SAĞLIK
20 Eylül 2024 Cuma - 11:45 Çalışanların kaygıları son iki yıldır azalmıyor Ekonomik koşullar gibi küresel sorunlar ve modern yaşamın getirdiği zorluklar hayatın her alanına sirayet ederek çalışanların kaygı, stres ve depresyon seviyelerini artırıyor. Verilere göre, son iki yıldır psikologlarla yapılan görüşmelerde ilk sırayı kaygı alırken bunu romantik ilişkiler, depresyon, stresle başa çıkma ve ebeveyn-çocuk ilişkileri takip ediyor. Bir iş gününün sonunda başını yastığa kaygılardan, stresten uzak bir şekilde koyabilmek, çalışanlar için giderek daha zor bir hale gelmeye başladı. Özellikle pandemi ile birlikte başlayıp süregelen küresel belirsizlikler ve ekonomik krizlerin yanına ebeveyn-çocuk ilişkileri veya romantik ilişkilerde yaşanan sıkıntılar da eklenince çalışanlar son yıllarını kaygı, depresyon ve stres ile geçirdi. Kurumsal esenlik çözümü Wellbees, çalışanların son iki yıldır Wellbees psikologlarına başvuru nedenlerini analiz etti. Ağustos 2022 - Ağustos 2024 dönemini kapsayan verilere göre çalışanların platform psikologlarından randevu talep etme sebeplerinde ilk beş sırayı kaygı, romantik ilişkiler, depresyon, stresle başa çıkma ve ebeveyn-çocuk ilişkileri aldı. Bu beş konu başlığı tüm başvuruların yüzde 70’ini oluştururken diğer başvuru sebepleri arasında ise öfke kontrolü, iş yaşamı ve duygusal beslenme öne çıktı. Kadınlar kaygı, erkekler romantik ilişkiler nedeniyle başvuruyor Psikologlar ile görüşen çalışanların yüzde 71’ini kadınlar oluşturdu. Kadınların görüşme sebeplerinde kaygı, erkeklerde ise romantik ilişkiler ve evlilik konusu ilk sırada yer aldı. Platform psikologlarından Merve Gürsoy, erkeklerin kadınlara göre daha az psikologla görüşmelerinde toplumsal rollerin de etkili olduğuna dikkat çekti. X ve Z kuşağının başvuru nedeni aynı: Ebeveyn-çocuk ilişkileri Platformun verilerine göre, iş hayatında pek çok konuda çatışma yaşayan X ve Z kuşağının ortak noktalarından biri de psikologla görüşme nedenleri. Buna göre X ve Z kuşağı, psikologlara en çok ebeveyn-çocuk ilişkileri hakkında danışıyor. Y kuşağında ise romantik ilişkiler ve evlilikler ilk sırada yer alıyor. Gürsoy bu durumu, “Sosyal etkileşimin hayatımızda büyük etkisi var. X ve Z kuşağı da ortak çevrede bulunup birbirlerinden etkilendikleri için psikoloğa başvuru nedenleri ortak olabiliyor. Y kuşağında ise durum biraz daha farklı. Çünkü yetiştikleri döneme bağlı olarak beklentileri ve farkındalıkları, X ve Z kuşağına göre ciddi değişkenlik gösteriyor” şeklinde konuştu. “Yönetilemeyen durumlar ve belirsizlikler kaygıları artırıyor” Özellikle pandemi ile birlikte dünyanın gündemindeki belirsizliklerin arttığını aktaran Psikolog Gürsoy, “Pandemi süreci, insanların sağlık endişelerini tetiklerken deprem gibi doğal afetler ise ölüm korkusunu ve sevdiklerini kaybetme endişesini artırdı. Ekonomik krizlerle beraber gelen işsizlik korkusu da çalışanların üzerinde büyük bir stres kaynağı oluşturdu. Kontrolü kendi ellerinde olmayan bu belirsizliklerle başa çıkamayan bireylerin ruh sağlığı olumsuz etkileniyor ve depresyona kadar uzanan bir süreç yaşanabiliyor” dedi. Gürsoy şöyle devam etti: “Çalışanların kaygılarının bu kadar yüksek olduğu bir dönemde şirketlerin aksiyon almaları gerekiyor. Ekonomik kaygıların azaltıldığı, esenlik uygulamalarının hayata geçirildiği, kuşak çatışmalarının son bulduğu bir iş ortamında çalışanların kaygıları azalırken mutlulukları ve iş yerlerine olan bağlılıkları da artıyor.”
Yatağan’da içme suyu depolarını doldurdu
16 Eylül 2024 Pazartesi - 14:01 Yatağan’da içme suyu depolarını doldurdu Muğla Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (MUSKİ) Genel Müdürlüğü ekipleri İl genelinde yaşanan su sıkıntılarını tek tek ortadan kaldırıyor. Son olarak Yatağan’da çalışma yapan ekipler bu kapsamda Mesken Mahallesine ilave su sağlayarak depoların dolmasını ve vatandaşlara kesintisiz su verilmesini sağladı. Mahalleye 1’er gün dönüşümlü su veriliyordu Mesken Mahallesinde su yetersizliğinin yaşanması ve dönüşümlü su verilemeye başlanması üzerine çalışma başlatan MUSKİ ekipleri bölgede içme suyu kaynaklarında inceleme yaptı. Yapılan araştırmanın ardından su kaynaklarının yeterli seviyede olamadığı ve bazı noktalarda tıkanıkların oluştuğu görüldü. Bu nedenle suyun toplanarak içme suyu deposuna aktarılmasını sağlayan kaptajlarda temizlik ve revizyon çalışmaları yapıldı. Buna ek olarak tıkalı noktalar açılarak suyun kaptajlara gelmesi sağlandı. Ayrıca yine farklı noktalardaki kaynak suları yapılan çalışmalarla bir noktaya toplanarak Mesken mahallesine aktarıldı. Ayrıca bölgeye paket arıtma tesisi yapılarak içme suyunun sağlıklı şekilde bölgeye aktarılmasının devamı sağlandı. Tüm bu çalışmalar ile birlikte içme suyu deposunun seviyesi yüzde yüze ulaşarak tam dolulukla hizmet veriyor. Böylelikle mahalleye sağlıklı ve kesintisiz su sağlanarak vatandaşların önemli bir sorunu ortadan kaldırıldı. Muhtar Özdemir, “İçme suyu depomuz dolu” Su kaynaklarında meydana gelen düşüş nedeniyle mahallelerine gelen suyun yetersiz kaldığına vurgu yapan, Mesken Mahalle Muhtarı Şenol Özdemir, “Mahallemizde önceden su sorunumuz yoktu. Ancak kaynak suyumuz azaldı. Sondajımız vardı ve buradaki su da yetersiz kaldı. İkinci bir sondaj çalışması yaptık ancak elektrik aboneliğimiz bağlanmadığı için kullanamadık. Bunun akabinde sorunumuzu MUSKİ’ye ilettik. Yapılan çalışmalar sonucunda suyu bulduk. Şuanda suyumuz yeterli ve depomuz dolu. Vatandaşlarımız çok memnun. Bu nedenle başta Ahmet Başkanıma, MUSKİ Genel Müdürüme ve emeği geçen tüm ekiplere teşekkür ediyorum. Zaten bizim Büyükşehir Belediyesi ile irtibatımız çok iyi. Aradığım anda hemen muhatap bularak sorunumun çözümüne ulaşıyorum. Biz zaten hizmetimizin çok büyük kısmını büyükşehirden alıyoruz” dedi. Mesken köylüsü, Yaşar Genek ise, “Şu ana kadar büyükşehir belediyesinin çalışmalarından memnunum. Büyükşehir kurulmadan önce sorunumuz çoktu. Günlerce kazı yapılıyordu. Büyükşehir olunca her şey normale döndü. Şuanda su konusunda sorunumuz ortadan kalktı bu nedenle memnunuz” dedi.
Hareketsizlik kasları zayıflatıyor, boyun ve bel fıtığı riskini artırıyor
16 Eylül 2024 Pazartesi - 13:47 Hareketsizlik kasları zayıflatıyor, boyun ve bel fıtığı riskini artırıyor Hareketsiz bir yaşam kas-iskelet sistemini ve omurga sağlığını olumsuz etkiliyor, sağlık sorunlarına davetiye çıkarıyor. Gün boyu masa başında sabit bir şekilde çalışmanın kasların zayıflamasına ve esneklik kaybına neden olabileceğini belirten İstanbul Atlas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Gamze Demircioğlu, boyun ve bel fıtığı riskinin azaltılması için alınacak tedbirlere dikkat çekti. Demircioğlu, “Ergonomik bir çalışma alanı oluşturulmalı, ayarlanabilir yükseklikte bel destekli bir sandalye kullanılmalıdır. Kollar masadan destek almalı, baş öne çıkıyorsa sandalyeyi masaya yaklaştırarak doğru postür korunmalıdır. Diz ve kalça 90 derece olmalı, ayak altına destek konulmalı ve bacak bacak üstüne atmaktan kaçınılmalıdır. En önemlisi, her yarım saatte bir kalkıp kısa yürüyüşler ve esneme hareketleri yapılmalıdır” dedi. İstanbul Atlas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Gamze Demircioğlu, özellikle gün boyu masa başında hareketsiz şekilde çalışan kişilerde ortaya çıkabilecek sorunlara ve bunların önlenmesine ilişkin değerlendirmede bulundu. Saatlerce hareketsiz kalmak, kas-iskelet sistemini olumsuz etkiliyor Günümüzde ofiste özellikle masa başında çalışan kişiler için uzun süre masa başında oturmanın ve bilgisayar ekranına bakmanın yaygın bir hale geldiğini belirten Demircioğlu, “Bu durum, modern yaşamın bir gerekliliği olarak kabul edilse de sağlık açısından ciddi riskler barındırmaktadır. Bilgisayar başında uzun saatler boyunca hareketsiz kalmak, kas-iskelet sistemi üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilir ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir” uyarısında bulundu. Kaslar zayıflıyor, esneklik kaybediliyor Bütün gün bilgisayar başında hareketsiz kalmanın kasların zayıflamasına ve esneklik kaybına neden olabileceğini belirten Demircioğlu, “Bu durum bel, boyun, kalça, diz ve omuz ağrıları, kas gücü kaybı, el bileği ağrıları ve tuzak nöropatilerine bağlı uyuşmalar gibi çeşitli kas-iskelet sistemi sorunlarına yol açabilir. Ayrıca uzun süreli oturma, kifoz, lordoz gibi omurga duruş bozukluklarına neden olabilir. Bunun yanı sıra bel ve boyun fıtığı gibi kronik ağrıların gelişmesine de zemin hazırlar” diye konuştu. Dolaşım sistemi ve gözler de etkileniyor Bilgisayar ekranına uzun süre bakmanın göz yorgunluğu, bulanık görme ve baş ağrısı gibi sorunları beraberinde getirebileceğini kaydeden Demircioğlu, “Hareketsizlik, dolaşım sistemini olumsuz etkileyerek venöz staz ve varislerin oluşumuna, ödem ve derin ven trombozu riskinin artmasına neden olabilir; bu durum kardiyovasküler hastalıkların gelişimine yol açabilir.” uyarısında bulundu. Çalışma ortamında ergonomik ekipmanlar kullanılmalı Bu sorunların önlenmesinde bazı tedbirlerin alınabileceğini ifade eden Demircioğlu, fizyoterapi ve rehabilitasyon yaklaşımlarının, ofis çalışanlarının karşılaştığı bu tür sağlık sorunlarının yönetiminde büyük önem taşıdığını söyledi. Dr. Öğretim Üyesi Demircioğlu, “İlk adım, ergonomik değerlendirmeler yaparak, çalışma ortamının ve alışkanlıklarının yeniden düzenlenmesidir. Ergonomik ofis ekipmanlarının kullanılması, omurga sağlığını korumak açısından kritik bir rol oynar. Ayarlanabilir sandalyeler, uygun yükseklikteki masalar ve monitörler, doğru oturma pozisyonunu teşvik eder ve kas-iskelet sistemi üzerindeki stresi azaltır” diye konuştu. Kişiye özel egzersiz programları uygulanabilir Bel ve boyun fıtığı tedavi sürecinde, fizyoterapi ve rehabilitasyon yaklaşımlarının geniş bir yelpazede uygulandığını vurgulayan Demircioğlu, “Fizyoterapistler, kişiye özel egzersiz programları ile kasların güçlenmesini, esnekliğin artmasını ve postürün düzeltilmesini sağlar. Manuel terapi teknikleri, masaj, mobilizasyon ve kinezyoteyp uygulamaları, ağrılı bölgelerde destek sağlar ve ağrı yönetimini kolaylaştırır. Elektriksel stimülasyon, ultrason ve sıcak-soğuk tedavileri gibi fizyoterapi modaliteleri de bu süreçte yardımcı araçlar olarak kullanılabilir. Her bireyin durumu farklı olabileceğinden, bu tür tedavi yöntemlerine başlamadan önce mutlaka bir uzmana danışmak en doğru yaklaşım olacaktır. Uzmanlar, kişiye özel tedavi planları oluşturarak en uygun yöntemleri belirler” dedi. Sandalyede bel desteği sağlanmalı Ofis çalışanlarının boyun ve bel fıtığı riskini azaltması için bazı tedbirler alabileceğini ifade eden Dr. Öğretim Üyesi Gamze Demircioğlu, “Ergonomik bir çalışma alanı oluşturulmalı, ayarlanabilir yükseklikte bel destekli bir sandalye kullanılmalıdır. Kollar masadan destek almalı, baş öne çıkıyorsa sandalyeyi masaya yaklaştırarak doğru postür korunmalıdır. Diz ve kalça 90 derece olmalı, ayak altına destek konulmalı ve bacak bacak üstüne atmaktan kaçınılmalıdır” dedi. Düzenli egzersiz omurga sağlığını koruyor Uzun süre aynı pozisyonda kalınmaması, belirli aralıklarla ayağa kalkılması gerektiğini söyleyen Demircioğlu, “Sık sık pozisyon değiştirmek, belirli aralıklarla ayağa kalkmak ve ofis içinde kısa yürüyüşler yapmak gerekir. Düzenli olarak egzersiz yapmak, omurgayı destekleyen kasları güçlendirir ve esnekliği artırır. Yüzme, yürüyüş, pilates ve yoga gibi egzersizler, hem genel sağlık durumunu iyileştirir hem de omurga sağlığını koruyarak boyun ve bel fıtığı riskini azaltır” tavsiyesinde bulundu.
Başkan Bozbey’den sağlıklı yaşam vurgusu
16 Eylül 2024 Pazartesi - 13:39 Başkan Bozbey’den sağlıklı yaşam vurgusu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında Mihraplı Kent Parkı’nda vatandaşlarla birlikte sabah yürüyüşü yaptı. Toplum sağlığını korumak ve sağlıklı yaşamak zorunda olduklarını söyleyen Başkan Bozbey, “Valimiz ve Emniyet Müdürümüz ile yapacağımız görüşmelerde, Pazar günleri Bursa’nın bazı cadde ve sokaklarının belirli süre yayalara bırakılmasını isteyeceğiz” dedi. Kentleri ve belediyeleri sürdürülebilir ulaşım tedbirleri alma konusunda desteklemek, yayalar ile bisikletliler başta olmak üzere herkesin güvenli ve rahat bir şekilde hareket edebilmesini teşvik etmek amacıyla 16-22 Eylül tarihleri arasında kutlanan Avrupa Hareketlilik Haftası, Bursa’da da spor dolu etkinliklere sahne oluyor. Mihraplı Parkı’nda bir hafta boyunca sabah yürüyüşleri, güvenli bisiklet ve e-skuter sürüş eğitimi, voleybol, mini golf, çocuk survivor parkuru, okçuluk, satranç ve sanatsal etkinlikler düzenlenecek. Hafta kapsamında Atatürk Caddesi’nde ‘Arabasız gün etkinliği’, Osmangazi, Nilüfer ve Mudanya’da ‘Yeşile pedalla bisiklet turu’, Merinos’ta ‘Bursa’da paylaşımlı kamusal alanlarda şehri birlikte yaşayalım’ temalı panel düzenlenecek. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamındaki ilk programa katılarak sabah yürüyüşü yaptı. Vatandaşların da yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Başkan Bozbey, yürüyüşün ardından bisiklet ve skuter kullandı. Başkan Bozbey, sabah sporuna katılanlara yeşil elma ikram etti. Avrupa Hareketlilik Haftası’nı Bursa’da çeşitli etkinliklerle kutlayacaklarını söyleyen Başkan Mustafa Bozbey, tüm Bursalıları da programlara davet etti. “Kirletici unsurları bir kez daha uyarmak istiyorum” Sağlıklı bir yaşamın nasıl sürdürüleceğinin bir hafta boyunca uzmanlar tarafından anlatılacağını belirten Başkan Bozbey, “Sağlığımızı korumak ve sağlıklı yaşamak zorundayız. Havamızın ve çevremizin temiz olması için bisiklet kullanımını özendirmek, e-skuter gibi çevreci ulaşım araçlarını kullanmak, yürüyüşler yapmak, sağlıklı yaşamak zorundayız. Hem sağlımız hem zamanımız hem de cebimiz için toplu taşımayı, bisikleti, raylı sistemleri kullanalım. Yöneticiler olarak bizler de vatandaşların temiz hava soluyacağı bir çevreyi sağlamalıyız. Maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için Bursa’mızın havası kirli. Kirletici unsurları bir kez daha uyarmak istiyorum. Gerekli tedbirleri etkin bir şekilde alacağız. Bizim, çocukların, gençlerin ve her yaştan insanın sağlığı önemli. Valimiz ve Emniyet Müdürümüz ile yapacağımız görüşmelerde, Pazar günleri Bursa’nın bazı cadde ve sokaklarının belirli süre yayalara bırakılmasını isteyeceğiz. İnsanların bisikletleriyle veya yürüyerek alanları kullanmalarını istiyoruz. Bu hafta yapılacak etkinliklerimize tüm Bursalıları bekliyoruz” dedi.
Başınızda sıkışma hissi varsa dikkat: Uzmanı nedenini açıkladı
16 Eylül 2024 Pazartesi - 13:20 Başınızda sıkışma hissi varsa dikkat: Uzmanı nedenini açıkladı Başı sıkıştırıyor gibi hissettiren ağrılarla nasıl başa çıkılacağı hakkında Nöroloji Uzmanı Dr. Selma Akkaya Arı, önemli bilgiler paylaştı. Gerilim tipi baş ağrıları adı verilen ağrıların ense ve başın arka kısmından başlayarak tüm başa yayılan, sıkıştırıcı ve baskı hissi oluşturan bir ağrı tipi olduğunu belirten Arı, “Bu tür ağrılar genellikle stres, uykusuzluk, kas gerginliği ve kötü duruş gibi faktörlerden kaynaklanır. Bazı hastalar, başlarında bir bant varmış gibi bir sıkışma hissedebilirler” ifadelerini kullandı. Nöroloji Uzmanı Dr. Selma Akkaya Arı, gerilim tipi baş ağrılarıyla ilgili önemli bilgilendirmelerde bulundu. Modern yaşamın getirdiği stres ve yoğun çalışma temposunun baş ağrılarının en yaygın nedenlerinden biri olduğunu vurgulayan Arı, gerilim tipi baş ağrılarının, ense ve başın arka kısmından başlayarak tüm başa yayılan, sıkıştırıcı ve baskı hissi oluşturan bir ağrı tipi olduğunu belirtti. “Bu tür ağrılar genellikle stres, uykusuzluk, kas gerginliği ve kötü duruş gibi faktörlerden kaynaklanır” diyen Arı, “Gerilim tipi baş ağrıları genellikle hafif veya orta şiddette olur ve migren gibi baş ağrılarına kıyasla bulantı veya kusma gibi şikayetler nadiren görülür. Ağrıların süresi birkaç saatten birkaç güne kadar değişebilir. Bazı hastalar, başlarında bir bant varmış gibi bir sıkışma hissedebilirler” dedi. “Ergonomik bir oturma düzeni oluşturmak önemlidir” Gerilim tipi baş ağrılarını önlemenin ve tedavi etmenin mümkün olduğunu belirten Arı, “Özellikle bilgisayar başında uzun süre çalışanlar için ergonomik bir oturma düzeni oluşturmak önemlidir. Kaliteli ve yeterli uyku, baş ağrılarının önlenmesinde önemli bir rol oynar. Baş ve boyun bölgesine uygulanacak sıcak veya soğuk kompres, kasları gevşeterek ağrıyı hafifletebilir” diye konuştu. “Gereksiz ilaç kullanımından kaçının” “Özellikle baş ağrısına eşlik eden bulantı, kusma veya görme bozuklukları gibi belirtiler varsa, bu durum ciddiye alınmalı” diye uyaran Beykent Üniversitesi Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Selma Akkaya Arı, gereksiz ilaç kullanımından ise kaçınılması gerektiğini belirtti. Arı, “Uzun süreli ve şiddetli baş ağrılarının farklı hastalıkların belirtisi olabilir ve mutlaka uzman görüşü alınması gereklidir” ifadelerini kullandı.
Yanlış uygulanan hacamat ömür boyu geçmeyen yaralar ve ağrılar oluşturuyor
16 Eylül 2024 Pazartesi - 13:19 Yanlış uygulanan hacamat ömür boyu geçmeyen yaralar ve ağrılar oluşturuyor Uzmanlar mezoterapi, ozon ve halk arasında hacamat olarak bilinen kupa tedavisi hakkında uyarılarda bulundu. Son yıllarda akupunktur, mezoterapi, ozon ve yıllar boyu Anadolu’da uygulanan halk arasında hacamat olarak bilinen kupa tedavisine ilgi arttı. Artan ilgiye karşı uzmanlar, alanında yeterliliği olmayan kişilerin uygunsuz şartlarda uyguladığı işlemlerin vatandaşların sağlığını tehdit ettiğini aktardı. Vatandaşlara yetersiz kişilere işlemler yaptırmamaları noktasında uyarılarda bulunan uzmanlar, "Donanımsız yerlerde eğitimsiz kişiler tarafından yapılan işlemler sonucunda hastalar birçok olumsuzlukla karşı karşıya kalıyor. Televizyonlarda, gazetelerde, medyada tedavi verdiğini, hatta kendi ürettiği ürünler olduğunu tanıtan pek çok kişi olduğunu görüyoruz. Kendisini uzman diye tanıtan kişiler tabii ki hastalara büyük zarar vermekte.” ifadelerine yer verdi. “Yanlış uygulama geçmeyen ağrılara sebep oluyor” Yapılacak uygulamalar öncesi hastanın işleme uygun olup olmadığının belirlendiğine dikkat çeken uzmanlar, “Yaş kupa uygulaması yapmadan önce hastanın kan düzeyi normal mi, yaşı uygun mu, bunu yapmaya psikolojik hazırlığı var mı, tansiyonu düşer mi, diyabeti var mı bakıyoruz. Halk arasında bilindiği adıyla hacamat aslında akupunktur noktaları üzerine yapılıyor ve bu oldukça uzun bir eğitim gerektiriyor. Çok bilinçli bir şekilde yapılması gerekiyor. Yaş kupa uygulaması sırasında bisturi ya da bazı kesici, delici aletlerle cilt üzerinde birtakım çizikler ya da delikler açılıyor. Eğer bu kesik ve deliklerin derinliği fazla olursa ciltte yara dokusu oluşuyor. Bu yara dokusu da ömür boyu o hastada belki de bu bölgede geçmeyen ağrılara sebep oluyor. Sürekli gidip bir hacamat yaptırma isteği oluyor ama bu ilk uygulamada yapılan yanlışlıktan doğuyor” şeklinde konuştu.
Hamile kadının karnından 2,2 kiloluk kitle çıkarıldı, cenin ve anne kurtuldu
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:22 Hamile kadının karnından 2,2 kiloluk kitle çıkarıldı, cenin ve anne kurtuldu Samsun’da 8 haftalık hamile kadının karnından 2 kilo 160 gram ağırlığında bir kitle çıkartıldı. Çıkartılan kitle sayesinde anne sağlığına kavuşurken, hamileliği de devam etti. Karnındaki şişlik nedeniyle hastaneye başvuran 8 aylık hamile kadının karnında kitle görüldü. Medicana Sağlık Grubu Doktorlarından Prof. Dr. Cazip Üstün, içi hücre dolu olan ve diyafram boşluğundan itibaren karnı baskılayan kitleyi çıkartmak için 31 yaşındaki hastayı hemen ameliyata aldı. 1 saat süren ameliyat sonunda 2 kilo 160 gram ağırlığındaki kitle, hamile kadının karnından çıkartılırken, 8 haftalık cenin ve anne de hayata tutunmuş oldu. “8 haftalık gebe hastadan 2 kilo 160 gram kitle çıkarttık” Hastadan çıkardıkları kitlenin içinin sıvı değil, 2 kilo 160 gramlık kanser hücresiyle dolu olduğunun altını çizen Medicana International Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Cazip Üstün, “Hastamız 31 yaşında 8 haftalık gebe. Normal gebelik muayenesine gittiğinde karın içinde bir kitle görüldü. Bize karın içinde kitle ve gebelik şikayetiyle geldi. Yaptığımız ön tahlillerde karın içinde 30 santim çapında bir kitle gördük. Kitle solit (içi hücre dolu) yapıdaydı. Yani içi sıvı dolu değil. Solit olunca biraz onkojenik olma yani kanser olma ihtimali artıyor. Zaten daha 8 haftalık gebe olduğu için bu hamilelik boyunca büyümeye devam edecekti. Yani ameliyatını erteleyemezdik. Bugün ameliyata aldık. 30 santim çapında 2 kilo 160 gram ağırlığında sağ yumurtalığından köken alan bir kitle çıkarttık. Frozen (patolojik inceleme) imkanımız var hastanemizde baktık ve kötü huylu çıkmadı” dedi. “Ameliyatla kitleyi almasak, bebek ile kitle karına sığmayacaktı” Operasyon sonrası hamileliğin devam ettiğini ve devam etmesine fayda sağlayacak tedaviye başladıklarını ifade eden Prof. Dr. Cazip Üstün, “Ameliyattan sonraki çabamız, devam eden gebeliğini sürdürmek. Şimdi onun için gebeliği destekleyen tedavi yapacağız. Söz konusu kitle, bütün karnı diyafram dediğimiz göğüs boşluğuyla arasında olan perdeye kadar şu anda bile doldurmuştu. Daha da büyüdüğünde hasta nefes almakta zorluk çekecek veya gebelik ikisi birden sığmayacak karına, baskı yapacak, düşük olacak veya kitle torsiyon dediğimiz sapından dönecek. Akut karın oluşturacak. Acil ameliyata almak gerekecek. Yani operasyonu tam zamanında yapılmış bir ameliyat olarak düşünüyoruz. Bundan sonraki süreçte annenin tekrar gebe kalmasıyla alakalı hiçbir engel yok. Ne zaman arzu ederse gebe kalabilir tekrar. İnşallah şu anki gebeliği devam eder. Bu bebeği doğurduktan sonra bir iki sene ara verip, sonra bir daha çocuk yapabilir” diye konuştu. Ameliyatla karnından 2 kilo 160 gramlık iyi huylu kanser hücresi çıkartılan 31 yaşındaki hastanın genel sağlık durumunun iyi olduğu ifade edildi.
HPV virüsüne karşı uyarılar
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:15 HPV virüsüne karşı uyarılar HPV virüsüne karşı uyarıda bulunan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Semavi Ulusoy “Rahim ağzı kanseri vakalarının yüzde 80’inden fazlasında bu virüs rol oynar. Korunmak için 9-11 yaş arasındaki kız ve erkek çocukların aşılanması önerilmektedir” dedi. Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Semavi Ulusoy, tüm dünyada çok yaygın görülen İnsan Papilloma Virüsü (HPV) hakkında bilgi vererek 200’den fazla türü olan bu virüsün yaklaşık 40 türünün genital bölgede enfeksiyonlara, bazı türlerinin de el, ayak, ağız veya boğazda siğillere neden olabileceğini söyledi. Genital HPV türlerinin rahim ağzı kanserine yol açabilme ihtimaline göre "düşük riskli" veya "yüksek riskli" olarak gruplandığını belirten Dr. Ulusoy “Düşük riskli türler genital siğillere (kondilom) neden olabilir. En sık görülen düşük riskli türler HPV 6 ve 11’dir. Yüksek riskli kabul edilen 12 adet tür vardır: HPV 16, 18, 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58 ve 59. Bu türler, rahim ağzı kanseri yanı sıra vulva, vajina, anüs ve penis kanserleri ile ilişkilidir. Rahim ağzı kanseri vakalarının yüzde 80’den fazlasında HPV 16 ve/veya 18 tespit edilmektedir” diye konuştu. “Bağışıklık sistemi genellikle vücudu 2 yılda temizler” Dr. Semavi Ulusoy, genital siğillere sebebiyet veren HPV türlerinin kansere neden olabilen türlerle aynı olmadığına dikkat çekti. Ancak bununla birlikte, siğil varsa, kansere neden olabilecek HPV türlerine de maruziyet söz konusu olabileceği için, dikkatli değerlendirme gerektiğini ifade etti. Cinsel olarak aktif olan çoğu insanın hayatının bir evresinde HPV ile karşılaştığına değinen Dr. Ulusoy “On vakanın dokuzunda, vücudun bağışıklık sistemi, HPV enfeksiyonunu kendiliğinden, herhangi bir tedavi olmadan ortadan kaldırarak iki yıl içinde temizler. Bu durum düşük riskli türlerde daha yüksek oranda görülmekle beraber, yüksek riskli türlerde çok daha nadirdir” dedi. “Yıllar sonra bile ortaya çıkabilir” Genital HPV’nin, enfeksiyonu olan biriyle cinsel ilişki sırasında deri teması yoluyla kolayca yayılabileceğini belirterek ilişki sırasında kullanılan prezervatif ve diğer lateks bariyerlerin, bulaşmayı tamamen önleyemediğini söyleyen Dr. Ulusoy “HPV’li çoğu insan, belirti göstermediği için virüse sahip olduğunu bilmez, ancak yine de virüsü başka birine bulaştırabilir. HPV’nin düşük riskli türleri, vulvada (dudaklar dahil), vajina veya anüste, penis, testis, kasık veya uylukta siğillere neden olabilir. Ten renginde, pembemsi veya beyaz küçük kabarcıklar olarak ortaya çıkan siğiller, HPV’ye maruz kaldıktan birkaç hafta, birkaç ay hatta yıllar sonra bile ortaya çıkabilir” dedi. “Tedavi, siğilin boyutu, yeri ve sayısına göre belirlenir” HPV için kesin bir tedavi olmadığını ancak siğiller kendiliğinden geçmezse ilaç tedavisi veya büyük lezyonların dondurulması ya da yakılması şeklinde cerrahi tedavi uygulandığını anlatan Dr. Ulusoy “Tedavi edilmezse, genital siğiller kaybolabilir, değişmeden kalabilir, boyut olarak büyüyebilir ya da sayıca artabilir. Tedavi yöntemi seçiminde siğillerin boyutu, yeri ve sayısı önem arz ederken tedavi sırasında siğillerdeki değişiklikler, hasta tercihi ve tedavinin yan etkileri göz önünde bulundurulur” diye konuştu. “Anormal hücre oluşumuna sebep olabilir” HPV’nin yüksek riskli türlerinin anormal hücre oluşumuna yani displaziye neden olduğuna değinen Dr. Ulusoy displazinin en yaygın görüldüğü yerin rahim ağzı olduğunu, vajina, vulva ve anüs gibi diğer bölgelerde daha az görüldüğünü ifade etti. Displazinin, kanser olmadığını ancak tedavi edilmezse kansere dönüşebileceğine işaret eden Dr. Ulusoy sözlerini “Bu nedenle, displazili hücrelere bazen ‘prekanseröz hücre’ yani kanser öncüsü hücre denir. Displazi ve rahim ağzı kanseri için tarama, erken prekanseröz değişikliklerin tespiti ve önlenmesi açısından hayati öneme sahiptir. Tanı için pap smear testi yapılır. Anormal bir rahim ağzı kanseri tarama testi, enfeksiyon, displazi veya kanser belirtisi olabilir ve yakından takip edilmelidir. Bu gibi durumlarda rahim ağzını daha yakından inceleyen kolposkopi ve biyopsi gerekebilir. HPV testi, smear testi ile birlikte, kansere ve prekanseröz durumlara yol açabilecek yüksek riskli HPV türlerini aramak için kullanılabilir” diye sürdürdü. “Hem kızlar hem de erkekler aşılanmalı” HPV’den korunmak için aşılamanın esas olduğunun altını çizen Dr. Ulusoy “9 ila 45 yaş arası için 3 farklı aşı kullanımını onaylamıştır: İkili aşı olarak bilinen bu aşı, HPV 16 ve 18’e karşı bağışıklık sağlar. Dörtlü aşı, HPV 6, 11, 16 ve 18 tiplerine karşı koruyucudur. Dokuzlu aşı ise dörtlü aşıdaki türlere ek olarak 5 adet daha yüksek riskli tür dahil edilmiştir” dedi. HPV’ye maruz kalmadan bağışıklık kazanmak için tüm dozların ilk cinsel temastan önce önerildiğinden bahseden Dr. Ulusoy hem kızlar hem de erkekler için 11 veya 12 yaşlarında aşı yapılmasını; 9 - 15 yaş arasında 2 doz, 15 yaşından büyüklerde ise 3 doz aşı uygulandığını söyledi. Aşının, çoğu rahim ağzı kanserine ve genital siğillere neden olan HPV türlerine karşı koruma sağladığını; ancak, daha az yaygın HPV türlerine karşı koruma sağlamadığını da sözlerine ekledi. Bu nedenle, aşılamaya rağmen düzenli jinekolojik tarama gerektiğini hatırlattı.
Prostat büyümesinde böbrek yetmezliği tehlikesine dikkat
16 Eylül 2024 Pazartesi - 12:05 Prostat büyümesinde böbrek yetmezliği tehlikesine dikkat Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören prostat büyümesi hakkında bilgiler paylaştı. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, prostat büyümesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı. Erkeklerde 40’lı yaşlardan itibaren kendini hissettirmeye başlayan prostat büyümesi, tedavi edilmediği sürece böbrek yetmezliğine kadar varan sonuçlar doğurabildiğin işaret eden İşgören, “Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma hissi gibi belirtilerle kendini gösteren prostat büyümesi, bazen sinsice ilerleyip hiç belirti vermemektedir. Yapılan çalışmalarda 60 yaşındaki erkeklerin yüzde 50’sinde, 80 yaşındaki erkeklerin ise yüzde 90’ında iyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü bildirilmektedir. İyi huylu prostat büyümesi ile prostat kanseri farklı hastalıklardır. BPH prostat kanserine yol açmazken, her iki hastalık bir arada bulunabilir” dedi. “40’lı yaşlardan sonra büyümeye başlıyor” Op. Dr. Egemen İşgören, prostatın 40’lı yaşlardan sonra büyümeye başladığını belirterek, “Prostat bezi erkeklerde idrar kesesinin hemen altında bulunan, idrar kanalını çevreleyen ve şekil olarak kestaneye benzeyen bir organdır. Erişkin bir erkekte ağırlığı 25-30 gram olan ve semen sıvısının yapımına katkıda bulunan prostat bezi, 40’lı yaşlardan itibaren büyümeye başlar. Normalde bir kestane büyüklüğünde olan prostat bezi, bir mandalina hatta portakal büyüklüğüne erişebilir ve bu durum ‘İyi huylu prostat büyümesi (Benign prostat büyümesi-BPH)’ olarak adlandırılır” ifadelerini kullandı. “Sık idrara çıkma hastalığın başlıca belirtilerinden” Prostat büyümesinin belirtilerinden bahseden İşgören, şöyle devam etti: “İdrara çıkma rutininde değişikliklere neden olur. Prostat büyümesi, bir süre sonra hastanın idrar yolunu tıkayarak idrar akışını engellemeye başlamaktadır. Tıkanıklığın derecesine bağlı olarak hastalarda idrar yapmayla ilgili şikayetler ortaya çıkmaktadır. Bazen prostat belirti vermeden de büyüyebilir. Sıklıkla hastalarda görülen belirtiler şunlardır; sık idrara çıkma, ani idrar yapma isteği, idrar kaçırma, idrar yaparken yanma ve sızı hissinin olması, idrar kuvvetinin ve kalınlığının azalması, idrarı başlatmakta güçlük, kesik kesik idrar yapma, idrarın sonunda damlama, idrarı tam boşaltamama hissi ve idrarda kan.” “Tedavi edilmezse böbreklere zarar verebilir” Böbrek sağlığının korunmasında prostat sağlığının öneminin büyük olduğuna vurgu yapan İşgören, “Prostat büyürken kişinin idrar yollarını da olumsuz olarak etkilemektedir. Ani idrar tıkanması, idrar yolu iltihabı, idrar kesesi bozuklukları ve böbrek yetmezliğine kadar varabilen rahatsızlıklar hastalığın bilinen olumsuz etkilerinden bazılarıdır” dedi. “Prostat kanseri de araştırılmalı” “İyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü kişilerde aynı anda prostat kanseri de olabilir” diyen İşgören, prostat kanserinin kendine özgü erken dönem belirtileri olmadığını, bu nedenle hastalıkta doğru tanıya ulaşmak için her iki yönden de incelemeler yapılması gerektiğinin altını çizdi. İşgören, “Hastalığa dair bazı şikayetler görüldüğünde öncelikle hastanın kanındaki “Prostat Spesifik Antijen” (PSA) değerine bakılmalıdır. Ayrıca parmakla prostat muayenesi, ultrasonografik inceleme ve idrar tahlillerinin yanı sıra; “Üroflowmetri” olarak adlandırılan idrar akım hızı ölçümü tanı için kullanılan başlıca yöntemlerdir” diye konuştu. “Kişiye özel tedavi planlanır” Op. Dr. Egemen İşgören, iyi huylu prostat büyümesinde her zaman tedavi gerektirmediğini de sözlerine ekleyip, “Bazen sadece düzenli kontrollerle takibi yapılabilen hastalıkta, tedaviye ne zaman başlanması gerektiğine test sonuçlarını değerlendiren hekim karar verecektir. Ayrıca herkes için tek bir doğru tedavi seçeneği yoktur. Kişiye göre tedavi şekli de değişebilmektedir. Günümüzde prostata bağlı tıkanıklıkların tedavisinde son derece etkili ilaç tedavileri vardır. Öte yandan ilaç tedavisinin yeterli olmadığı düşünüldüğünde cerrahi gündeme gelebilir. Ancak cerrahi girişim kararı alınmadan önce uzman hekimlerce hastanın çok iyi değerlendirilmesi ve tüm tedavi yöntemlerinin içinden hastaya en uygun olanının seçilmesi büyük önem taşımaktadır” dedi.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanından grip uyarısı: “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin”
16 Eylül 2024 Pazartesi - 11:57 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanından grip uyarısı: “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin” Acıbadem Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Derya Bekteş, grip hastalığına yakalanan çocukların okula ya da kreşe gönderilmemesi tavsiyesinde bulundu. Acıbadem Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Derya Bekteş, gribin, influenza A ve B virüsünün yol açtığı bir enfeksiyon olduğunu vurgulayarak, “Kas, baş ve boğaz ağrısı, titreme, 40 dereceyi bulan ateş, burun akıntısı, öksürük, ishal ve kusma görülür. Birkaç gün ile 2 hafta arasında iyileşir. Şikayet başlangıcından 1 gün önce ve hastalandıktan 5-7 gün sonraya dek bulaştırıcıdır” dedi. “Grip olan çocuklarınızı okula ya da kreşe göndermeyin” Grip olan kişilerin hapşırık ve öksürük yoluyla virüsü yaydığını belirten Dr. Bekteş, “Virüsü ağız ya da burun yoluyla soluruz. Gripli kişinin temas ettiği yerlere temas edip elimizi ağız veya burnumuza dokundurduğumuzda da alırız. Hastanın kapalı ortama girip çıkması bile risklidir. Örneğin asansörler bu nedenle çok risklidir” diye konuştu. Korunma yollarının iyi bilinmesi gerektiğine dikkati çeken Dr. Bekteş, korunmada ilk şartın hastalarla temastan ve kalabalık ortamlardan uzak durmaktan geçtiğini belirtti. Ayrıca vücut direncini yüksek tutmanın çok önemli olduğunu; bunun için düzenli uyku, stresten uzak kalmak, bol taze-meyve tüketmek, terlemeyecek şekilde giyinmek, sık sık el yıkamak, maske kullanımı ve ortamın nemini artırmak gerektiğini ifade etti. Grip hastalığına yakalanan çocukların okula ya da kreşe gönderilmemesi gerektiğinin de altını çizdi. “Grip ve soğuk algınlığı birbirinden farklıdır” Gribin soğuk algınlığına farklılıklar gösterdiğine değinen Dr. Bekteş, “200’den fazla virüs soğuk algınlığı yaparken influenza A ve B grip yapar. Gripte yüksek ateş, baş ağrısı, halsizlik ve öksürük daha şiddetli iken boğaz ağrısı nadirdir. Tanı boğaz sürüntü testi alınarak konulur. Antibiyotikler bakteri üzerinde etkilidir, virüslere etkisi yoktur. İlk 48 saat içinde tanı konulduğunda antiviral tedavi verilir. Tedavi destekleyicidir. Bol sıvı tüketimi, istirahat gerekirse ateş düşürücü ve kas ağrısını gidermek için parasetamol-ibuprofen kullanılabilir” dedi. “Grip aşısı her yıl yeniden yapılmalı” Gripten korunmada en etkili yöntemlerden birinin grip aşısı yaptırmak olduğunun altını çizen Dr. Bekteş, “Bir kez grip hastalığı geçirmek hastalığa karşı bağışıklık sağlamamaktadır. Intramuskuler yani kas içi ve deri altı enjeksiyon ile uygulanmalı ve işlem öncesi iyice çalkalanmalıdır. İnaktif yani ölü aşıdır. Her yıl kış aylarında görülmesi beklenen grip virüslerine karşı yeniden hazırlanır. Grip virüsü her yıl değişim gösterir. Her yıl yeni aşı yapılmalıdır. Aşı iyi tolere edilir. Genellikle yan etki görülmez. Aşı yerinde ağrı nadiren olabilir. Aşı sonrası nadiren hafif geçen 1-2 gün içinde kendiliğinden geçen nezle benzeri şikayetler oluşabilir. Sistemik ve lokal etkiler 24-48 saat içinde kaybolur” diye konuştu. Genellikle ekim ve mayıs ayları arasında grip görüldüğünü belirten Dr. Bekteş, grip vakalarının görülmeye başlamadan en az iki hafta önce yani eylül ve ekim aylarında yapılmasını tavsiye etti. Aşının koruyucu hale gelmesi için 2 hafta geçmesi gerektiğini, koruyucu etkisinin ise 6 ila 8 ay arasında olduğunu da sözlerine ekledi. Aşının ciddi gribe yakalanma oranını yüzde 75 azalttığını ve özellikle ağır hastalık tablosu ve hastane yatışından koruduğunu vurguladı. “Riskli gruplar ihmal etmemeli” Dr. Bekteş, aşının kimler için uygun olduğuna dair soruyu ise şöyle cevapladı: “6 aylıktan itibaren herkes grip aşısı yaptırmalıdır. 6 ay ila 5 yaş arası çocuklara, ilk 3 aydan sonra gebeler, emziren anneler de hiç endişelenmeden aşı olabilirler. Ayrıca risk altındaki gruplar var; bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler, sağlık çalışanları, yaşlılar; astım, diyabet, kalp, böbrek hastalığı, nörolojik hastalık, kanser, organ ve kemik iliği nakli olmuş hastalar, çeşitli kronik hastalıklar yaşayanlar ve onlarla aynı evde yaşayan ile bakım veren kişiler de aşıyı mutlaka yaptırmalılar.” Risk grubunda olmayan çocukların dahi aşılanması gerektiğinin altını çizen Dr. Bekteş, “Hafif üst solunum yolu enfeksiyonu aşı yapılmasına engel olmaz. Bazen geçirilen hastalığın influenza olup olmadığı kesin anlaşılamaz. Şüphede kalındığında grip geçirmiş kişiye aşı yapılsa da herhangi bir yan etki oluşmaz. Gebeyken aşı yapılırsa, doğum sonrası bebek aşı olacağı zamana dek birkaç ay anne karnındaki aldığı antikorlarla korunur” dedi. “Grip geçiren kişinin aşı olmasına gerek kalmaz.” 6 aydan küçük bebeklerin anne sütü sayesinde koruma altında olduğu için aşıya gerek duymadığından bahseden Dr. Bekteş, “İlk 3 ayındaki gebeler, doktoru tarafından kesin gerekli olduğu saptanırsa grip aşısı olabilir. Ayrıca alerji uzmanlarına danışarak şiddetli yumurta alerjisi olanlar da yaptırmalılar. Aşının sakıncalı olduğu hastalık grupları da var. Geçmişte alerjik reaksiyonu olanlar, influenza aşısını takiben 6 hafta içinde gullian-barre sendromu geçirme öyküsü olanlar, ateşli orta-ağır hastalığı olan çocuklar için aşının sakıncaları olabilir” dedi. Aşı olmadan önce aynı yıl içinde grip geçirmiş kişinin zaten virüse karşı bağışıklık kazandığını, o sene aşı olmasına gerek olmadığını anlattı. Aşı dozları önemli Dr. Bekteş 6 ay ve 3 yaş arası çocukların daha önce aşılanmamışsa yarım doz (0,25 ml), 4 hafta sonra ikinci doz yapıldığını; geçen yıl yapıldıysa 3 yaş altına tek ya da iki dozun yeterli olduğunu; daha önce yapılmadıysa 3-8 yas arasında 4 hafta arayla tam doz (0,5 ml) uygulanması gerektiğini dile getirdi. 9 yaş üzerindekilere tek ve tam dozun yeteceğini belirten Dr. Bekteş, 2 doz yapılması gereken yerde tek doz yapılırsa koruyuculuğun hiç olmayacağı ya da az olacağı uyarısında bulundu. Anne babaların, aşının içinde cıva bazlı koruyucu thimerosal olup olmadığını sorduklarını aktaran Dr. Bekteş “Bu, çoklu dozlu aşılara eklenen ve mikroorganizma bulaşını önlemeye yarayan bir maddedir. Tek doz aşılar bunu içermez. Ayrıca bilimsel çalışmalar bu maddenin lokal şişlik ve kızarıklık dışında başka bir zararlı etkisini bildirmemiştir” dedi.