazmak, hayal kurmak, bulmaca çözmek, satranç gibi zihinsel faaliyetleri arttıran oyunlar oynamanın Alzheimer’e karşı beyni güçlendirmektedir. Ayrıca spor, dans, resim, bahçe işleri gibi fiziksel aktiviteler de beyin aktivitelerini artırabilir” dedi. Alzheimer hastalığında tedaviler hastalığı kısmen yavaşlattığını ancak tamamen iyileştirmediğini söyleyen Uzm. Dr. Taşdemir, “Hastanın klinik semptomlarına göre çeşitli tedaviler düzenlenebilir. Tedaviler daha çok azalmış olan asetil kolin miktarını arttırmaya yöneliktir. Hastalığın gidişatına, hastanın semptomlarına göre ilerleyen evrelerde farklı ilaçlar kullanılabilir” şeklinde konuştu. “İlerleyen yıllarda yeni tedavi alternatifleri için umut var” Son olarak Alzheimer tedavisinde son yeniliklere değinen Uzm. Dr. Taşdemir, “Yeni geliştirilen ilaçlar beyinde biriken amiloid plaklarını azaltmaya yönelik olumlu sonuçlar sunmaktadır. Erken evre amiloid birikimi gösteren hastalarda hastalığı yavaşlattığı gösterilmiştir. Şu an için ABD ve İngiltere’de kullanımı olan bazı ilaçlar ilerleyen yıllarda yeni tedavi alternatifleri için umut vaat etmektedir” diye konuştu.
Egeli bilim ekibi Toksoplazma’ya karşı mRNA aşısı geliştirecek
16 Eylül 2024 Pazartesi - 10:19 Egeli bilim ekibi Toksoplazma’ya karşı mRNA aşısı geliştirecek Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Can’ın yürütücülüğünü yaptığı “Toxoplasma gondii SAG1, MIC1, ROP6, GRA1, SRS9 ve SporoSAG mRNA aşı transkriptlerini içeren miks mRNA aşısı yaklaşımı ile toksoplazmozise karşı koruyucu yeni nesil biyoteknolojik aşı geliştirilmesi” başlıklı proje, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafından desteklenmeye uygun bulundu. Proje ile özellikle hamilelerde ve bağışıklığı zayıf insan ve hayvanlarda tehlikeli sonuçlar doğurabilen “Toksoplazma” enfeksiyonuna karşı mRNA aşısı geliştirme amaçlanıyor. Proje ekibini makamında ağırlayarak tebrik eden Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak,“Kısa süre önce tüm dünyayı derinden etkileyen pandemi süreci bizlere aşı çalışmalarının ne kadar kıymetli olduğunu gösterdi. Tam akreditasyona sahip araştırma üniversitemiz akademisyenleri, multidipliner bir anlayış ve iş birliği ile Toksoplazma enfeksiyonuna yönelik aşı geliştirecekler. Temel bilimler ve sağlık alanlarında köklü bir geçmişi bulanan üniversitemiz bünyesinde bu tür çalışmaların gerçekleştirilmesi bizleri ziyadesiyle mutlu ediyor. Bu değerli çalışmaları için akademisyenlerimizi tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum” dedi. “Bu parazitle mücadelede aşı çalışmalarına ihtiyaç var” Projenin amacını anlatan Doç. Dr. Hüseyin Can, “Projede, insan ve hayvanları enfekte ederek toksoplazmozise neden olan Toxoplasma gondii’ye karşı mRNA aşısı geliştirmeyi hedefliyoruz. Dünyada insan nüfusunun 3’te 1’inin bu parazit ile enfekte olduğu tahmin ediliyor. Toksoplazmozisli sağlıklı bireylerde genellikle her hangi bir klinik belirti gözlenmezken bağışıklık sistemi zayıflamış olanlarda ciddi ölümle sonuçlanabilen durumlar ortaya çıkabilmekte. Ayrıca, hamilelik döneminde alındığında fetüse geçerek düşüklere ve doğumsal anomalilere de neden olabilmekte. Diğer taraftan veterinerlik alanında da sıklıkla koyunlarda düşüklere sebep olarak ciddi ekonomik kayıplara yol açıyor. İnsanlarda ve hayvanlarda kronik enfeksiyona sebep olan doku kistlerinin tedavisine yönelik etkin bir ilacın olmaması sebebiyle bu parazitle mücadelede aşı çalışmalarına ihtiyaç var. Günümüzde sadece koyunlarda kullanımı ruhsatlandırılmış Toxovax aşısının var olması, toksoplasmozise karşı etkin aşı geliştirilebileceğini gösteriyor” dedi. “mRNA aşı teknolojisinin parazitler için kullanılabileceği gösterilecek” mRNA aşılarının koronavirüs pandemisinde başarıyla uygulandığını dile getiren Doç. Dr. Can, “Günümüzde COVID-19 pandemisine karşı kullanılan ‘mRNA aşı platformu’ geniş kitlelere başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Bu sebeple de diğer bulaşıcı patojenlere karşı başarısının hızlıca test edileceği açıktır. Projemiz kapsamında ‘Toxoplasma gondii’ye karşı multivalan mRNA aşısı geliştirilmesi’ planlanmıştır. Buna bağlı olarak projede Toxoplasma gondii SAG1, MIC1, ROP6, GRA1, SRS9 ve SporoSAG proteinlerini sentezleyen mRNA aşı transkriptleri üretilecek ve lipit nanopartikülleri (LNP) ile formüle edilip farelere mRNA-LNP aşısı uygulanacaktır. Daha sonra, aşılanmış fareler Toxoplasma gondii doku kistleri ile enfekte edilerek mRNA-LNP aşısının koruyuculuğu gösterilecektir. Sonuç olarak; hem insanlar hem de çiftlik hayvanları için önemli bir parazit olan Toxoplasma gondii’ye karşı mRNA-LNP aşısının etkinliği deney hayvanlarında test edilecektir. Dahası, bu proje ile birlikte COVID-19’a karşı başarılı olan mRNA aşılarının sadece virüslere karşı değil insanlarda salgınlara neden olabilecek parazitler için de kullanılabileceği gösterilmiş olacak” diye konuştu. Doç. Dr. Hüseyin Can’ın yürütücülüğünü yaptığı projede, EÜ Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Ün, EÜ Aşı Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Öğretim Üyeleri; Prof. Dr. Yüksel Gürüz, Prof. Dr. Mert Döşkaya, Doç. Dr. Aysu Değirmenci Döşkaya, Doç. Dr. Hasan Akbaba, Doç. Dr. Muhammet Karakavuk ve Dr. Özlem Günay Eşiyok yer alıyor.
Sincan’da çölyaklı vatandaşlara özel piknik
16 Eylül 2024 Pazartesi - 09:47 Sincan’da çölyaklı vatandaşlara özel piknik Sincan Belediyesi çölyaklı vatandaşlara destek olmaya devam ediyor. Başkan Murat Ercan’ın katılımıyla Polatlar Sokak Hayvanları Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde çölyaklı vatandaşlara özel bir piknik düzenlendi. Başkan Ercan vatandaşlarla tek tek ilgilendi. Çocukların doyasıya eğlendiği ve can dostlarımızla keyifli vakit geçirdiği piknik görülmeye değerdi. Sincan Belediyesi çölyak hastalarının yanında olmaya devam ediyor. Glutensiz ekmek yardımı ve sosyal destek kartına 3 ayda bir yapılan ödemelerle çölyaklı vatandaşların glutensiz gıdaya ulaşmalarına yardımcı olan Sincan Belediyesi, farkındalık oluşturmak adına da çeşitli etkinlikler düzenliyor. Çölyak hastalarına özel piknik Polatlar Sokak Hayvanları Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde düzenlenen piknik organizasyonu büyük beğeni topladı. 300 kişinin katılımıyla gerçekleşen piknikte çocuklar doyasıya eğlendi. Palyaçolar renk kattı, can dostlarımızla bir araya gelme fırsatı bulan çocukların heyecanı görülmeye değerdi. Sincan Belediye Başkanı Murat Ercan çocuklar ve aileleri ile yakından ilgilendi. Başkan Ercan, “Glutensiz gıda temininden 3 ayda bir gerçekleştirdiğimiz nakdi yardımlara ve çölyak farkındalık programlarına kadar çölyak hastası hemşehrilerimize ve ailelerine destek olmaya devam edeceğiz. Yüzünüzü gülerken görmek bizim için çok büyük bir mutluluk. Pikniğe göstermiş olduğunuz yoğun katılımdan dolayı çok teşekkür ederim.” ifadelerini kullandı. Aileler piknik organizasyonundan duyduğu memnuniyeti dile getirdi, “Yaptığınız her türlü faaliyette sizinle beraberiz. Sizi çok seviyoruz.” ifadeleriyle Başkan Murat Ercan’a olan sevgisini ifade etti.
Erken tanı hayat kurtarır
16 Eylül 2024 Pazartesi - 09:38 Erken tanı hayat kurtarır Hematoloji Bilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Hasan Göze, 15 Eylül Dünya Lenfoma Farkındalık Günü dolayısıyla dikkat çekici bilgiler paylaştı. “Lenfoma, bağışıklık sistemimizin bir parçası olan lenfosit adı verilen hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla oluşan bir kanser türüdür” ifadeleriyle sözlerine başlayan Dr. Hasan Göze, lenfositlerin; vücudun, virüs ve bakterilere karşı savunmasında kilit rol oynadığının altını çizdi. Göze, ayrıca bu hücrelerin kanserleşmesi durumunda ise bağışıklık sisteminin zayıflayarak ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınabileceğini de hatırlattı. Lenfoma’nın belirtileri Lenfoma türleri ve belirtileri hakkında da bilgi veren Hasan Göze, “İki ana lenfoma türü vardır: Hodgkin lenfoma (%10-15) ve Non-Hodgkin lenfoma (%85-90). Bu türlerin hem tedavi yöntemleri hem de klinik seyirleri farklılık gösterir. Lenfomanın en yaygın belirtisi; genellikle boyun, koltuk altı veya kasıkta ortaya çıkan ağrısız ve hareketsiz lenf düğümü büyümeleridir. Ayrıca, istem dışı kilo kaybı (6 ay içinde vücut ağırlığının yüzde 10’u), uzun süreli ve enfeksiyonla ilişkili olmayan ateş yüksekliği, aşırı gece terlemeleri (çamaşır ve çarşaf değiştirmeyi gerektiren), halsizlik, öksürük ve nefes darlığı gibi belirtiler de gözlemlenebilir” dedi. Risk faktörleri ve teşhisi Lenfoma gelişimi açısından risk faktörleri hakkında bilgi veren Dr. Göze, “Lenfoma gelişimi için risk faktörleri arasında ileri yaş, erkek cinsiyet, bağışıklık sisteminin zayıflaması (organ nakli veya HIV), Epstein-Barr virüsü gibi enfeksiyonlar, ailede lenfoma öyküsü, tarım ilaçları ve kimyasallara maruz kalma, radyasyon, otoimmün hastalıklar, obezite ve önceki lenfoma tedavileri yer alır. Lenfoma teşhisi genellikle fizik muayene, kan testleri, PET ve BT taramaları gibi görüntüleme yöntemleri ve biyopsi ile konur. Biyopsi, lenf düğümünden alınan örneğin mikroskop altında incelenmesini içerir ve kesin tanı sağlar” ifadelerini kullandı. Tedavi yöntemleri Tüm dünyada bir milyondan fazla insan lenfoma ile yaşadığını ve her gün ortalama bin kişinin lenfoma tanısı aldığını söyleyen Dr. Hasan Göze, “Tedavi, lenfomanın türü ve evresine göre değişiklik gösterir. En sık uygulanan tedaviler arasında kemoterapi, radyoterapi, immünoterapi ve hedefe yönelik tedaviler yer alır. Tedavi planı, hastanın genel sağlık durumu ve hastalığın yayılma derecesi göz önünde bulundurularak belirlenir. Özellikle erken evrelerde teşhis edilen lenfoma, tedaviye iyi yanıt verir. Hodgkin lenfoma vakalarının çoğu modern tedavilerle tamamen iyileşebilirken, daha sık görülen Non-Hodgkin lenfomaların başarı oranları türüne ve evresine göre değişiklik gösterir” dedi. “Erken tanı hayat kurtarır” 15 Eylül Dünya Farkındalık Günü’nün önemine de değinen Hasan Göze, “Dünya Lenfoma Farkındalık Günü, bu hastalığa dair bilinç düzeyini artırmak için önemli bir fırsattır. Erken teşhis, tedavi başarısını önemli ölçüde artırır ve bu farkındalık toplumun erken teşhis ve doğru tedaviye erişimini kolaylaştırır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ‘erken tanı ve tedavi hayat kurtarır’ prensibinden hareketle her yıl 15 Eylül gününü hastalığa yönelik dikkat çekmek, bilgilendirmek ve hastalık tedavisine ilişkin güncel durumu gözden geçirmek üzere kutluyoruz” ifadeleriyle açıklamasını sonlandırdı.
Göğsünden boynuna kadar uzanan 7 kiloluk tümörü temizlendi
16 Eylül 2024 Pazartesi - 09:18 Göğsünden boynuna kadar uzanan 7 kiloluk tümörü temizlendi Göğsünden boynuna kadar olan bölgede 7 kiloluk tümör taşıyan 63 yaşındaki Berika Rabia Özcan, geçirdiği detaylı operasyonla hem tümörden hem de yaşam riskinden kurtuldu. Yıllar önce oluşan minicik kitleyi korktuğu için takip etmediğini belirten Özcan, “Kurban Bayramı’ndan sonra inanılmaz şekilde aniden büyüdü. Çektirdiği acı tarif edilemez. Dünyanın bütün yükünü aldım, o kitlenin içine koydum. 5-7 kilo yaptım orayı. Şimdi ise yeniden doğdum” dedi. 2021’de göğsünde sivilce boyutunda kitle saptanan eski radyo program sunucusu Berika Rabia Özcan, bir taraftan vertigo hastası olduğu için çeşitli ilaçlar kullanmak zorundaydı. ‘Tedavi olursam ilaç kullanamam ya da ölürüm’ endişesiyle senelerce doktora başvurmayan hastanın kitlesi son 3 ayda inanılmaz seviyede büyüdü. Meme dokusunun üzeri hizasında, göğüsün üst tarafında, omuza doğru uzanan ve çeneye kadar denk gelen 7 kiloluk tümörü taşımak zorunda kalan Özcan, acilen Medicana International İstanbul Hastanesi’ne başvurdu. Dışarıya doğru 20-25 santimlik bir uzantısı olan tümörü inceleyen hekimler hastayı acilen operasyona aldı. Dr. Öğr. Üyesi Deniz Yorgancılar ve Prof. Dr. Necmettin Kutlu’nun gerçekleştirdiği operasyonla tümör başarılı şekilde temizlendi. “Artık hayatım bitiyor, ölüyorum dedim” Berika Rabia Özcan, “2021’de bu kitle henüz minicik sivilce kadarken tespit edilmişti. Zaman içinde yavaş yavaş büyüdü. O zamanlar hiçbir etkisi olmamıştı. Ama Kurban Bayramı’ndan sonra bir anda çok büyüdü. İnanamadım. Vücudumda kavun gibi kitle oluştu. Damarlarım çıktı. Kitleyi taşımam çok zordu. O süreç boyunca iştahsızlık, kilo kaybı, yürüyememe, kokulara karşı aşırı derecede reaksiyon gösterme, kitlenin içinde büyük acı hissi gibi zorluklar yaşadım. Ama nasıl bir acı Sanki etinizden et kopartıyorlar. Öyle bir acı Herhalde artık hayatım bitiyor, ölüyorum dedim. Ardından hastaneye geldim. Canım doktorlarımdan Allah razı olsun. Çok yardımcı oldular bana” dedi. “Dünyanın bütün yükünü aldım, o kitlenin içine koydum” Vertigo hastası olduğunu da söyleyen Özcan, “Kullandığım çeşitli ilaçlar var. Hastaneye gidip operasyon olursam ilaç kullanamam, ölürüm diye korktum açıkçası. Bir de dünyevi meselelere kapıldım, hastalığımı unuttum senelerce. Dünyanın bütün yükünü aldım, o kitlenin içine koydum. 5-7 kilo yaptım orayı. Sonra dedim ki sen gidiyorsun. Türk doktorlarına güven, kendini onlara bırak. Başta doktora gitmemekle hata yaptığımı biliyorum. Öyle olsaydı küçücükken alınırdı. Ama şimdi çok iyiyim. Dünyaya yeniden geldim, yeniden doğdum. Bu süreçte yanımda ailem vardı ve hayatta en önemli şeyin sağlık ve aile olduğunu öğrendim” şeklinde konuştu. “Kitleyi temizlemeden önce detaylı inceleme yaptık” Tedavi sürecini anlatan Medicana International İstanbul Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Deniz Yorgancılar, “Hastamız bize geldiğinde morali çok bozuktu çünkü üstünde büyük bir kitlesel yük vardı. Bu tür hastalıklar; yaşam kalitesi ne kadar iyi olursa olsun, kötü alışkanlıklarınız olmasa da bir yerden farklı şekilde ortaya çıkabiliyor. Hastamızın kitlesi de son zamanlarda çok fazla büyümüş. Artık bir şey yapılması lazımdı. İncelemelerimizi en ince ayrıntısına kadar yaptık. Kitlenin göğüs duvarı ile damarlarla ilişkisi var mı? Başka yerlere sıçramış mı? Meme dokusuyla bir ilişkisi var mı? Tek tek baktık. Kitlenin rezeksiyonunun dışında tabii o alanın rekonstrükte edilmesi gerekiyordu. Bu anlamda da burada büyük bir ekibiz. Plastik cerrahi hocamızla tek seansta kitlenin tamamen düzgün, sınırları temiz bir şekilde çıkarılmasını sağladık. Hastamız zaten bunu ‘yeniden doğdum’ diyerek çok güzel ifade etti” açıklamasını yaptı. “Bunlar masum kitleler değil” “Vücudunuzda sıra dışı bir şey olduğunu gördüğünüzde ya da fark ettiğinizde hemen doktora başvurun” uyarısında bulunan Dr. Öğr. Üyesi Deniz Yorgancılar, “Üstüne gidin, çünkü altından çıkacak bambaşka şeyler olabilir. Hastamızda da olduğu gibi kitlenin büyümesi durumunda birçok riske maruz kalabiliyorsunuz. Neticede bunlar masum kitleler değil. Bir anda meme dokusu, göğüs duvarı, damarlar, sinirler, aklınıza ne geliyorsa hepsine sirayet edip içinden çıkılmaz, tedavi edilemez hale gelebilirler. Dolayısıyla tedavinin ilk aşaması, her şeyi önemseyip doğru hareket etmek” şeklinde konuştu. “Rabia Hanım’daki şansımız tümörün içe değil, dışa doğru büyümesiydi” Dr. Öğr. Üyesi Deniz Yorgancılar sözlerine şunları ekledi: “Bu kitlelerin büyüme patolojisi ve seyirleri biraz farklı. Hepsi birbirinden farklı hareket eder. Rabia Hanım’daki şansımız kitlenin içe doğru değil, dışa doğru büyümesiydi. Ameliyat ne kadar zor olsa da hastamız şanslıydı. Başka yere sıçrama olmamıştı. Başka dokuları tutmamıştı.” “Hastamızla son derece yakın ilişki kurduk” Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Necmettin Kutlu ise “Biz hep estetikle gündeme geliriz ancak plastik cerrahinin tam açılımı plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahidir. Dolayısıyla böyle bir hastaya yardımcı olabilmenin onuru ve mutluluğu mesleki açıdan bize inanılmaz doyumsuz anlar ve duygular yaşatıyor. Hastamızla son derece yakın ilişki kurduk” dedi. “Göğüs duvarının yan tarafından aldığımız damarlı bir doku ile deriyi kapattık” Prof. Dr. Necmettin Kutlu, “Göğüs cerrahi hekimimiz çok iyi bir iş çıkardı. Çok geniş bir alana yayılan bir tümörü, geride hiçbir şey bırakmayacak şekilde sağlıklı bir cerrahiyle çıkardı. Bize de düşen tabii ki bu geniş alanı sağlıklı bir deriyle kapatmak oldu. Onu da göğüs duvarının yan tarafından aldığımız damarlı bir doku aktarımıyla gerçekleştirdik. Ve sağlıklı bir sonuca ulaştık. Hastamızı mutlu ettik. Vücudunun 4’te birini açıkta bırakan bir doku eksikliğini giderebilmek bizim için çok büyük bir mutluluk” açıklaması yaptı. “Türkiye’de hatta dünyada bu kadar büyük bir tümörü, göğüs ön duvarında taşıyan başka bir hasta olduğunu sanmıyorum” Prof. Dr. Necmettin Kutlu sözlerine son olarak şunları ekledi: “İlk etapta bu kadar geniş alanı açıkta bırakan doku eksikliğini görünce hastaya göğsünü de alabileceğimizi söyledik. Sağ olsun o konuda zorluk çıkartmadı. Ama bunların hiçbirine gerek kalmadan göğsünü de memesini de koruyarak operasyonu gerçekleştirdik. Bu tür vakalar çok sık görülmez. Türkiye’de hatta dünyada bile bu kadar büyük bir tümörü, göğüs ön duvarında taşıyan bir başka hasta olduğunu zannetmiyorum.” (NŞ-
Diyabetin kontrol altında tutulması göz sağlığı için önemli
15 Eylül 2024 Pazar - 16:16 Diyabetin kontrol altında tutulması göz sağlığı için önemli Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Kemal Bayrakçeken, göz açısından sinsi hastalık olan diyabetin görme bozuklukları, erken yaşta katarakt başta olmak üzere birçok rahatsızlığa neden olduğunu söyledi. Diyabete bağlı göz hastalıklarının diyabetik retinopati dâhil gözde şeker hastalığına bağlı ortaya çıkan göz hastalıklarının genel adı olduğunu söyleyen Bayrakçeken, “ Sağlık Bakanlığının verilerine göre 2015 yılında dünya ki 415 milyon diyabetlinin 3/1’ inde 93 milyondan fazla insanımızda diyabetik retinopatinin geliştiği görülüyor, bu da çok büyük bir rakam. Diyabette göz bulguları hafiften ağıra doğru gidebiliyor. Yani gelip geçici görme bozukluklarından çift görmeye, kalıcı görme kaybına kadar geniş bir yelpazede yer alıyor. Kan şekerinde ki dalgalanmalara bağlı gelip geçici görme bozuklukları olabiliyor hastada. Gözün kırıcılığında ki bu değişiklikler, kişinin göz numarasında değişiklik olarak yansıyor poliklinik hastalarımızda. Hastamızda 2 numara miyop varken bir sonraki gün yeniden geldiğinde hipermetrop olabiliyor. Daha başka göz bozuklukları da olabiliyor.” dedi. “Diyabetik göz hastalıkları görme kaybı ve körlüğe kadar giden ciddi problemlere yol açabiliyor” Göz muayenesinde polikliniğe gelen hastalara şekeri olup olmadığını sordukları ve genellikle hastanın da düzenli olamayan bir şekeri olduğunu söylediğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Kemal Bayrakçeken, “Bu durumlarda biz hekimler gözlük vermek yerine şekerini kontrol altına alıp ondan sonra muayeneye gelmesinin daha sağlıklı olacağı vurguluyoruz. Tüm diyabetik göz hastalıkları görme kaybı ve körlüğe kadar giden ciddi problemlere yol açma potansiyeline sahiptir. Gelip geçici görme bulanıkları da olabilir. Göz arkasında ciddi bulgular veren diyabetik retinopati dediğimiz hastalığa da yol açabilir. Diyabetik retinopati nedir dersek, retinadaki kılcal damarlarda kanama, retina içerisine sıvı sızma sonucu görme kaybı ve körlüğe neden olan bir spektrum olarak ele alabiliriz. Belirtilerine gelince, bunlar hastalarımızda görme yetilerinde azalma, bulanık görme, kör noktalar, karanlık noktalar bilhassa görme merkezinde düz ve dalgalı çizgiler görülmesi ve renklerin canlılığını kaybetmesi şeklinde ortaya çıkabilir.” diye konuştu. Diyabetik retinopatinin nasıl oluştuğundan da bahseden Bayrakçeken, “Çevremizde gördüğümüz her şey, gözde retinada elektriksel sinyallere çevrilerek beyindeki görme merkezine iletiliyor. Retina, gözün arkasında görüntünün beyne aktarılmasını sağlayan sinir tabakasıdır. Diyabetik retinopati retinayı besleyen kılcal damarları bozarak başlangıçta retinada kanama ve sıvı sızması, ilerleyen aşamada ise retinada ki kan damarlarının tıkanması sonucu görme azalması ve körlüğe neden olabiliyor. Birde diyabetik maküler ödem var. Sarı nokta dediğimiz makuler bölge, retinanın en merkezi görmeyi sağlayan tabakasıdır. Burada sıvı birikmesine bağlı diyabetik makuler ödem oluşabiliyor. Bu da diyabet hastalarında ciddi görme kaybına yol açmaktadır. Diyabetik retinopati için kimler riskli; Uzun süre diyabeti olanlar, kan şekeri düzeyi yüksek ve düzensiz olanlar, diyabetin yanında hipertansiyon ve yüksek kolesterolü olanlar çok büyük risk altında, yine bu hastaların dikkatli bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Şeker hastalığının yanı sıra, böbrek yetmezliği de varsa hastanın diyalize gitmesi gerekiyor. Gebelikte diyabete bağlı sorunlar ilerleyebilir hatta daha da kötüleşebilir. Bu nasıl tespit ediliyor? Polikliniklere başvuran hastalara tam teşekküllü bir göz muayenesi yapılması gerekir. Hastaların görme düzeylerinin tespiti yapıldıktan sonra göz bebekleri büyütülerek göz arkasının detaylı bir şekilde muayene edilmesi gerekir. Modern cihazların devreye girmesiyle kolaylıkla teşhislerimizi yapabiliyoruz” ifadelerine yer verdi.
Dr. Karabulut, sinsi hastalık prostat kanseriyle ilgili uyardı
15 Eylül 2024 Pazar - 15:51 Dr. Karabulut, sinsi hastalık prostat kanseriyle ilgili uyardı Yalova Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Üroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Musa Karabulut, “Ailesinde prostat kanseri olan kişiler 40 yaşından itibaren, ailesel bir risk yoksa da 50 yaşından itibaren her yıl mutlaka bir üroloğa prostat yönünden muayene olmasında fayda vardır” dedi. Dr. Karabulut, 15 Eylül Prostat Kanseri Farkındalık Günü nedeniyle açıklamalarda bulundu. Prostatın erkeklerde mesane altında bulunan, içinden idrar kanalının geçtiği, ceviz büyüklüğünde bir organ olduğunu söyledi. Organın işlevinin üremeye yardımcı olacak bazı enzimleri ve salgıları üretmek olduğunu söyleyen Dr. Karabulut, “Prostat kanseri ise bu normal prostat bezi hücrelerinin kontrolsüz ve düzensiz büyümesiyle ortaya çıkan bir kanser türüdür. Erkeklerde kanser türleri içinde ikinci sırada yer almaktadır. Hatta 70 yaşından sonra erkeklerdeki ilk kanser türlerinden birisi olduğunu da söyleyebiliriz” dedi. Prostat kanserinin bir erkeğin yaşamı boyunca karşılaşma riskinin yaklaşık yüzde 17 ile 20 arasında olduğuna vurgu yapan Dr. Karabulut, şöyle konuştu: “Bu bayağı yüksek bir rakam. O yüzden bunun erken dönemde yakalanması bizim için çok önemli. Bu erken dönemde yakalanmasında hemen hemen tedavi edilmiş gibi başarı şansı çok yüksektir. Bu erken tanı da ancak tarama testleriyle ortaya konulabilir. Özellikle PSA ve parmakla muayeneyle tanıyı koyabilmekteyiz. Prostat kanseri çok sinsi bir hastalıktır. Geç dönem olmadan hemen hemen belirti vermemektedir. Geç dönemde olduğunda belirtiler özellikle prostat kanserinin büyümesiyle idrar kanalına baskı yapması neticesinde normal prostat iyi huylu büyümesi gibi belirtiler verir. İşte bu nedir, sık idrara çıkma, idrarın zayıf gelmesi belirtiler olabilir. Ayrıca kanserin büyümesine bağlı, meni ve idrardan kan gelmesi, daha geç evrelerde kemiklere yayılım olmasıyla bel, kalça ağrıları gibi kendini gösterebilir ama zaten bu evrede hasta gecikmiş dönemdedir.” “Erken tanı bizim için çok önemlidir” Özellikle hastalığı geç olmadan yakalamak istediklerini ifade eden Dr. Karabulut, “Bu prostat kanseri özellikle 40 yaşın altında nadir görülmektedir. Kanseri özellikle 50 hatta 65 yaşından sonra teşhis edebilmekteyiz. Bu nedenle erken tanı çok önemli. Ailesinde prostat kanseri olan kişiler 40 yaşından itibaren, böyle bir ailesel bir risk yoksa da 50 yaşından itibaren her yıl mutlaka bir üroloğa prostat yönünden muayene olmasında fayda vardır. Dediğimiz gibi ailesinde birinci derece yakınlarında baba, kardeş veya amca gibi yakınlarında prostat kanseri var ise 40 yaşından itibaren mutlaka doktora, üroloğa muayeneye gelmesi lazım. Erken tanı bizim için çok önemlidir. Erken tanıyla hemen hemen hastalığı tedavi bile etmiş olabiliyoruz bazı durumlarda. Geldiğinde kandan PSA bakmak ve parmakla muayene ile en azından prostat muayenesini yaparız. Eğer bunda bir şüphe uyanırsa daha ileri incelemeler yaparak esas tanıyı prostat biyopsisi yaparak tanıyı koyuyoruz” diye konuştu. Tedavi yöntemleriyle ilgili de bilgi veren Dr. Karabulut, “Erken dönemden hastalığı yakalandığımızda cerrahi tedaviyle prostatın alınmasıyla hastalığı tedavi edebilmekteyiz. Ayrıca daha alternatif tedavi olarak ışın, hormon tedavisi ve kemoterapi olmak üzere tedavi çeşitlerimiz vardır” dedi.