SAĞLIK
Uzmanlar uyarıyor: “Polikistik over sendromu kadın yaşamının her dönemini etkiliyor” 22 Eylül 2024 Pazar - 10:14:24 Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Buyru, “Polikistik over sendromu, kadın hayatının her evresinde sorunlara yol açabilen, tüm sağlığı yakından ilgilendiren bir tür endokrin bozukluk. Sadece üremeyle ilgili problemlere yol açmıyor, genç kızlıktan menopoza kadar bir takım sağlık risklerini de beraberinde getiriyor” bilgisini verdi. Öte yandan Buyru, sendromu kontrol altına almanın en etkili yolunun kilo vermek olduğunu vurguladı. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Faruk Buyru, polikistik over sendromunun, kadın hayatının her evresinde sorunlara yol açabilen, tüm sağlığı yakından ilgilendiren bir tür endokrin bozukluk olduğunu ifade etti. Sendromun sadece üremeyle ilgili problemlere yol açmadığını vurgulayan Buyru, genç kızlıkta kilo almayla ilgili problemlerin ortaya çıkmasına yol açtığını belirtti. Prof. Dr. Buyru, sendromu yaşayan genç kızlarda, erkeklik hormonlarındaki artışa bağlı olarak tüylenme, saç dökülmesi, ciltte yağlanma ve sivilcelerin daha sık görüldüğünü aktardı. Öte yandan Buyru, sendromu kontrol altına almanın en etkili yolunun kilo vermek olduğunu vurguladı. “Polikistik over sendromu olan kadınlar hamilelikte de problem yaşayabilir” Sendromun, hamilelikte de sağlık sorunlarına yol açtığını belirten Buyru, “Polikistik over sendromlu kadınlarda gebeliğe bağlı şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği gibi problemler daha sık karşımıza çıkıyor. Bunların da kilo kontrolüyle, beslenmeyle, bazı destek tedavileriyle, ilaçlarla ortadan kaldırılması söz konusu olabiliyor” ifadelerini kullandı. “Polikistik over sendromu menopozda da sağlığı tehdit ediyor” Sendromun, önlem alınmadığı takdirde menopoz döneminde de sağlık sorunlarına yol açabileceğine dikkat çeken Buyru, “Rahim içinde kalınlaşma, rahim içi kanserinde artış, kalp damar hastalıkları riskinde artış, şeker hastalığında artış ve kadının genel sağlığını tehdit eden problemler olarak karşımıza çıkabiliyor” ifadelerini kullandı. “Polikistik over sendromumun ortaya çıkışında insülin direncinin rolü var” Prof.Dr. Buyru, polikistik over sendromu olan kadınların yarısında insülin direnci olduğunu kaydetti. Yapılan çalışmaların, hastalığın ortaya çıkışında insülin direncinin rolünün olduğunu gösterdiğini aktaran Buyru, zayıf olan polikistik over sendromu hastalarında da insülin direnci görülebildiğini ifade etti. Kilo verildiği takdirde ileriki yıllarda ortaya çıkabilecek sağlık risklerinin de önüne geçilebileceğini vurgulayan Buyru, “Rahim içi kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıkları riskindeki artışı da bu yaşlarda alınacak önlemlerle ortadan kaldırmak ya da riski azaltmak söz konusu olabiliyor. Kadın üreme çağına gelip çocuk sahibi olmak istediğinde yine adet düzensizliği, yumurtlama problemine bağlı olarak gebe kalamama gibi problemlerle karşımıza çıkabiliyor. Bu durumda da çocuk isteği olmasa dahi adetlerini düzenlemek, rahim içi kanseri riskini azaltmak açısından önemli. İnsülin direncine karşı egzersiz, beslenme biçiminde değişiklik gibi önlemler almak gerekiyor. Polikistik over sendromlu hastalar hormon bozukluklarından dolayı çok da kolay kilo veremiyor. Bu durumda bir takım ilaçlar devreye girebiliyor. Doğurganlık çağında eğer kilo problemine polikistik over sendromu eşlik ediyorsa kilonun yüzde 5’ini vermek bile çok önemli olabiliyor. Yani 80 kilo bir kadın, 4-5 kilo vererek adetlerini düzene sokabiliyor, gebe kalabiliyor, yumurtlama problemleri ortadan kalkabiliyor” dedi. “Polikistik over sendromu olanlar tedavi ile hamile kalabilir” Polikistik over sendromu olanların tedavi ile hamile kalabildiğini belirten Buyru, “Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler arasında tedavisi en yüz güldürücü olanlar polikistik over sendromu olanlar. Çünkü gebe kalma şansı ağızdan alınan ilaçlarla ya da iğnelerle çok yüksek olabiliyor. Hatta sadece kilo vererek bile gebe kalmasını sağlamak mümkün. Tüp bebek yapıldığında çok fazla sayıda yumurta elde edip gebe kalma şansını arttırmak mümkün” bilgisini verdi.
22 Eylül 2024 Pazar - 09:37 Toplumun yüzde 15’inde şeker, yüzde 15’inde ise gizli şeker var Türkiye’de toplumun yüzde 15’inde diyabet yani şeker hastalığı, yüzde 15’inde ise gizli şeker bulunuyor. Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası etkinliğinde konuşan İstanbul Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, “Türkiye’de insanların yüzde 15’inde diyabet yani şeker hastalığı var. Yüzde 15’inde de gizli şeker hastalığı var. Baktığımız zaman sosyal güvenlik kurumu harcamasının neredeyse yüzde 15’i, tek başına şeker hastalığı için harcanıyor ve bunlar çok yüksek rakamlar. Bir kavram daha var, o da kilo fazlalığı. Türkiye’deki insanların 3’te 1’inde kilo fazlalığı var. Bunlar olağan üstü yüksek rakamlar. Bir süre sonra biz bunların yol açmış olduğu sorunlarla başa çıkamamaya başlayacağız. Yapmamız gereken en önemli şeylerden bir tanesi bunu engellemeye çalışmak. Yani şekeri tedavi etmeye çalışmak iyi ama en doğrusu şekeri, gizli şekeri ve kilo fazlalığını engellemeye çalışmak. Bu üçünün yolu öncelikle şeker ve şekerli şeyleri kısmaktan geçiyor. Bir insan doğdu, ölene kadar hiçbir şekilde ağzına şeker sürmedi. Herhangi bir sorun olmaz. Yani 0’dan 100 yaşına kadar sofra şekeri yemesem benim hiçbir eksikliğim olmaz. Sofra şekeri, meyve, su, süt, et, peynir gibi değil bunları yemezsek olmaz ama sofra şekerini yemezsek hiçbir eksiğimiz olmaz” dedi. Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk de, gizli şeker kaynaklarına dikkat çekerek, aşırı şeker tüketiminin başta böbrek hastalığı olmak üzere birçok hastalığın temelini oluşturduğunu belirtti. Erk, “Şeker bağımlılık demektir, Türkiye şeker tüketimini azaltmak zorundadır. Bu konuda tüm kurumlara, özellikle halkımıza büyük görevler düşüyor. Nasıl ki tuz tüketimi azalttıysak acilen şeker tüketimini de azaltmamız gerekiyor” dedi. Beslenmede uzak durulacak 5 madde Şekerin ortadan kaldırılması gerektiğine dikkat çeken Karşıdağ, “Her şeyden evvel şekeri ortadan kaldırmalıyız. Bunu sakın meyvedeki şekerle karıştırmayın lütfen. Bunlar farklı kavramlardır. Her gün mutlaka üç avuç kadar meyve yemeliyiz. Burada ölçü herkesin kendi avucudur. Ama baklavadan veya fruktozla yapılan her şeyden uzak durmalıyız. Çok basit bir şey söylemek gerekirse beslenme için. 5 şeyden uzak durun diyoruz. Şeker ve şekerli gıdalar, burada da kıstas bir gıda hazırlanırken içine şeker konulduysa ondan uzak durun. Beyaz ekmekten uzak durun, Pirinç pilavından uzak durun, Özellikle içine şeker veya fruktoz eklenmiş olan içeceklerden uzak durun. Dışarıda yapılmış olan ürünlerden mümkün olduğu kadar uzak durun hepsi bu. Bunun dışında yiyip içtiklerinize dikkat edin. Bunların üstünde olan bir şey daha var ki, her gün ne yaparsanız yapın ama mutlaka yürüyün. Yaşımıza ve kapasitemize göre 20 ila 60 dakika arasında yürümeliyiz. Bu gençken kasların gelişmesi, ileri yaşta kasların erimemesini için son derece önemlidir. İleri yaşta bizleri bekleyen tehlikeler var. Tedavi mümkün ama engellemek daha uygun bir yaklaşım olacak. Özetle başta şeker ve kilo fazlalığı olmak üzere birçok hastalıktan ve buna bağlı olan kanserden tutunda kireçlenmeye kadar birçok hastalığa sadece ve sadece başta şeker yemeyerek dikkat edebilir ve kendinizi koruyabilirsiniz” dedi.
21 Eylül 2024 Cumartesi - 17:22 İstanbul’daki sağlık çalıştayında imajı bozan merdiven altı kuruluşlar masaya yatırılacak İstanbul Bakırköy’de sağlık turizminin geleceği ve sektördeki imajı bozan işlerin masaya yatırılacağı çalıştay başladı. Çalıştayda, merdiven altı kuruluşlar ve buna bağlı olarak yapılan karalama kampanyaları masaya yatırılacak. Türkiye’nin sağlıktaki büyük gücünün de konuşulacağı çalıştayda bu gücün sektöre daha fazla nasıl yansıtılabileceği anlatılacak. Uluslararası Antalya Sağlık Turizmi ve Eğitimi Derneği (UASTED), İstanbul Bakırköy’de, "Sağlık Turizminde Gelecek Misyonu" konulu bir çalıştay düzenledi. Bakırköy Yeşilköy’de bulunan Tarihi Halil Paşa Yalısında düzenlenen çalıştaya yerli ve yabancı çok sayıda davetli katıldı. Çalıştayda konuşan Uluslararası Antalya Sağlık Turizmi Derneği Üyesi Salih Kutlu, "Bu çalıştayı düzenleme amacımız, sağlık turizmi sektörü Türkiye’nin yüzde 40’larda olmasına rağmen hak ettiği değeri göremediğini düşünüyoruz. Burada hem özel sektöre hem de kamu tarafına düşen profesyonellerin yapması gerekenlerin yapması gerektiğini düşündüğümüz bazı hususlar var. Çalıştayda görünen ve görünmeyen bazı sorunlarımız var onları konuşacağız. Bu sorunlara ilişkin ne gibi çözüm önerileri bulabiliriz, bu çözüm önerileri kimin tarafından alınması gereken aksiyonları belirleyeceğiz. Kısa ve uzun vadede vizyonumuzun neresi olması gerektiğini ve vizyona doğru giderken hedeflediğimiz hangi tür adımlardan geçmemiz gerektiğini kısa bir şekilde belirlemeye çalışacağız” dedi. “En büyük sorunumuz merdiven altı kuruluşlar” Sağlık turizminde en büyük sorunun merdiven altı kurum ve kuruluşların olduğunu belirten Kutlu, “Tabii en başta herkesin bildiği üzere merdiven altı problemimiz var. Merdiven altını ikiye ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Birincisi kayıt dışı, ikincisi kayda girmemiş ve bu konuda hiçbir kurum ve kuruluştan akreditesini almamış ve yetkinliği de olmayan kuruluşlardan bahsediyoruz. Kayıt dışı dediğimiz şey, bizim faturalaşmaya girmeyen ve hastaların kaydını tutmayan kuruluşlar. Diğeri de kötü işler yapan klinikler, acenteler, hastaneler diyebiliriz. Uluslararası sağlık hizmeti yetki belgesi yabancılar için olmazsa olmazdır. Burada Sağlık Bakanlığı tarafından hastanelere, kliniklere, acentelere verilen Uluslararası Sağlık Turizmi Belgesi, bir yabancının Türkiye’de tedavi olabilmesi için en temel şart. Bu kesin olmalı, buna kesin bakmaları lazım. Bunun dışında da kaliteyi de araştırmaları gerekir. Nasıl ki biz araç alacağımız zaman detaylı inceliyoruz. Vücudumuza yatırım yapacağımız zaman da çok detaylı araştırma yapmak gerekir diye düşünüyorum. Referanslarına bakılabilir, kullandığı malzemelere bakılabilir, ortamlarına bakılabilir. Hatta bazen kliniklerin yeri doğru mu, diye bakmalarında çok fayda var” şeklinde konuştu. “Merdiven altı kuruluşlar karalama kampanyalarını arttırıyor” Türkiye’de verilen hizmetin kaliteli olduğunu söyleyen Kutlu, “Kesinlikle, karalama kampanyaları açısında biz bir faul yapıyoruz ki, onlar da bunu alıp değerlendiriyorlar. Ekonomik şartlarda normal olarak hastalarını göndermek istemiyorlar, bunun için ellerinden geleni yapmaları gayet normal. Ama bunun karşısında kalite odaklı akreditasyonlarını tamamlayan denetim odaklı bir yapı sergilersek hem özel sektörde hem de kamuda bu anlamda bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum. Yurt dışındaki karalama kampanyalarını bakıyoruz, inceliyoruz ve şunu görüyoruz, karalama kampanyaların altında yazan çoğu yorumda aslında böyle değil, Türkiye aslında çok kaliteli bir hizmet veriyor. ’Eğer gidip ucuz hizmet aldıysanız bunu yaşamanız normal’ diye yabancı kişiler yabancı kişilere yazdığını görüyoruz. Dolayısıyla bizim altyapımız çok iyi, bu anlamda fiyat politikasına aldanıp da en düşük hizmeti almaya çalışan kişilerin bu tarz sıkıntılara maruz kalması dünyanın her yerinde olabilecek ve olacak hakikattir” şeklinde konuştu. Sağlık turizminde Türkiye büyük bir güce sahip olduğunu belirten Kutlu, “Türkiye bulunduğu coğrafyada yaklaşık 4 milyar insana hitap eden ve bu da yaklaşık 4 saatlik bir uçuş olan bir ülke. Aynı zamanda baktığımız zaman son 20 yılda çok ciddi bir altyapı yatırımı gerçekleştirmiş bir ülke, hastane kuruluşları son 20 yılda arttığı için ve bu altyapıda yetişen doktorların hekimlerin sayısının çok olması ve bunların 80 milyondan fazla nüfusa hizmet veriyor olması da deneyimi de artıran bir husus. Bunu turizm sektörü destinasyonu anlamında çok ciddi bir avantajı var. Biz bunları ciddi anlamda kullandık. Son 10 yılda saç ekiminde ciddi dünya liderliğine soyunduğumuz bir nokta var, bunu yakın zamanda diş tedavileri takip etmeye başladı. Yakın zamanda estetik işlemler de hızlandı, obezite cerrahisi, onkoloji vesaire derken aslında çok ciddi bir artış görüyoruz” diye konuştu.
21 Eylül 2024 Cumartesi - 14:57 Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu: "Tüm çocuklarımız eşit şekilde ilaçlara erişim sağlayabilmeli" Türkiye Çocuk Nörologları Nevşehir’in Avanos ilçesinde düzenlenen VII. Geleneksel Çocuk Nöromusküler Hastalıklar Kongresinde konuşan Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu, "Türkiye’de bulunan tüm çocukların eşit şekilde ilaçlara eşimi sağlanmalı. Bunun dışındaki bireysel çözümler eksik niteliktedir" dedi. VII. Nöromusküler Hastalıklar Kongresi Düzenleme Kurulu ve Nöromusküler Hastalıklar Araştırma Derneği tarafından düzenlenen ve Türkiye’den 126, İngiltere’den 1 misafir araştırıcının katıldığı kongrede, musküler distrofiler, spinal musküler atrofi, metabolik hastalıklar, nörogenetik hastalıklar, myopatiler, fizyoterapi prensipleri gibi konular ayrıntıları ile gözden geçirildi. Her yıl olduğu gibi moleküler tedaviler, yani gen ve ekzon tedavileri de uzun oturumlarda ele alındı. VII: Nöromusküler Hastalıklar Kongre Düzenleme Kurulu adına açıklamada bulunan Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu, "Uzun yıllardır çocukluk çağı nöromüsküler hastalıklarına gönül veren, her yeni tedaviyi heyecanla yakından takip eden ve güçlü bilimsel kanıtlar olduğunda onaylayan araştırıcıların ortak görüşü olarak önem verdiğimiz bir hususu paylaşmak isteriz: modern tedavi geliştiren ve güncel olarak bunun geçerliliğini öne süren tüm ilaç üreticilerini ellerindeki yayınlanmamış büyük veri, uzun süreli izlem ve ciddi tıbbi dergilerde yayınlanmış makalelerle ülkemizin sağlık idarelerine başvurmaya ve lisans almaya yönelik uğraş sürecine girmeye davet ediyoruz. Ancak bu şekilde tüm çocuklarımız eşit şekilde ilaçlara erişim sağlayabilecektir. Bunun dışındaki bireysel çözümler eksik niteliktedir" dedi. DMD aileleri derneği sözcüsü İlker Karcı da açıklamasında, "Sağlık Bakanlığının görevlendireceği Bilim Kurulu, DMD için geliştirilen tüm ilaç verilerini ayrıntılı bir şekilde incelemeli; etkili, güvenli tedavi seçeneklerini belirlemelidir. İlaç firmaları, sunacağı veriler ile objektif bir karar sürecinin işletilmesine imkan tanımalıdır. Bu tedaviler, yarar görecek tüm hastalara devlet güvencesi altında, zaman kaybetmeden sunulmalıdır. Yardım kampanyaları çözüm değildir. Bireysel yöntemlerle adil bir çözüme kavuşamayız" ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Fındıkçıoğlu: “Akciğer kanseri genellikle ileri evrede belirti veriyor”
07 Eylül 2024 Cumartesi - 13:12 Prof. Dr. Fındıkçıoğlu: “Akciğer kanseri genellikle ileri evrede belirti veriyor” Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Alper Fındıkçıoğlu, akciğer kanserinin erken dönemde tespit edildiğinde tedavi edilme şansının çok yüksek olduğuna dikkat çekerek, “Günümüzde kapalı ameliyat yöntemleriyle küçük bir kesiden girilerek kanserli dokular temizlenebiliyor” dedi. Tüm dünyada kansere bağlı ölümlerde ilk sırayı akciğer kanserinin olduğunu belirten Acıbadem Adana Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Alper Fındıkçıoğlu, “Dünyada her yıl 2 milyon kişiden daha fazlası yeni akciğer kanseri tanısı alıyor. Yaklaşık 1 milyon 800 bin kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor. Ülkemizde ise tüm kanserlerin yüzde 21’ini akciğer kanseri oluşturuyor” diye konuştu. “En büyük sebebi tütün ve tütün ürünleri” Akciğer kanserinin genellikle ilerleri evrelerde belirti verdiğini vurgulayan Prof. Dr. Fındıkçıoğlu, hastalığın başlangıçta öksürük, balgam, halsizlik gibi çok ciddi olmayan yakınmalara yol açarken, ileri evrelerde kanlı balgam, göğüs ve sırt ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi şikayetlere yol açtığını sözlerine ekledi. Akciğer kanserinin en büyük sebebinin tütün ve tütün ürünleri kullanımı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Fındıkçıoğlu genetik faktörlerin de bu kanserin oluşumunda etkin rol oynadığını ifade etti. Tedavide kemoterapi (ilaç tedavisi), akıllı ilaçlar, bağışıklık sistemine yönelik immünoterapiler, radyoterapi (ışın tedavisi) ve cerrahi tedavi yöntemlerinin kullanıldığını belirten Prof. Dr. Fındıkçıoğlu, “Akciğer kanseri erken dönemde tespit edildiğinde tedavi edilme şansı çok yüksek bir hastalık. Bu yüzden erken teşhis edilen akciğer kanserlerinde cerrahi tedavi yöntemleri kullanılıyor” dedi. “Küçük bir kesiden giriliyor, kanserli doku temizleniyor” Günümüzde uygulanan kapalı ameliyat yöntemleri hakkında bilgi veren Prof. Dr. Fındıkçıoğlu “Küçük bir kesiden kameralı sistemler ile göğüs boşluğuna girilerek kanserli dokuların tamamen temizlenebildiği video ve robot yardımlı torakoskopik yöntemler, tedavinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Kapalı yöntemler için en büyüğü 2-3 cm’lik 1 veya 2 adet minik kesilerden göğüs boşluğuna girilebilen bu yöntemler için özel geliştirilmiş teknolojik cihazlar kullanılıyor. Ameliyat sırasında en az düzeyde doku hasarı oluşuyor, böylece hem iç organlarda hem de kesi yapılan yerde iyileşme daha hızlı oluyor” diye konuştu. Hastaların iyileşme sürecinde daha az ağrı hissedecekleri için kısa sürede ayağa kalkarak normal hayatlarına bir an önce dönebildiklerini ve ameliyat sonrası yoğun bakım ihtiyacının da önemli ölçüde azaldığını sözlerine ekledi. “Kapalı yöntemde lokal ya da genel anesteziyle yapılabiliyor” Kapalı yöntemlerin akciğer hastalıklarının teşhis aşamasında da önemli rol oynadığına işaret eden Fındıkçıoğlu, sebebi bilinmeyen göğüs boşluğunda sıvı birikimi, basit yöntemlerle biyopsi almaya uygun olmayan akciğer kitleleri ile büyümüş lenf nodlarının teşhisinde yine bu yöntemlerin kullanıldığını dile getirdi. Kapalı cerrahi yöntemlerin genel anestezi altında yapılabildiği gibi lokal anestezi ile hasta tam uyutulmadan da uygulanabileceğine değinen Prof. Dr. Fındıkçıoğlu böylece genel anestezi alamayacak durumda olan ileri yaştaki veya genel durumu kötü olan hastalara cerrahi girişimler uygulanabileceğini söyledi. Kapalı yöntemlerin en önemli özelliklerinden birinin hastaların kısa sürede taburcu olabilmesi olduğundan bahseden Fındıkçıoğlu, “Açık cerrahi sonrası 8-10 gün hastanede yatması gereken hastalar, kapalı cerrahi sonrası 3-4 günde taburcu olabiliyor. Ameliyat sonrası ağrı kesici ve diğer ilaçlara olan ihtiyaç da azalıyor. Kısa yatış süresi ve ilaç kullanımının azalması tedavi maliyetlerini de olumlu yönde etkiliyor” dedi.
Dikkat eksikliği olan öğrencilerde görülen yaygın belirtiler
07 Eylül 2024 Cumartesi - 13:00 Dikkat eksikliği olan öğrencilerde görülen yaygın belirtiler Bazı öğrenciler için okul dönemi başlarken dikkat eksikliği belirtileri gözlemlenebileceğini belirten Psikolog Anıl Özcan, “Eğer çocuğunuzda unutkanlık, sık sık dalma, basit hatalar yapma, yönergeleri takip etmekte zorluk, yerinde duramama, sık sık sorular sorma ve eşyalarını kaybetme gibi davranışlar fark ediyorsanız, dikkat eksikliği açısından bir uzmana başvurmalısınız” dedi. VM Medical Park Samsun Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Psikolog Anıl Özcan, yaz tatilinin sona erişiyle birlikte okulların tekrar açıldığı bir dönemde çocukların dikkat dağınıklığı yaşamaması konusunda uyarılarda bulundu. “Dikkat eksikliği olan öğrencilerde görülen yaygın belirtiler” Dikkat eksikliği olan öğrenciler, ders sırasında uzun süre odaklanmakta zorlanabileceklerini söyleyen Psk. Özcan, “Özellikle uzun okumalar veya ayrıntılı açıklamalar gerektiren derslerde başarı düşebilir. Ayrıca planlama, zaman yönetimi ve görevleri sıralama gibi becerilerde de güçlükler yaşanabilir. Bu durum, ödevlerin zamanında yapılmasını ve sınavlara etkili bir şekilde hazırlanmayı zorlaştırabilir” ifadelerine yer verdi. “Sınavlarda soruları zamanında tamamlayamayabilirler” Dikkat eksikliği olan öğrencilerin bilgiyi diğer öğrencilere göre daha yavaş işleyebileceğini belirten Psk. Özcan, “Bu da sınavlarda soruları zamanında tamamlayamama veya öğretmenin ders anlattığı sırada konuları takip edememe gibi sorunlara yol açabilir. Bu belirtiler, akademik başarının düşmesine ve öğrencinin motivasyonunun azalmasına neden olabilir” diye konuştu. “Dikkat eksikliği belirtilerini en aza indirmek için öneriler” Psk. Özcan, dikkat eksikliği belirtilerini en aza indirmek için şu önerilerde bulundu: “Ekran kullanımını sınırlandırın: Uzun süre ekran başında kalmak dikkat eksikliğini artırabilir. Beslenme ve uyku düzenine dikkat edin: Dengeli beslenme ve yeterli uyku, odaklanma sorunlarını azaltabilir. Rutinler oluşturun: Günlük rutinler, çocukların görevleri daha kolay yerine getirmesini sağlar. Kısa çalışma süreleri belirleyin: Kısa ve verimli çalışma süreleri, dikkat dağınıklığını azaltabilir. Fiziksel aktivitelere zaman ayırın: Spor ve fiziksel aktiviteler, enerjiyi doğru yönlendirmeye yardımcı olur. Görevleri küçük parçalara bölün: Büyük görevler, küçük parçalara bölündüğünde daha yönetilebilir hale gelir.” Psk. Özcan, “Eğer çocuğunuzun dikkat eksikliği günlük yaşamını ve akademik başarısını olumsuz etkiliyorsa, bu durumun dört ana belirtisi olan dikkat eksikliği, zamanlama problemi, dürtüsellik ve hiperaktivite için gerekli testleri yaptırmak ve profesyonel destek almak önemlidir” ifadelerine yer vererek açıklamalarını sonlandırdı.
Ağır okul çantalarına dikkat
07 Eylül 2024 Cumartesi - 12:30 Ağır okul çantalarına dikkat Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Emine Bukan Arıca, okula başlayacak çocukların taşıdıkları sırt çantaların beraberinde bazı sağlık sorunlarını getirebileceğini söyledi. Ağır sırt çantalarının çocukların sağlığı açısından riski oluşturarak boyun ve omurga zedelenmeleri gibi istenmeyen sonuçlara yol açabildiğini söyleyen Medline Adana Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Emine Bukan Arıca, çantaların ağırlığının çocuğun vücut ağırlığının en fazla yüzde 10 ila 15’inden fazla olmaması gerektiğini belirterek ebeveynlere uyarı ve önerilerde bulundu. Çantalar ergonomik olmalı Uzman Dr. Emine Bukan Arıca, omurga hastalıklarının en fazla karşılaşılan sorunlardan biri olarak karşımıza çıktığını söyleyerek, “Yapılan çalışmalar, çocukluk çağında bel ağrısı çekenlerin, ilerleyen yaşlarda da bel ağrısı riskini yüksek oranda taşıdıklarını gösteriyor. Çocukların okulda kullanacakları çantaların kozmetik güzelliklerinden önce ergonomik olarak doğru ürünler olması ve buna göre seçilmesi önem kazanıyor. Doğru şekilde kullanılan sırt çantaları okul araç-gereçlerini taşımada en uygun ve pratik araçlar. Üstelik belirli bir orandaki ağırlığa sahip çantalar çocukların kas ve kemik yapılarının güçlenmesine de yardımcı oluyor. Ancak yine de sırt çantaları, okul çağındaki çocuklarda en sık karşılaşılan aşırı yüklenme nedenlerinin ilk sıralarında yer alıyor. Ağır sırt çantası taşımak, okul çocuklarının gelişmekte olan eklem, kas ve bağ yapılarında zorlanmalara neden olabiliyor. Ayrıca bozuk yürüyüş, kötü duruş ve kronik bel ağrılarına da kapı aralayabiliyor” dedi. Belirli aralıklarla çantaları kontrol edin Arıca, muhtemel sorunların önüne zamanında geçebilmek için ailelerin belirli aralıklarla çocuklarının çantalarındaki yükü kontrol edip; bel, boyun ve sırtlarında herhangi bir ağrı olup olmadığını sormaları gerektiğini belirterek, “Eğer ağrının yanı sıra elde uyuşma, karıncalanma gibi belirtiler de gözleniyorsa ebeveynlerin bunları ciddiye alıp vakit kaybetmeden bir uzman hekime danışmaları önem kazanıyor” diye konuştu. Uzman Dr. Emine Bukan Arıca, ailelere şu uyarıları sıraladı: “Çantanın kendisi hafif ve tekerlekli olmalıdır. Sırt çantası çocuğun ağılığının yüzde 10-15’ini geçmemelidir. Omuz askısı geniş, çift destekli ve kalın pedli olmalı, bel kemeri bulunmalıdır. Askılar her zaman omuzlar üzerine tam oturmalı, çocuğun vücuduna yaklaşacak şekilde sıkı ayarlanmalıdır. Sırt çantasında ağır olan eşyalar çantanın sırta bakan tarafına, hafif olanlar ise sırttan uzak olan kısma gelecek şekilde eşit dağıtılmalıdır. Çanta her gün kontrol edilmeli ve ihtiyaç olmayan nesneler çıkartılmalıdır. Hafifletmek amacıyla örneğin, tüm kitabı taşımak yerine sadece ilgili kısımların fotokopisi çekilebilir. Sırt çantaları uzun süre taşınmamalı, uzun süre ayakta kalınacaksa çıkarılmalıdır. Sırt çantası taşırken doğru pozisyonda durmaya alışması için çocukla konuşulmalıdır. Çocuğa, herhangi bir ağrı veya rahatsızlık hissettiğinde ebeveynlere söylemesi öğütlenmelidir. Aile ile okul ilişkisi önemlidir. Öğretmenler ve veliler, ağır çanta taşıma sorunu hakkında konuşmalıdırlar.”
Tunceli İl Sağlık Müdürü Dr. Duran: “Aile hekimi hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanır”
07 Eylül 2024 Cumartesi - 12:30 Tunceli İl Sağlık Müdürü Dr. Duran: “Aile hekimi hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanır” Tunceli İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammed Duran, genellikle bireylerin ikametlerine yakın ve kolay ulaşılabilir konumda olan aile hekimlerinin, hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanıması, aile, çevre ve iş ilişkilerine değerlendirmesine imkan sağladığını söyledi. Halk Sağlığı Haftasının “Her adımında aile hekimin yanında” temasına ilişkin açıklama yapan Tunceli İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammed Duran, “Türkiye’de birinci basamak sağlık hizmetleri sunumunda aktif rol oynayan aile hekimliği uygulaması kapsamında 8 bin 202 Aile Sağlığı Merkezi, 28 bin 357 aile hekimliği birimi bulunmaktadır. Aile Hekimliği Birimlerinde, aile hekimi ve aile sağlığı çalışanı tarafından tanı ve tedavi edici sağlık hizmetleri ile birlikte sağlık danışmanlığı, aile planlaması, koruyucu sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında aşılama, kanser taramaları, kronik hastalık taramaları yapılmakta olup bu hizmetler hastalıklardan korunmanın en önemli basamağıdır” dedi. Aile hekiminin ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri verdiğini de hatırlatan Dr. Duran, “Kayıtlı kişilerin yaş, cinsiyet ve hastalık gruplarına yönelik izlem ve taramaları yapar. Periyodik sağlık muayenesi yapar. Tetkik hizmetlerinin verilmesini sağlar ya da bu hizmetleri verir. Kendisine kayıtlı kişileri yılda en az bir defa değerlendirerek sağlık kayıtlarını günceller. Evde takibi zorunlu olan özürlü, yaşlı, yatalak ve benzeri durumdaki kişilere evde veya gezici/yerinde sağlık hizmeti verir. Aile sağlığı merkezi şartlarında tanı veya tedavisi yapılamayan hastaları sevk eder. İlgili mevzuatta birinci basamak sağlık kuruluşları ve resmi tabiplerce kişiye yönelik düzenlenmesi öngörülen her türlü sağlık raporu, sevk evrakı, reçete ve sair belgeleri düzenler” diye konuştu. Aile hekimlerinin hizmet verdiği vatandaşları tanımasına vurgu yapan Tunceli İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammed Duran, “Aile hekimi, genellikle bireylerinin ikametlerine yakın ve kolay ulaşılabilir konumdadır. Bu durum aile hekiminin hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanıması; aile, çevre ve iş ilişkilerini değerlendirmesine imkân sağlamaktadır” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Tevfik Özlü: "Hava kirliliği akciğer ve kalp hastalıkları, kanser, felç ve diğer pek çok hastalık riskini artırır"
07 Eylül 2024 Cumartesi - 12:28 Prof. Dr. Tevfik Özlü: "Hava kirliliği akciğer ve kalp hastalıkları, kanser, felç ve diğer pek çok hastalık riskini artırır" Medical Park Karadeniz Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, temiz hava soluma özgürlüğünü korumak için kömür, petrol gibi fosil yakıtlardan temiz yenilenebilir enerjiye doğru adil ve eşitlikçi bir geçiş yapmak gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Tevfik Özlü, hava kirliliğinin akciğer ve kalp hastalıkları, kanser, felç ve diğer pek çok hastalık riskini arttırdığını dile getirerek, "7 Eylül Mavi Gökyüzü için Temiz Hava Uluslararası Günü. Bu yılın teması ’Temiz Hava için Birlikte’. Temiz bir hava solumak herkesin ve tüm canlıların en doğal ihtiyacı ve hakkıdır. Tüm canlılarla aynı havayı soluyoruz. Onu kirletmeye hakkımız yok, kirlenmesine de göz yummamalıyız. Atmosferin doğal bileşimini bozan kimyasal, fiziksel veya biyolojik kirleticilerin havada bulunması hava kirliliği olarak tanımlanır. Hava kirliliği iklim değişikliğine, doğa ve biyolojik çeşitlilik kaybına da yol açar. Hava kirliliği akciğer ve kalp hastalıkları, kanser, felç ve diğer pek çok hastalık riskini artırır. Yılda 6-7 milyon insanın ölümüne yol açar. Dünya nüfusunun yüzde 99’u kirli hava solumakta. Düşük ve orta gelirli ülkelerde durum çok daha kötü. Hava kirliliği dış ve iç mekan kirliliği şeklinde olabilir. İç mekanda ısınma, pişirme, aydınlatma gibi amaçlarla fosil yakıtlar; dış mekanda endüstriyel tesisler, orman yangınları, araba ve uçaklar en sık rastlanan hava kirliliği kaynaklarıdır. En yaygın olan kirleticiler: karbon monoksit, ozon, nitrojen dioksit ve sülfür dioksit. Temiz hava soluma özgürlüğümüzü korumak için kömür, petrol gibi fosil yakıtlardan temiz yenilenebilir enerjiye doğru adil ve eşitlikçi bir geçiş yapmalıyız. Bireysel duyarlılık ve doğru tercihler yanında; endüstrinin kirlilik emisyonlarını azaltıcı projelerin desteklenmesi gerekmektedir" ifadelerini kullandı.
Yüksek beklenti evliliği ‘sessizleştiriyor’
07 Eylül 2024 Cumartesi - 12:04 Yüksek beklenti evliliği ‘sessizleştiriyor’ Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, evliliklerde iletişimin şeffaf ve dürüst olması gerektiğini söyleyerek, “Yüzeysel iletişim ve ihtiyaçların dile getirilmemesi ilişkilerde sessizliğe sebep oluyor” dedi. Sessiz evliliklerin yüzeysel iletişimin ardından ortaya çıkabileceğini söyleyen Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, “Sessiz evlilikler, duygusal ve yüzeysel bir iletişimin olduğu ilişkilerdir aslında. Yani bir süre sonra artık iletişim şekli bir süre sonra yüzeysel hale gelir, arada derin bir bağ oluşmaz ve artık mümkünse tartışma çıkmasın, ağzımızın tadı bozulmasın diye ihtiyaçların içeri atıldığı, asla belirtilmediği ve birçok yerde de ihtiyaçların yine aynı periyotta dile getirilmediği ilişkilerdir aslında. Belirtilerine bakacak olursak ve bir ilişkinin sessizleşmeye başladığını nasıl anlarız dersek, artık zaman içerisinde ihtiyaçlarınızın karşı taraf tarafından anlaşılmadığını hissetmeye başladığınızda zaman zaman kendinizi geri çekilmiş hissedebilirsiniz. Daha sessizleşmiş hissedebilirsiniz ya da o ortamdan biraz daha sosyal olarak izole halde bulabilirsiniz kendinizi. Bu durum ilişkilerinizin sessizleştiğini gösterebilir” dedi. Hamurcu, beklentiler gerçekleşmediğinde insanların sessizleştiğini söyleyerek, “Buna sebep olan şeylere baktığımızda bir kere kesinlikle iletişim sorunlarını görüyoruz. Yani kişilerin karşılıklı olarak birbirlerinden aşırı derecede beklentileri olduğunu görüyoruz. Bu beklentiler karşılanmadığında gerçekten de insanlar sessizleşmeye başlıyor. Yine aynı şekilde kişisel sorunları görebiliyoruz. Yani öfke sorunu, stres, hayatında oluşabilecek birçok probleme bağlı olarak kişiler daha yüksek tepkiler verebiliyorlar. Problem anlarında ya da problemin olmadığı diğer anlarda ve bu durumda yine karşı taraf olsun hem de bireyin kendisi olsun ilişkilerde sessizleşmeye başlıyor. Aynı şekilde kültürel birçok noktada da biz duygularımızla konuşmayı bilen bir toplum değiliz maalesef. Yani duygulardan bahsedebilen ya da “Kan kustum kızılcık şerbeti içtim” anlayışının çok yaygın olduğu bir kültürdeyiz. Doğal olarak da biz ihtiyaçlarımızdan bahsedeceğimiz zaman bunun anlaşılacağını da düşünmüyoruz, nasıl bahsedeceğimizi de bilmiyoruz. Hatta daha temelde bir sorundan bahsedecek olursak; ihtiyacımızın ne olduğunun da farkında değiliz” ifadelerini kullandı. Sorunları çözmek için çiftlerin önce kendilerini tanımaları gerektiğini söyleyen Arzu Hamurcu, “Bu yüzden öncelikle biz kendimizi tanımalı, neye ihtiyacımızın olduğunu bilmeli, daha sonra da bunu nasıl karşı tarafa aktaracağımızın farkında olmalıyız. O yüzden oku karşı tarafa çevirmeden önce kendimize döndürmeliyiz. Kişi direkt şikayetle geldiği zaman öncelikle şunu söylüyoruz; “Ben ne yapabilirim?” sorusunu oraya eklememiz lazım. “Var olan problem onun problemi” demek yerine “Bu problem için ben ne yapabilirim?” şeklinde bir iletişim kalıbı yerleştiriyoruz ve bununla beraber kişilere daha açık, daha doğru, daha dürüst ve şeffaf, kırılgan yanlarını kendilerine belli ettikleri bir iletişim şekli tavsiye ediyoruz. Aynı şekilde eğer bunun kendi aralarında bir probleme dönüştüğünü, öfke sorunlarıyla beraber aşılamaz bir halde olduklarını hissederlerse, uzman eşliğinde bu konuyu gündeme getirmelerini tavsiye edebiliriz. Bununla beraber kişisel gelişim üzerine kişiler kendi stres yönetimlerini, kendi zaman yönetimlerini, planlamalarını kişisel gelişim hedefleyerek aslında kendilerini geliştirebilir ve iletişimlerini düzeltebilirler. Sessiz iletişimin biraz daha engellenmesi adına, kişilerin ortak ilgi alanlarını tavsiye ediyoruz. Eğer ortak ilgi alanları, ortak hedefler, ortak büyümeler başarabilirlerse konuşacak daha fazla konuları olacaktır ve kendilerini daha anlayışlı bulabilen bir çift olacaklardır” dedi.
Okul dönemi için kritik tavsiyeler: "Sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve hijyen"
07 Eylül 2024 Cumartesi - 11:47 Okul dönemi için kritik tavsiyeler: "Sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve hijyen" Çankırı İl Sağlık Müdürü Dr. Hüseyin Sarıkaya, çocukların bağışıklığını güçlendirmek için sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve hijyenin hayati önem taşıdığını vurguladı. İl Sağlık Müdürü Dr. Hüseyin Sarıkaya, çocukların sağlıklı beslenmesi ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi konusunda önemli tavsiyelerde bulundu. Özellikle okul ortamlarında yayılabilecek hastalıklara karşı uyarıda bulunan Dr. Sarıkaya, çocukların işlenmiş paketli gıdalardan uzak durması gerektiğini belirtti. Sağlıklı beslenme için süt ürünleri, meyve ve sebze tüketiminin önemine dikkat çeken Sarıkaya, düzenli uyku ve el hijyeninin de göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguladı. "Sebze ve meyve bağışıklık sistemini güçlendirir" Dr. Hüseyin Sarıkaya, bağışıklık sistemini güçlendirmek için dengeli ve sağlıklı beslenmenin hayati olduğunu belirterek, kahvaltıda hayvansal kaynaklı gıdaların mutlaka yer alması gerektiğini söyledi. Sarıkaya, "Süt ürünleri, peynir, sebzeler, yeşillikler ve kaliteli protein kaynakları çocukların kahvaltılarında yer almalıdır. Rafine şeker ve işlenmiş gıdalardan uzak durarak sebze ve meyve ağırlıklı beslenmek, bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlar. Ayrıca yumurta, çocukların her gün mutlaka tüketmesi gereken en kaliteli protein kaynaklarından biridir" dedi. "El yıkama alışkanlığı toplum sağlığının korunmasında büyük rol oynar" Sağlıklı bir yaşam için uykunun önemine de değinen Dr. Sarıkaya, “Günde en az 8 saat uyku, çocukların hem fiziksel hem de zihinsel gelişimi için önemlidir. Çocukların okul döneminde yeterli uyku almalarına ve hijyen kurallarına dikkat etmelerine özen gösterilmelidir. El yıkama alışkanlığı, hem çocukların hem de toplum sağlığının korunmasında büyük rol oynar” diye konuştu. Dr. Sarıkaya, tüm öğrencilere hastalıksız, başarılı bir eğitim öğretim yılı dileyerek Halk Sağlığı Haftası’nı kutladı.
Yüksek beklenti evliliği ‘sessizleştiriyor’
07 Eylül 2024 Cumartesi - 11:21 Yüksek beklenti evliliği ‘sessizleştiriyor’ Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, evliliklerde iletişimin şeffaf ve dürüst olması gerektiğini söyleyerek, “Yüzeysel iletişim ve ihtiyaçların dile getirilmemesi ilişkilerde sessizliğe sebep oluyor” dedi. Sessiz evliliklerin yüzeysel iletişimin ardından ortaya çıkabileceğini söyleyen Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, “Sessiz evlilikler, duygusal ve yüzeysel bir iletişimin olduğu ilişkilerdir aslında. Yani bir süre sonra artık iletişim şekli bir süre sonra yüzeysel hale gelir, arada derin bir bağ oluşmaz ve artık mümkünse tartışma çıkmasın, ağzımızın tadı bozulmasın diye ihtiyaçların içeri atıldığı, asla belirtilmediği ve birçok yerde de ihtiyaçların yine aynı periyotta dile getirilmediği ilişkilerdir aslında. Belirtilerine bakacak olursak ve bir ilişkinin sessizleşmeye başladığını nasıl anlarız dersek, artık zaman içerisinde ihtiyaçlarınızın karşı taraf tarafından anlaşılmadığını hissetmeye başladığınızda zaman zaman kendinizi geri çekilmiş hissedebilirsiniz. Daha sessizleşmiş hissedebilirsiniz ya da o ortamdan biraz daha sosyal olarak izole halde bulabilirsiniz kendinizi. Bu durum ilişkilerinizin sessizleştiğini gösterebilir” dedi. Hamurcu, beklentiler gerçekleşmediğinde insanların sessizleştiğini söyleyerek, “Buna sebep olan şeylere baktığımızda bir kere kesinlikle iletişim sorunlarını görüyoruz. Yani kişilerin karşılıklı olarak birbirlerinden aşırı derecede beklentileri olduğunu görüyoruz. Bu beklentiler karşılanmadığında gerçekten de insanlar sessizleşmeye başlıyor. Yine aynı şekilde kişisel sorunları görebiliyoruz. Yani öfke sorunu, stres, hayatında oluşabilecek birçok probleme bağlı olarak kişiler daha yüksek tepkiler verebiliyorlar. Problem anlarında ya da problemin olmadığı diğer anlarda ve bu durumda yine karşı taraf olsun hem de bireyin kendisi olsun ilişkilerde sessizleşmeye başlıyor. Aynı şekilde kültürel birçok noktada da biz duygularımızla konuşmayı bilen bir toplum değiliz maalesef. Yani duygulardan bahsedebilen ya da “Kan kustum kızılcık şerbeti içtim” anlayışının çok yaygın olduğu bir kültürdeyiz. Doğal olarak da biz ihtiyaçlarımızdan bahsedeceğimiz zaman bunun anlaşılacağını da düşünmüyoruz, nasıl bahsedeceğimizi de bilmiyoruz. Hatta daha temelde bir sorundan bahsedecek olursak; ihtiyacımızın ne olduğunun da farkında değiliz” ifadelerini kullandı. Sorunları çözmek için çiftlerin önce kendilerini tanımaları gerektiğini söyleyen Arzu Hamurcu, “Bu yüzden öncelikle biz kendimizi tanımalı, neye ihtiyacımızın olduğunu bilmeli, daha sonra da bunu nasıl karşı tarafa aktaracağımızın farkında olmalıyız. O yüzden oku karşı tarafa çevirmeden önce kendimize döndürmeliyiz. Kişi direkt şikayetle geldiği zaman öncelikle şunu söylüyoruz; “Ben ne yapabilirim?” sorusunu oraya eklememiz lazım. “Var olan problem onun problemi” demek yerine “Bu problem için ben ne yapabilirim?” şeklinde bir iletişim kalıbı yerleştiriyoruz ve bununla beraber kişilere daha açık, daha doğru, daha dürüst ve şeffaf, kırılgan yanlarını kendilerine belli ettikleri bir iletişim şekli tavsiye ediyoruz. Aynı şekilde eğer bunun kendi aralarında bir probleme dönüştüğünü, öfke sorunlarıyla beraber aşılamaz bir halde olduklarını hissederlerse, uzman eşliğinde bu konuyu gündeme getirmelerini tavsiye edebiliriz. Bununla beraber kişisel gelişim üzerine kişiler kendi stres yönetimlerini, kendi zaman yönetimlerini, planlamalarını kişisel gelişim hedefleyerek aslında kendilerini geliştirebilir ve iletişimlerini düzeltebilirler. Sessiz iletişimin biraz daha engellenmesi adına, kişilerin ortak ilgi alanlarını tavsiye ediyoruz. Eğer ortak ilgi alanları, ortak hedefler, ortak büyümeler başarabilirlerse konuşacak daha fazla konuları olacaktır ve kendilerini daha anlayışlı bulabilen bir çift olacaklardır” dedi.
Beyin Cerrahı Uzmanı Op. Dr. Koparan: ’’Hidrosefali, erken teşhis konulmazsa ölüme sebebiyet verebilir’’
07 Eylül 2024 Cumartesi - 10:54 Beyin Cerrahı Uzmanı Op. Dr. Koparan: ’’Hidrosefali, erken teşhis konulmazsa ölüme sebebiyet verebilir’’ Hidrosefali hastalığının hafife alınmaması gerektiğini belirten Elazığ Medilines Hastanesi Beyin Cerrahı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Mehmet Koparan, “Erken dönemde teşhis konamamışsa ani bir şekilde ölüme sebebiyet verecek kadar çok ciddi sorunlar ortaya çıkartır. Bu hastalık erişkinlerde çok ciddi bir baş ağrısına, bulantı kusma ve dengesiz yürüme gibi hastalıklara sebep olur” dedi. Elazığ Medilines Hastanesinde görevli Beyin Cerrahı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Mehmet Koparan ‘Hidrosefali’ hastalığı hakkında açıklamalarda bulundu. Hidrosefali hastalığının zamanında teşhis konmadığında çok büyük oranda ölümcül bir hastalık olduğunu belirten Beyin Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Mehmet Koparan, “Beyin kendi gerekli olan ihtiyaçları gidermek kuru ağırlığının çok çok altına düşmesini sağlayan ve yüzeyinin ıslak kalması amacıyla su ihtiyacı olup bunu üreten bir yapıdır. Günlük olarak 3 devir halinde toplamda 500 cc beyin omuriliğinin su üretimi mevcuttur. Bu üretilen sıvı, su keseleri ventrikül diye adlandırdığımız yapılardan kendilerine ait deliklerle omuriliğe doğru akıp omurilik içerisinde sirkülasyonu sağlayan bir döngüye sahiptir. Bu geçiş güzergahlarında ve deliklerde herhangi bir nedenle tıkanıklık olduğu zaman suyun, ventrikülden diğer ventriküle geçişi engellenir ve engellenmenin ön tarafında da su birikimi başlar. Su geçişlerinde engel olabilecek besinlerin içerisindeki yüksek protein yapı veya kanalın herhangi bir nedenle tıkalı olması yapısal olarak ya da kaza geçiren bir hastada ortaya çıkan kan bir süre sonra orada ki deliklerden geçerken süzgeçten geçtiği sürece tıkanıklığa sebep olabilen bunun sonucunda da hastada klinik bulgular ortaya çıkmaya başlar. Eğer ki bu hasta yeni doğan bir bebekse ve kafada bulunan bıngıldak diye adlandırdığımız kemik yapılar tam olarak gelişmediği için beyin esneme yapıyor. Su biriktikçe baş büyümeye başlayacaktır. Baş büyümeye başladıkça göz kapakları yukarıya doğru çekilip batan güneş manzarası dediğimiz bir tablo ortaya çıkacaktır. Beyin içi beyni arttıkça bebekte kusmalar ve iştahsızlık görülecektir. Bu gibi durumlar görüldüğünde hidrosefali gelişmiş demektir. Bazı durumlarda da beyin, bu hidrosefali tablosuna giderken o delikleri yüksek basınçla aşar ve kliniğini kendiliğinden yenmiş olur. Bu tabloya da ares hidrosefali diyoruz. Erişkin de ise böyle bir durum söz konusu olmadığı için beyinde su biriktiği anda tablo çocuğa göre çok daha gürültülüdür. Erken dönemde teşhis konamamışsa ani bir şekilde ölüme sebebiyet verecek kadar çok ciddi sorunlar ortaya çıkartır. Bu hastalık erişkinlerde çok ciddi bir baş ağrısına, bulantı kusma ve dengesiz yürüme gibi hastalıklara sebep olur. Hidrosefali hastalığı teşhis edildiği anda yapılacak olan şey, suyun geçişini sağlayacak koridor oluşturmaktır. Eğer ki geçişte bir zar şeklinde yapı oluşmuşsa buna endeskop denilen alet yardımı ile girilerek zarın açılması gerekiyor. Bu yöntem yapılamıyorsa beyin içerisine şant denilen bir sistem konup o şantın bir ucu boyundan geçilerek beyine diğer ucu ise karna verilerek suyun tahliye edilmesi gerekir. Hidrosefali hastalığı son derece önemlidir. Bunlarda erken teşhis ve tedavi, hayat kurtarıcıdır. Baş ağrısı deyip geçmemek gerekiyor’’ diye konuştu.