SAĞLIK
Kars’ta HAP tatbikatı nefes kesti 20 Eylül 2024 Cuma - 15:58:34 Kars’ta HAP Tatbikatı (Hastane Afet Planı) nefesleri kesti. Kimyasal atıklara maruz kalan yaralıların, hastaneye sevkleri ve yapılan müdahaleler gerçeği aratmadı. Kars’ta, Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer (KBRN) afetlerden etkilenenlere daha hızlı müdahale edilmesi ve koordinasyonun sağlanması için saha tatbikatı gerçekleştirildi. Eğitim, Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan tatbikatta senaryo gereği, 112 Acil Çağrı Merkezine Paşaçayır mevkisi Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan çimento fabrikasında kimyasal varillerin, HCL asit, nitrit asit analizi yapılırken devrilmesi sonucu 6 kişi olay yerinde kimyasala maruz kaldı. Şahısların hastane KBRN ünitesi ve Acil Servise getirileceği bildirildi. Bunun üzerine kısa sürede KBRN ünitesi hazır hale getirildi. Hastaneye sevk edilen yaralıların dekontaminasyonları yapıldıktan sonra triyaj alanlara dağılımı gerçekleştirilip gerekli müdahaleler yapılarak tedavi altına alındı. Düzenlenen tatbikatla ilgili açıklama yapan Eğitim, Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Samet Kırat, "Biz de bir sınır şehri olarak bu gibi durumlara her zaman hazırlıklı olmalıyız. Bu yüzden kamu kurum ve kuruluşlarıyla bir tatbikat gerçekleştirdik. Tatbikatımız başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştır" dedi. Kars’ta düzenlenen HAP Tatbikatı’na AFAD ekipleri de destek verdi. Tatbikat daha sonra sona erdi.
20 Eylül 2024 Cuma - 15:36 Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Çiğdem: "Bebeğinizde dışkı yapamama durumu ’Hirschsprung Hastalığı’ tedavi edilebilir" Memorial Diyarbakır Hastanesi’nde Çocuk Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, "Halk arasında bağırsak felci olarak da bilinen Hirschsprung hastalığının bazı tipleri karında hiç kesi olmadan sadece anüsten yapılan bir ameliyatla düzeltilebilirken bazılarında aşamalı ameliyatlar gerekebiliyor" dedi. Doğumsal bir hastalık olan Hirschsprung Hastalığı, bebeklerin dünyaya geldiği andan itibaren meydana gelen dışkı yapamama durumu olarak biliniyor. Kalın bağırsağın alt kısımlarında bulunan bazı sinir hücrelerinin gelişememesi ile oluşan bağırsak felci, çoğu anne baba tarafından da bilinmeyen bir sağlık problemi olarak gözlemleniyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Murat Kemal Çiğdem, bu hastalığın önemine dikkat çekti. Günümüzde sıklıkla kabızlık ile de karıştırıldığını belirten Prof. Çiğdem, "Kabızlık sonradan oluşabiliyor fakat bağırsak felci ilk günden var olan bir sağlık sorunu olarak kabul ediliyor. Genel semptomları aynı olmakla birlikte birçok aile bu durumun tedavi edilebilir olduğundan da habersiz olabiliyor. Biz doktorlar için ise en önemli nokta hastalığın erken teşhis edilebilmesi oluyor. Erken teşhis edilen vakalarda cerrahi müdahale ile çocuklar için umut ışığı olabiliyoruz" dedi. Prof. Çiğdem, bebeklerin doğumdan sonra ilk 24 saat ile 48 saat aralığında gaitalarını çıkarabilmelerinin normal dışkılama sürecini ifade ederek, "İlk günlerde belirti göstermeyebilen Hirschsprung Hastalığıyla ilgili teşhis aşamasında bağırsakların görüntülenmesi ve biyopsi süreci ile ilerliyoruz. Erken tanı almak oldukça önemli, erken tanı ve tedavi ile cerrahi müdahale yapıyoruz ve başarı şansı oldukça yüksek olabiliyor. Ameliyatla çalışmayan bağırsak kısmı çıkarılabiliyor, çalışan kısımdan anüse doğru, bağırsakları getirip dikme işlemi yapılabiliyor" şeklinde konuştu. Tekrarlama ihtimali oldukça düşük olan Hirschsprung hastalığında başarı şansı oldukça fazla olabildiğini aktaran Prof. Çiğdem, "Fakat bazı durumlarda bu düşük oranı görebiliyoruz. Bu durumda tekrarlayan kabızlık atakları olabiliyor. Ameliyat ettiğimiz bebeklerin ailelerine önerimiz ameliyat sonrası da aynı hassasiyetle takip ve kontrollerini düzenli olarak gerçekleştirmeleri olacaktır. Bazı durumlarda kabızlık atakları da görülebilir. Bunu fark eden ebeveynler bizlere başvurmalılar. Sağlığına kavuşan bebekler bizim için her zaman mutluluk kaynağı oluyor" diye konuştu.
20 Eylül 2024 Cuma - 15:08 Japon uzmandan Alzheimer hastalarına öneriler Konyaaltı Belediyesi, günümüzde ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen Alzheimer hastalığına dikkati çekmek ve bu konuda farkındalık uyandırmak için ’Alzheimer Farkındalık Buluşması’ gerçekleştirdi. Etkinliğe katılan Japon Öğretim Üyesi İkuko Murakami, Alzheimer’e karşı Japonya’daki çalışmalar hakkında bilgi verdi. Konyaaltı Belediyesi, günümüzde ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen Alzheimer hastalığına dikkati çekmek ve bu konuda farkındalık uyandırmak için ’Alzheimer Farkındalık Buluşması’ gerçekleştirdi. Etkinliğe konuşmacı olarak katılan Nöroloji Uzmanı Dr. Melih Vural, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İkuko Murakami ve Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü’nden Araştırma Görevlisi Özlem Özgür, Alzheimer hakkında vatandaşları bilgilendirdi. Halk sağlığı buluşmaları Nazım Hikmet Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinliğe 50 yaş üstünde çok sayıda vatandaşın yanı sıra Konyaaltı Belediye Başkanı Cem Kotan da katıldı. Konuşmacıları ve katılımcıları selamlayan Başkan Kotan, “Konyaaltı’mızda halk sağlığını çok önemsiyoruz. Bununla ilgili göreve geldiğimizden bu yana çok sayıda etkinlik yaptık. Biz her yaştaki dostumuzu önemsiyoruz ama özellikle sizin yaşınızdaki büyüklerimizi fazlasıyla önemsiyoruz. Alzheimer zor ve önemli bir hastalık. Bunu biliyoruz. Bu konuda bilinçlenmek ve bu konunun farkındalığını artırmak için sizlerle alanında uzman hocalarımızı bir araya getirdik. Umarım etkinliğimiz sizler için faydalı olur” dedi. “Keşke gençler de katılsaydı“ Etkinlikte Akdeniz Üniversitesi 60+ Tazelenme Üniversitesi Kurucu ve Gönüllü Öğretim Üyesi Nöroloji Uzmanı Melih Vural, vatandaşlara Alzheimerdan korunma yollarını anlattı. Nüfusun gerek ülkemizde gerekse dünyada giderek hızlandığını belirten Dr. Vural, 2050 yılında her 3 kişiden birinin 60 yaşında olacağını ifade etti. Uzun yaşamda önemli olan noktalardan birinin beyin sağlığını korumak olduğunu kaydeden Dr. Vural, “Beyin sağlığımızı korumaya, Alzheimerdan korunmaya erken yaşlardan itibaren başlamamız gerekiyor. Bakıyorum etkinliğimize çok sayıda kişi gelmiş ama keşke gençlerimiz de aramızda olabilseydi. Çünkü Alzheimer erken yaştan itibaren önlem alınması gereken bir hastalık. Yapılan bir araştırmada yeni doğan bebekten alınan kanda tarım ilaçları, hazır gıda paketleri gibi birçok zararlı madde tespit edilmiş. Çocuk zaten bu yükle hayata geliyor. Bu nedenle çocukluktan itibaren yeme alışkanlığı ve yaşam şekliyle insan Alzheimerdan korunmaya çalışmalı” dedi. “Ot ilacı çok tehlikeli” Yiyip içtiklerimizden yaşam şeklimize kadar her şeyin Alzheimere neden olabildiğine vurgu yapan Dr. Vural, nasıl beslenilmesi gerektiği konusunda şu bilgileri verdi: “Sebzeler üretilirken ayrık otlar temizlensin diye ot ilacı diye bir ilaç atılıyor. Sebzelere bir şey yapmıyor, diğer otları temizliyor. Fakat o ilaç sebzelerin üzerinde kalıyor. Dünyada birçok yerde bu ilaç yasaklandı fakat Türkiye’de internetten bugün sipariş verin, yarın kapınızda. Bu Alzheimerdan kansere kadar birçok hastalığa neden oluyor. Bu nedenle sebzelerinizi aldığınızda yarım saat karbonatlı suda bekletin. Sirkede değil, karbonatta. Bakliyatlarda pektin denilen bir madde bulunuyor. Alzheimer hastalarına çok fazla bakliyat önermiyorum. Ama yiyeceklerse de düdüklüde pişirerek yesinler. Mangal tavsiye etmiyorum. Yanan ürünler çok tehlikeli, seviyoruz biliyorum. En iyi yemek kısık ateşte uzun sürede pişen tencere yemeğidir. Magnezyum beyin sağlığı için çok önemli. Egzersiz ve ketojenik diyet çok önemli. Gıdalarınızdan baharatı eksik etmeyin. Özellikle de sumağı.Ev yapımı turşu tüketin. Deniz balıkları, köy tavuğu ve yabanıl hayvan eti tüketin.” Murakami, Japon modelini anlattı Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İkuko Murakami de, Japonya’da demans hastalarına nasıl bir bakım hizmeti verildiği ve Japonya’da bulunan Günlük Bakım Merkezi Kogure Gakuen hakkında bilgiler verdi. Japonların dünyada ömür ortalamasında 1. sırada yer aldığını ifade eden Murakami, Japonya’da 100 yaş üzerinde 90 bin kişi bulunduğunu, her 3 kişiden birinin ise 65 yaşında olduğunu söyledi. Yaşlanmaktan en çok korkulan şeyin Alzheimer olduğunu dile getiren Murakami, “Açıkçası ben de çok korkuyorum. Ama bundan korunmak için de yapılması gereken şeyler var. Onlara dikkat edeceğiz” dedi. Japonya’da demans hastalarına bakım hizmetlerinin çok gelişmiş olduğunu dile getiren Murakami, “Japonya’da hem huzurevleri gibi yatılı merkezler, hem de Alzheimer hastalarının günlük kalacağı bakım merkezleri bulunuyor. Bu merkezlerde hastalara örgü örme, satranç ve su doku oynatma, spor yapma gibi etkinlikler yapılıyor. Günlük Bakım Merkezi Kogure Gakuen’de ise hastalara üniversite eğitimi veriliyor. Çünkü beyni iyi çalıştıran eğitimler Alzheimerda çok önemli” diye konuştu. “Alzheimer hastası yer değiştirmemeli” Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Özlem Özgür de Alzheimer hastalarıyla nasıl yaşanması gerektiği konusunda katılımcıları bilgilendirdi. Özgür, Alzheimer hastalığının uzun ve 7-24 bakım gerektiren bir hastalık olduğunu bu nedenle ailelerin zorlandıklarını dile getirdi. Alzheimer hastalarının evlerinde bakılması gerektiğini, bu hastaların çok fazla yer değiştirmemesi gerektiğine vurgu yapan Özgür, “Başka kişi bakacaksa bile evindeki ortamdan çıkarılmamalı. Çok fazla misafirliğe götürülmemeli. Çünkü gittiği yerde tuvalet banyoyu bulamadıklarında bu hastalar çok fazla kaygı yaşıyor” dedi. Etkinlik sonunda katılımcılar, günlük yaşantının koşuşturması içinde stresle baş etmeyi kolaylaştıran, dikkati yoğunlaştırarak odaklanmayı sağlayan mandala tekniğiyle duvara resim yaptılar.
20 Eylül 2024 Cuma - 14:18 Sinop’ta 112’ye yapılan çağrıların yüzde 71,99’u vakaya dönüşmeyen ihbarlar Sinop’ta 2024 yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’unun vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluştuğu, asılsız ihbarda bulunan 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulandığı açıklandı. Sinop’ta “Acil Çağrı Hizmetleri İl Koordinasyon Kurulu Toplantısı” gerçekleştirildi. Toplantıda, 112 Acil Çağrı Merkezi’nin vatandaşlara daha iyi hizmet verebilmesi için yapılması gerekenler gündeme getirildi. Kurumun çalışma sistemi, görevleri, iş ve işleyişi, acil çağrı hizmetlerinin daha etkin sunulması için yapılabilecekler ile birlikte acil çağrı hizmetleri veren kurumlar arasında koordinasyon ve iş birliğinin sağlanması ve olası doğal afet durumunda yapılacak müdahaleler ile ilgili fikir ve öneriler masaya yatırıldı. 14 şahıs hakkında idari para cezası Toplantıda konuşan Sinop Valisi Mustafa Özarslan, acil çağrı merkezlerinin, toplumun güvenliği ve sağlığı açısından son derece önemli olduğunu vurguladı. Özarslan, “2024 Yılında 112 Acil Çağrı Merkezi’ne gelen 195 bin 102 çağrının yüzde 71,99’u, vakaya dönüşmeyen ihbarlardan oluşmaktadır. 54 bin 645 çağrıya ise ivedilikle cevap verilerek ilgili kurumların ekipleri sevk edilmiştir. 112 Acil Çağrı Merkezi’ni gereksiz yere meşgul etmek ve asılsız ihbarda bulunmak fiillerinden dolayı 2023 yılında 11 şahıs hakkında, 2024 yılında ise 14 şahıs hakkında idari para cezası uygulanmıştır” dedi. 112 Acil Çağrı Merkezi’nin tanıtımı, bilgilendirilmesi, olay anında vatandaşların nasıl iletişim kuracağı ve asılsız ihbarların önüne geçilmesinde kurumsal iş birliğinin önemine dikkat çeken Vali Özarslan, bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerinin devam edeceğini sözlerine ekledi.
Alışveriş merkezinde "Heimlich" deneyi: Önce korkuttu, sonra büyük alkış aldı
15 Eylül 2024 Pazar - 15:30 Alışveriş merkezinde "Heimlich" deneyi: Önce korkuttu, sonra büyük alkış aldı Kastamonu’da ilk yardım bilincini yaymak amaçlı bir alışveriş merkezinde gerçekleştirilen sosyal deneyde boğazına yemek takılan vatandaşa "Heimlich" manevrası ile müdahale edilmesi sağlandı. Yapılan deney vatandaşları önce korkuttu, sonra büyük alkış aldı. Dünya İlk Yardım Günü çerçevesinde, Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü tarafından kent merkezinde bulunan bir alışveriş merkezinde ilk yardım bilincini yaymak amacıyla sosyal deney gerçekleştirildi. Senaryo gereği alışveriş merkezinde patates cipsi yiyen bir vatandaş, soluk borusuna yemek takılması neticesinde fenalaştı. Bu sırada AVM’de bulunan vatandaşlar tarafından boğazına yemek takılan şahsa Heimlich manevrası uygulanarak müdahale edildi. Vatandaşların panik yaşadığı olayın ardından, bir sosyal deney olduğu açıklandı. Alışveriş merkezinde hazır bekletilen Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü Acil Sağlık Hizmetleri Daire Başkanlığı bünyesinde görevli acil tıp teknisyenleri, sosyal deneyin ardından ilk yardımın önemine dikkat çekerek, vatandaşlara ilk yardım eğitiminde bulundu. “Heimlich manevrası basit bir manevra ama can kurtarıyor” İnebolu ilçesinde itfaiye eri olarak görev yapan Ahmet Kara, durumu görünce hemen müdahaleyi gerçekleştirdiğini belirterek, “Arkadaş birden nefes alamadı, boğazına yemek gitmiş. Aslında numaraymış hepsi ama ben de gerekli ilk yardımları bildiğim için müdahalede bulundum. Benim yanıma bir beyefendi daha geldi, o da müdahale etti, bana yardımcı oldu. Sağ olsun o da bilinçli bir vatandaş” dedi. Sosyal deney olduğunu söylediklerinde önce çok kızdığını belirten Kara, “Aslında güzel bir etkinlik, herkesin bu konularda bilinçli olması gerekiyor. Küçük çocukların boğazına yemek kaçabiliyor, televizyonlarda okullarda buna çok sık rastlıyoruz. Sokakta ya da bir kafede otururken bile başımıza gelebilir. Bu yüzden herkesin bu ilk yardımı bilmesi gerekiyor. Heimlich manevrası basit bir manevra ama can kurtarıyor, basit bir ilk yardım ile bir insanın canını kurtarıyorsunuz” diye konuştu. “Öğretmenlere yönelik düzenlenen eğitimde ilk yardım eğitimi aldım” Boğazına yemek takılan vatandaşın yardımına koşan Uğur Doğan ise, “Yemeğimi alıp gelmiştim, eşim ’çocuk boğuluyor’ diye seslendi. Sütunun arkasında kaldığım için ben göremedim. Ben de müdahale edeyim diye koştum. O sırada bir arkadaş müdahaleye başlamıştı, ben de arkadaşı kontrol ettim. İlk anda müdahale etmedim, sonra çıkmadığını düşündüm. Zaten mizansenmiş, sonradan ortaya çıktı” şeklinde konuştu. “Ben de ilk yardım eğitimi almayı düşünüyorum” Alışveriş merkezindeki sosyal deneyi arkadaşı ile birlikte endişeli bakışlar arasında izleyen Mustafa Özkan Çakıroğlu da, “Biz yemek yiyorduk. Bir adam bağırmaya başladı. Boğulma numarası yaptık, gerçekten çok gerçekçiydi. Biz de kalktık hemen ambulans arıyorduk, sonrasında sosyal deney olduğunu söylediler. Buradaki insanların tamamının böyle konulara hassasiyeti oluyor. Ben çok az biliyorum ilk yardımı, bizim insanımız hayırseverdir, yardım eder hemen. Eğitim alsak aslında herkesi daha çok bilinçlendirebiliriz, bu da çok güzel, ben de bu eğitimi almayı düşünüyorum” ifadelerini kullandı. “Bebek ve hamile kadınlara Heimlich manevrasının yapılmaması gerekiyor” Sosyal deneyin amacının farkındalık oluşturmak olduğunu kaydeden Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servis Eğitim Sorumlu ve Kastamonu Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatma Mutlu Kukul Güven de, “Hava yoluna yabancı cisim kaçtığında kişi öksürüyorsa, öksürmesi için ve öksürmeye devam etmesi için beklememiz gerekiyor. Öksürük ile birlikte göğüs içinde oluşan hava basıncıyla yabancı cismi dışarı atabilecektir. Ama artık öksüremiyor, konuşamıyor ve nefes alamıyorsa iki eliyle birlikte boğazını tutarak boğulma işareti veriyorsa o sırada bilinci de açıksa hemen hastanın arka tarafına geçip biraz gövdesini öne eğip, bir elimizle gövdesini destekleyip diğer elimizle de elimizin topuyla her iki kürek diliminin arasına beş kez vuruyoruz. Bu beş kez vurma sonrasında yabancı cisim çıkmadıysa ikinci manevramız var, bu da Heimlich manevrasıdır. Heimlich manevrası için de yine hastanın arka tarafına geçiyoruz. Biraz öne eğerek elimizi de yumruk yaparak göbeğinin biraz üzerine diğer elimizle de yumruk yaptığımız elimizle sararak içeriye ve yukarıya doğru beş kez basınç yapıyoruz. Bunu yabancı cisim çıkana kadar yapıyoruz ama hastamız bilinç değişikliğine uğramış ise tamamen size kendisini bırakmış ise bundan sonrasında ileri temel yaşam destek uygulamasına geçmemiz gerekiyor. Eğer yanınızda kimse yoksa bu uygulaması kendi başınıza sandalye kullanarakta yapabilirsiniz” dedi. “İlk yardımcı sayısı arttıkça toplumsal alanlarda kurtarılan hayat sayısı daha da artacak” Kastamonu İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Çağdaş Derdiyok da, “Ülkemizde özellikle toplumsal alanlarda yemek borusuna yabancı cisim kaçmasıyla ilgili çok fazla vakalarla karşılaşıyoruz. Bu vakalara müdahalede de ilk yardımın önemi ortaya çıkıyor. İlk yardım müdahalesinde de özellikle Heimlich manevrası biraz daha ön plana çıkıyor. Ülke olarak Heimlich manevrasına karşı toplumsal bir duyarlılık oluştu. Millet olarak yardım etmek duygusu bizler de çok fazla hakim olduğundan biraz şekillendirilmesi gerekiyor. Dünya İlk Yardım Günü sebebiyle Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü olarak bir farkındalık oluşturmak istedik. Bunu da bir sosyal deney ile yapmak istedik. Bir alışveriş merkezinde personelimiz yemek yediği sırada boğazına cisim kaçmasını senaryo ederek bir sosyal deney oluşturduk. Şu anda çok şaşırdık. Çünkü iki vatandaşımız hemen yerlerinden kalkıp müdahale etmek istedi, Heimlich manevrası yaptılar. Hatta çok bilinçli ve doğru bir şekilde müdahale ettiler. Her iki vatandaşımızın da ilk yardım eğitimi aldığını öğrenmemiz bizleri de mutlu etti. Çünkü ilk yardımcı sayısı arttığı zaman toplumsal alanlarda kurtarılan hayat sayısı daha da artacak. Genel anlamda yapılan sosyal deney çok verimli ve güzel oldu. İnsanlarımız bilinçlenmiş oldu, ilk yardımın önemine dikkat çekildi. Oluşan farkındalık içinde ayrıca mutluyuz, bundan sonrada ilk yardım eğitimlerimiz artacak devam edecek” dedi.
Alışveriş merkezinde "heimlich" deneyi
15 Eylül 2024 Pazar - 15:23 Alışveriş merkezinde "heimlich" deneyi Kastamonu’da ilk yardım bilincini yaymak amaçlı bir alışveriş merkezinde gerçekleştirilen sosyal deneyde boğazına yemek takılan vatandaşa "heimlich" manevrası ile müdahale edilmesi sağlandı. Yapılan deney vatandaşları önce korkuttu, sonra büyük alkış aldı. Dünya İlk Yardım Günü çerçevesinde, Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü tarafından kent merkezindeki bulunan bir alışveriş merkezinde ilk yardım bilincini yaymak amacıyla sosyal deney gerçekleştirildi. Senaryo gereği alışveriş merkezinde patates cipsi yiyen bir vatandaş, soluk borusuna yemek takılması neticesinde fenalaştı. Bu sırada AVM’de bulunan vatandaşlar tarafından boğazına yemek takılan şahsa Heimlich manevrası uygulanarak müdahale edildi. Vatandaşların panik yaşadığı olayın ardından, bir sosyal deney olduğu açıklandı. Alışveriş merkezinde hazır bekletilen Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü Acil Sağlık Hizmetleri Daire Başkanlığı bünyesinde görevli acil tıp teknisyenleri, sosyal deneyin ardından ilk yardımın önemine dikkat çekerek, vatandaşlara ilk yardım eğitiminde bulundu. “Heimlich manevrası basit bir manevra ama can kurtarıyor” İnebolu ilçesinde itfaiye eri olarak görev yapan Ahmet Kara, durumu görünce hemen müdahaleyi gerçekleştirdiğini belirterek, “Arkadaş birden nefes alamadı, boğazına yemek gitmiş. Aslında numaraymış hepsi ama bende gerekli ilk yardımları bildiğim için bende müdahalede bulundum. Benim yanıma bir beyefendi daha geldi, o da müdahale etti, bana yardımcı oldu. Sağ olsun o da bilinçli bir vatandaş” dedi. Sosyal deney olduğunu söylediklerinde önce çok kızdığını belirten Kara, “Aslında güzel bir etkinlik, herkesin bu konularda bilinçli olması gerekiyor. Küçük çocukların boğazına yemek kaçabiliyor, televizyonlarda okullarda buna çok sık rastlıyoruz. Sokakta ya da bir kafede otururken bile başımıza gelebilir. Bu yüzden herkesin bu ilk yardımı bilmesi gerekiyor. Heimlich manevrası basit bir manevra ama can kurtarıyor, basit bir ilk yardım ile bir insanın canını kurtarıyorsunuz” diye konuştu. “Öğretmenlere yönelik düzenlenen eğitimde ilk yardım eğitimi aldım” Boğazına yemek takılan vatandaşın yardımına koşan Uğur Doğan ise, “Yemeğimi alıp gelmiştim, eşim ’çocuk boğuluyor’ diye seslendi. Sütunun arkasında kaldığım için ben göremedim. Ben de müdahale edeyim diye koştum. O sırada bir arkadaş müdahaleye başlamıştı, ben de arkadaşı kontrol ettim. İlk anda müdahale etmedim, sonra çıkmadığını düşündüm. Zaten mizansenmiş, sonradan ortaya çıktı” şeklinde konuştu. “Bende ilk yardım eğitimi almayı düşünüyorum” Alışveriş merkezindeki sosyal deneyi arkadaşı ile birlikte endişeli bakışlar arasında izleyen Mustafa Özkan Çakıroğlu da, “Biz yemek yiyorduk. Bir adam bağırmaya başladı. Boğulma numarası yaptık, gerçekten çok gerçekçiydi. Bizde kalktık hemen ambulansa arıyorduk, sonrasında sosyal deney olduğunu söylediler. Buradaki insanların tamamının böyle konulara hassasiyeti oluyor. Ben çok az biliyorum ilk yardımı, bizim insanımız hayırseverdir, yardım eder hemen. Eğitim alsak aslında herkesi daha çok bilinçlendirebiliriz, bu da çok güzel, bende bu eğitimi almayı düşünüyorum” ifadelerini kullandı. “Bebek ve hamile kadınlara heimlich manevrasının yapılmaması gerekiyor” Sosyal deneyin amacının farkındalık oluşturmak olduğunu kaydeden Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servis Eğitim Sorumlu ve Kastamonu Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatma Mutlu Kukul Güven de, “Hava yoluna yabancı cisim kaçtığında kişi öksürüyorsa, öksürmesi için ve öksürmeye devam etmesi için beklememiz gerekiyor. Öksürük ile birlikte göğüs içinde oluşan hava basıncıyla yabancı cismi dışarı atabilecektir. Ama artık öksüremiyor, konuşamıyor ve nefes alamıyorsa iki eliyle birlikte boğazını tutarak boğulma işareti veriyorsa o sırada bilinci de açıksa hemen hastanın arka tarafına geçip biraz gövdesini öne eğip, bir elimizde gövdesini destekleyip diğer elimizle de elimizin topuyla her iki kürek diliminin arasına beş kez vuruyoruz. Bu beş kez vurma sonrasında yabancı cisim çıkmadıysa ikinci manevramız var, bu da heimlich manevrasıdır. Heimlich manevrası içinde yine hastanın arka tarafına geçiyoruz. Biraz öne eğerek elimizi de yumruk yaparak göbeğinin biraz üzerine diğer elimizle de yumruk yaptığımız elimizle sararak içeriye ve yukarıya doğru beş kez basınç yapıyoruz. Bunu yabancı cisim çıkana kadar yapıyoruz ama hastamız bilinç değişikliğine uğramış ise tamamen size kendisini bırakmış ise bundan sonrasında ileri temel yaşam destek uygulamasına geçmemiz gerekiyor. Eğer yanınızda kimse yoksa bu uygulaması kendi başınıza sandalye kullanarakta yapabilirsiniz” dedi. “İlk yardımcı sayısı arttıkça toplumsal alanlarda kurtarılan hayat sayısı daha da artacak” Kastamonu İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Çağdaş Derdiyok da, “Ülkemizde özellikle toplumsal alanlarda yemek borusuna yabancı cisim kaçmasıyla ilgili çok fazla vakalarla karşılaşıyoruz. Bu vakalara müdahalede de ilk yardımın önemi ortaya çıkıyor. İlk yardım müdahalesinde de özellikle heimlich manevrası biraz daha ön plana çıkıyor. Ülke olarak heimlich manevrasına karşı toplumsal bir duyarlılık oluştu. Millet olarak yardım etmek duygusu bizlerde çok fazla hakim olduğundan biraz şekillendirilmesi gerekiyor. Dünya İlk Yardım Günü sebebiyle Kastamonu İl Sağlık Müdürlüğü olarak bir farkındalık oluşturmak istedik. Bunu da bir sosyal deney ile yapmak istedik. Bir alışveriş merkezinde personelimiz yemek yediği sırada boğazına cisim kaçmasını senaryo ederek bir sosyal deney oluşturduk. Şu anda çok şaşırdık. Çünkü iki vatandaşımız hemen yerlerinden kalkıp müdahale etmek istedi, heimlich manevrası yaptılar. Hatta çok bilinçli ve doğru bir şekilde müdahale ettiler. Her iki vatandaşımızın da ilk yardım eğitimi aldığını öğrenmemiz bizleri de mutlu etti. Çünkü ilk yardımcı sayısı arttığı zaman toplumsal alanlarda kurtarılan hayat sayısı daha da artacak. Genel anlamda yapılan sosyal deney çok verimli ve güzel oldu. İnsanlarımız bilinçlenmiş oldu, ilk yardımın önemine dikkat çekildi. Oluşan farkındalık içinde ayrıca mutluyuz, bundan sonrada ilk yardım eğitimlerimiz artacak devam edecek” dedi.
“Çok yiyip hemen yatmak reflüyü tetikliyor”
15 Eylül 2024 Pazar - 15:17 “Çok yiyip hemen yatmak reflüyü tetikliyor” Acıbadem Kayseri Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Hasan Yeşilkaya, akşam yemeklerinde çok yiyerek, mide sindirimini bitirmeden yatmanın reflüyü tetiklediğini söyledi. Türkiye’de yaklaşık her dört kişiden birinde reflü bulunduğunu aktaran Acıbadem Kayseri Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Hasan Yeşilkaya; “Reflü hastalığı dediğimiz şey, kabaca mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasıdır. Toplumumuzda sıkça görülen bir hastalıktır. Yaklaşık her dört kişiden birinde reflüye rastlanıyor” dedi. Midede ekşime, yanma, kazınma gibi belirtiler olabilir Reflünün nasıl ortaya çıktığı ve belirtileri hakkında ayrıntılı bilgi veren Dr. Yeşilkaya şunları söyledi: “Yemek borumuz yutaktan mideye kadar gelen bir bölümdür. Yemek borusu ile mide arasında tek taraflı çalışan fonksiyonel bir kapak sistemi var. Normal halinde sıkışık duruyor. Biz yemeğimizi yerken lokmamızı yuttuğumuzda burası açılıyor ve lokma mideye indikten sonra tekrar kapanıyor. Bu kapağın görevi; yiyeceği mideye geçirmek, mideden gelen yiyecekleri yukarı kaçırmamaktır. Ancak bu kapak sistemi herkeste bu kadar mükemmel bir şekilde çalışmayabiliyor. Zaman zaman tam kapanmayarak mide içeriğini yukarıya doğru kaçırdığı da olabiliyor. Biz buna reflü diyoruz. Mide içeriği asitli bir ortamdır. Bu asit mide duvarına zarar vermiyor. Çünkü mide duvarını koruyacak sistemler var. Ancak yemek borusunun iç yüzeyi asitli ortama dayanıklı değil. Asit yukarı doğru kaçtığı zaman yemek borusunun iç yüzeyinde bir yanma ve tahriş oluşturuyor. Bu durumda; ekşime, yanma, ağza acı su gelmesi, kazınma ve sıyrılma, daha ileri vakalarda ise yiyecek artıklarının ağzımıza kadar gelmesi, hatta inatçı kuru öksürük gibi belirtiler bile görülebiliyor. Ara ara olması çok sakıncalı bir durum değil ama kronik bir hal almışsa ve sürekli oluyorsa mutlaka bir hekime başvurularak, teşhis ve tedavisinin yapılması gerekir" dedi. Endoskopi yapmak gerekebiliyor Endoskopi yapmadan, hastaların şikayetlerine göre de tedavi verebildiklerini dile getiren Yeşilkaya, mide endoskopisine ne zaman ihtiyaç duyulduğunu ise şöyle anlattı: “Zaman zaman ekşime ve yanma olması, bazı mide ilaçlarıyla birlikte rahatlama olması bize reflü tanısını koydurabiliyor. Mide asidini azaltan ilaçlar var. Hastalar bunları kullandığında, yeme ve içmelerine dikkat ettiklerinde semptomlarda gerileme oluyorsa ‘bu reflü hastasıdır’ diyerek, ileri tetkike gerek kalmadan tedavi verebiliyoruz. Ancak semptomlar çok şiddetliyse, önerilerimize rağmen semptomlarda bir gerileme olmuyorsa, verdiğimiz ilaçlara cevap alamıyorsak ve şikayetler arttıysa endoskopi mutlaka gerekli bir tetkiktir. Bu sayede orada reflü var mı, yok mu? ya da başka bir problem mi var gibi soruların yanıtlarını alabiliyoruz. Endoskopi sonrasında gerekiyorsa, farklı bir tedaviye geçebiliyoruz” Bütün tedavi yöntemlerine rağmen, şikayetleri düzelmeyen nadir bir grup hastada cerrahi tedavi yöntemlerine de ihtiyaç duyulabildiğini belirten Dr. Yeşilkaya, genellikle bu ameliyatların laparaskopik olarak yapıldığını belirtti. Reflüyü artıran yiyeceklere dikkat edilmeli Reflüyü artıran yiyeceklere dikkat edilmesi gerektiğini söyleyen Dr. Yeşilkaya, ”Aşırı baharatlı ve acılı yiyecekler, turşu, çiğ soğan ve sarımsak gibi yiyeceklerden ve asitli içeceklerden uzak durmak gerekiyor. Az az ve sık sık yemeyi öneriyoruz. Yavaş yiyip, iyi çiğnenmeli. Özellikle akşam yemeği bizim toplumumuzda sosyal fonksiyonu da olan bir öğündür. Bu nedenle akşam yemeği biraz güçlü oluyor, fazlaca yiyoruz. O dolu mideyle de yattığımızda mide içeriğinin yukarıya doğru kaçması daha kolay oluyor. Bu da reflüyü tetiklemiş oluyor” dedi.
Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. İlhan: “Lenfomalar son zamanlarda özellikle gelişmiş toplumlarda, yaşlılık hastalığıdır”
15 Eylül 2024 Pazar - 11:39 Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. İlhan: “Lenfomalar son zamanlarda özellikle gelişmiş toplumlarda, yaşlılık hastalığıdır” Lokman Hekim Sağlık Grubu Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Osman İlhan, “Lenfomalar son zamanlarda özellikle gelişmiş toplumlarda, yaşlılık hastalığıdır” dedi. Dünya Lenfoma Farkındalık Günü, ilk kez 2004 yılında Lenfoma Koalisyonu tarafından hastalığa yönelik bilgi eksikliğini gidermek, hastalık hakkında farkındalığı artırmak, hastaların ve bakım verenlerinin karşılaştığı duygusal ve psikososyal zorluklara dikkat çekmek amacıyla düzenlenmeye devam ediyor. Lokman Hekim Sağlık Grubu Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Osman İlhan, “15 Eylül Dünya Lenfoma Farkındalık Günü” dolayısıyla İhlas Haber Ajansına açıklamada bulundu. Lenfomanın bağışıklık sisteminin ana elemanı olan lenf bezlerinin bir nevi kanseri olduğunu ifade eden İlhan, lenfomanın tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu söyledi. Lenfoma hastalarının genelde boyun, koltuk altı veya kasıkta bir şişlik şikayetiyle hekimlere başvurduklarını belirten İlhan, zaman zamanda hastaların vücutta kaşıntı sebebiyle de kendilerine geldiklerini vurguladı. Hastalığın tedavi süreci hakkında konuşan İlhan, “Tek başına lenf bezini büyüklüğü, lenfoma olduğunun anlamına gelmez. Muhakkak o lenf bezinin tamamen çıkarılması lazım. Maalesef son zamanlarda hastanın da isteğiyle iğneyle teşhis koyulmaya çalışılıyor. Bu teşhis yanlış. Ve zaman kaybediyor. Bu nedenle eğer boyunda koltuk altında ve kasıkta antibiyotik tedavisine cevap vermeyen bir lenf bezi büyüklüğü varsa muhakkak o lenf bezinin tamamen çıkarılması lazım. Ve hemato patalog dediğimiz lenf bezi uzmanı hocalarımız var. Onların görmesi gerekiyor. Maalesef şu anda lenfomanın 50 tipi var. Örnek olarak hodgkin lenfoma dediğimiz tanı, yüzde 20 oranda görülüyor. Hodgkin dışı lenfomayı yüzde seksen oranında görüyoruz.. Bazen çok yavaş ilerliyor. Bazen hızlı ilerliyor. Yani sonuçta lenf bezinin tamamen çıkarılıp hemata patalog tarafından tanı konması gerekir. Daha sonrada görüntüleme yöntemi. Yani tomografi veya PED-CT ile evresini tespit ediyoruz. Başlangıçta mıyız? İlerlemiş mi? Ona göre hastalığın tipine göre tedavi yapmak gerekir” açıklamasında bulundu. “Lenfomalar son zamanlarda özellikle gelişmiş toplumlarda yaşlılık hastalığıdır” Lenfomanın yaşlılar da daha çok görüldüğünün altını Çizen İlhan, “Geriatrik Hematoloji Derneği kurucu başkanı olarak inceledim. Gençlerde yüz binde 5-10 oranında görülen hodgkin dışı lenfoma, 65 yaş üstünde yüz binde yüz yirmi görünüyor. Yani on misli daha fazla artıyor. Burada besleme bozukluğu, stres, virüsler, radyasyon, obezite ve genetik yapı önem taşımaktadır. Yaşlılar daha çok fazla görüyoruz. Ben şunu hesapladım. Türkiye’de şu anda yeni tanı, altmış beş yaş üstü on binden fazla hodgkin dışı lenfoma bekliyoruz. Lenfomalar son zamanlarda özellikle gelişmiş toplumlarda yaşlılık hastalığıdır. O nedenle eğer bir hasta altmış yaşını geçmiş herhangi bir yerinde bir beze varsa aman lenfoma olmasın diye lenf bezi ve biyopsi öneriyoruz” dedi. Hastalığın çıktığı ilk zamanlarda Türkiye’de tanı yöntemi ve tedavi ilaçlarının bulunmadığını aktaran İlhan, şuan ise öğretim üyesi doktorun uygun görmesi şartıyla bakanlığa başvurulup ilaçların ücretsiz alınabileceğini söyledi. “Kemoterapi sürecinde başarı oranı yüzde 100’e yakın” Hastalığın kemoterapi süreci hakkında da konuşan İlhan, “Akıllı ilaçlardan olan Rituximab ve Mabthera dediğimiz bir ilaç devreye girdi. Bu ilaçların en büyük özelliği Hodgkin dışı lenfomalarda CD20 adını verdiğimiz hücre özelliği varsa, bu anti -CD20 ile hastalıkta büyük başarı sağladık.. Hodgkin içinse CD30 adını verdiğimiz özelliğe göre anti -C30 ilacımız var. O da yani sonuçta son yıllarda lenfoma tedavisinde hücresel tedaviye yönelik hedeflenmiş tedaviye yönelik kişiye yönelik tedavilerle hastalık tedavisi yüzde yüzlere yakındır. Başarı oranı yüzde yüze yakın” diye konuştu. “Dört-beş aylık süre içerisinde periyodik olarak gece terlemelerim vardı” 2023 Kasım’da lenfoma teşhisi konulan ve yaklaşık 5 ay süre içinde eski sağlığına kavuşan fonksiyonel tıp koçu Melike Sürmen, “Dört-beş aylık süre içerisinde periyodik olarak gece terlemelerim vardı. Sonrasında da biraz ateşim çıkmaya başladı. Çok ciddi bel ağrıları çekmeye başladım. MR’a girdim. MR’da da lenflerde büyüklük çıktı. Ve sonrasında hemen bir patoloji. Arkasından da PET/CT çekildi ve o şekilde tanı kondu” ifadelerini kullandı. Tedavi sürecini hiç aksatmadığını hatırlatan Sürmen, “Yaklaşık 4,5-5 ay tedavim sürdü. Bütün tedavi takvimini harfiyen yerine getirdik. Hastalığıma teşhis konulana kadar çok sağlıklı besleniyor, spor yapıyor ve kendime dikkat ediyordum. İçki ve sigara zaten hayatımda hiçbir zaman yoktu. Psikolojimi de iyi yönetiyordum. Ben hasta olunca önceki yıllarda kendime nasıl baktıysam o dönemde de aynı şekilde vücudum bana karşılık verdi. Bağışıklığım çok güçlüymüş, kuvvetliymiş, iyi bakmışım kendime. Enfeksiyona yakalanmadan, herhangi bir rahatsızlık yaşamadan ve özellikle de kemoterapiden dolayı daha güçlü şekilde atlattım” dedi.
Alzaymır basit unutkanlıklarla başlıyor
15 Eylül 2024 Pazar - 09:52 Alzaymır basit unutkanlıklarla başlıyor Görülme sıklığı giderek artan alzaymır hastalığının basit unutkanlıklarla başladığına dikkat çeken Nöroloji Uzmanı Dr. Ümit Eren, yakın zamanda yaşanan olayları unutma, para hesabını karıştırma, yolları bulamama, kişilik değişiklikleri gibi belirtiler görüldüğünde bir nöroloji uzmanına başvurulmasını tavsiye etti. Alzaymır hastalığının beyin hücrelerinin zamanla ölmesine sebep olan ilerleyici bir hastalık olduğunu belirten Acıbadem Bursa Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Ümit Eren, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü ve Alzheimer Farkındalık Ayı vesilesiyle önemli bilgiler verdi. Alzaymırın hafıza kaybı, düşünme yetisinde azalma ve davranış değişiklikleri gibi belirtilerle kendini gösterdiğini söyleyen Dr. Eren, genellikle 65 yaş ve üzerindeki bireylerde daha sık görüldüğünü, nadiren daha genç yaşlarda da ortaya çıkabildiğini ifade etti. Hastalığın kesin bir tedavisi olmadığına dikkat çeken Dr. Eren “Hastalığın kesin tedavisi olmasa da erken teşhis ile hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir ve hastaların yaşam kalitesi arttırılabilir. Aile üyelerinin ve yakınlarının, bireyde görülen hafıza kaybı, günlük aktiviteleri yerine getirmede zorlanma gibi belirtileri önemsemeli. Bir nöroloji uzmanına başvurmaları hayati önemdedir” dedi. Bunamanın (demans) en sık görülen tipinin alzaymır olduğunu söyleyen Dr. Eren, hastalığın basit unutkanlıklar, yakın zamanda yaşanan olayları unutma, para hesabını karıştırma, yolları bulamama, kişilik değişiklikleri gibi belirtilerle başlayıp giderek ilerlediğini ve bu ilerlemenin uzun yıllar sürebileceğini ifade etti. Nadiren de olsa 65 yaş altı bireyleri etkileyebileceğini belirten Dr. Eren “Genç yaşta başlayan alzaymır hastalığı belirtileri arasında aynı anda birkaç işi yapamama, zihinden hesap yapmada zorluk, yol bulmada zorluk, daha önce yaptığı işleri tamamlamada zorlanma sayılabilir” diye konuştu. İlk evrenin genellikle 2 ila 4 yıl sürdüğünü aktaran Dr. Eren, bu evrede yakın bellekte sorunlar, sık sık aynı soruları sorma, depresyon, unutkanlıklarını inkar etme, kendini ifade etmede hafif zorluk gibi günlük yaşamda onu yakından tanıyanların fark edebileceği aksaklıklar görüldüğünü dile getirdi. İkinci evrenin 2 ila 10 yıl arasında yaşandığına dikkat çeken Dr. Eren, “İlerleyen hafıza bozuklukları günlük yaşamı etkilemeye başlar. Günlük yaşam aktivitelerinde yardıma gereksinim duyar. Yeni şeyleri öğrenmede oldukça zordur. Giyinme gibi birkaç aşamadan oluşan işleri yapmakta zorluk yaşar. Şüphecilik, yakınlarını suçlama, olmayan şeyleri olmuş gibi karşılama davranışları görülür Son evrede ise yakınlarını tanıyamaz. Geçmiş ve şimdiki zaman karışır, sık sık düşmeler, yutma ve öz bakım sorunları olur. Bakıma muhtaç hale gelir” diye konuştu. Dr. Eren, alzaymıra yol açan sebepleri ileri yaş, ailede alzaymır öyküsünün bulunması, obezite, kontrolsüz şeker hastalığı, tansiyon hastalığı, uyku bozuklukları, travmatik beyin hasarı, depresyon, fiziksel aktivitenin yetersiz olması ve dengesiz beslenme olarak sıraladı. “Egzersiz yapın, bulmaca çözün, sağlıklı beslenin” Alzaymır hastalığına karşı koruyucu olabilecek bazı hayat tarzı değişikliklerinden bahseden Dr. Eren, bunların başında fiziksel aktivitenin geldiğini söyledi. Düzenli egzersizin, beyin sağlığını korumada önemli bir rol oynadığını; yürüyüş yapmanın, yüzme veya hafif sporların kan dolaşımını artırarak beyni besleyen damarların sağlıklı kalmasına yardımcı olduğunu vurguladı. Bulmaca çözmek, kitap okumak, yeni bir dil öğrenmek gibi zihinsel olarak uyarıcı aktivitelerin yine beyin fonksiyonlarını destekleyerek alzaymır riskini azaltabileceğinin altını çizdi. Bir diğer önlemin dengeli beslenme olduğuna değinen Dr. Eren, “Omega-3 yağ asitleri, antioksidanlar ve vitaminler açısından zengin bir beslenme düzeni, beyin sağlığını destekler. Akdeniz diyeti gibi sağlıklı beslenme alışkanlıkları, Alzaymır riskini azaltmaya yardımcı olabilir” dedi. Ayrıca sosyal bağlantıların önemine işaret eden Dr. Eren sosyal olarak aktif olmanın, zihinsel ve duygusal sağlığı korumanın önemli bir yolu olduğunu, aile, arkadaşlar ve toplulukla düzenli iletişimin beyin fonksiyonlarını canlı tuttuğunu sözlerine ekledi. Alzaymırın sadece bireyleri değil, aileleri ve tüm toplumu etkilediğini vurgulayan Dr. Eren, “Bu sebeple, hastalara ve onların bakıcılarına destek olmak, toplumun bir görevi olmalıdır. Toplumsal bilinç ve destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, hastaların ve ailelerinin hayat kalitesini artırmada büyük rol oynayacaktır” ifadelerini kullandı.
Prostat kanserinde hedefe yönelik lutesyum tedavisi umut oluyor
15 Eylül 2024 Pazar - 09:38 Prostat kanserinde hedefe yönelik lutesyum tedavisi umut oluyor 177 PSMA tedavisi, kemoterapi gibi tedavi yöntemlerinden sonuç alamamış hastalar için alternatif olarak öne çıkıyor. Tedavi hakkında bilgi veren Nükleer Tıp Uzmanı Dr. Nesrin Aslan İlkmen, “Sistemik tedavilere dirençli ileri evre prostat kanserli hastalarda, Lutesyum 177 PSMA tedavisi kişiselleştirilmiş ve etkin bir tedavi seçeneği olarak yeni bir açılım ve başarılı sonuçlar getirmiştir” dedi. 15 Eylül Prostat Kanseri Farkındalık Günü kapsamında, Biruni Üniversite Hastanesi’nden iki önemli uzman açıklamalarda bulundu. Üroloji Uzmanı Doç.Dr. Nusret Can Çilesiz, prostat kanserinin erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden biri olduğunu belirterek, hastalığın belirtilerini ve risk faktörlerini anlattı. Nükleer Tıp Uzmanı Dr. Nesrin Aslan İlkmen ise yenilikçi tedavi yöntemi olarak öne çıkan Lutesyum-177 PSMA tedavisi hakkında merak edilenleri yanıtladı. “Genellikle erken evrelerde belirgin semptomlar vermez” Prostat kanserinin belirtilerinden söz eden Doç.Dr. Çilesiz, “Prostat kanseri genellikle erken evrelerde belirgin semptomlar vermez. Ancak ilerleyen evrelerde bazı belirtiler ortaya çıkabilir. İdrar yaparken zorlanma veya zayıf idrar akışı, sık idrara çıkma (özellikle gece), İdrarda kan, menide kan, pelvik bölgede rahatsızlık veya ağrı, kemik ağrıları (kanserin ileri evrelere yayılması durumunda) ortaya çıkar” dedi. “Kırmızı et tüketimini azaltmak riski düşürebilir” Prostat kanserinden korunma yollarını anlatan Doç.Dr. Çilesiz, “Prostat kanserine karşı yüzde 100 koruyucu bir yöntem olmasa da, riski azaltabilecek bazı yaşam tarzı değişiklikleri ve önlemler var. Sağlıklı beslenmemiz gerekir. Antioksidan açısından zengin meyve ve sebzelerle beslenmek, kırmızı et tüketimini azaltmak riski düşürebilir. Egzersiz yapmamız gerekir. Düzenli fiziksel aktivite genel sağlık için faydalıdır ve prostat kanseri riskini azaltabilir. Obezite prostat kanseri riskini artırabilir. Bu nedenle sağlıklı bir kiloda kalmak önemlidir. Özellikle 50 yaşından sonra düzenli PSA (Prostat Spesifik Antijen) testi ve dijital rektal muayenelerle prostatın düzenli olarak kontrol edilmesi erken teşhis için önemlidir. Ailede prostat kanseri öyküsü varsa, bu testlere daha erken yaşlarda başlanabilir” diye konuştu. “Kemoterapi ileri evre prostat kanseri için kullanılır” Tedavi seçenekleriyle ilgili bilgi veren Doç.Dr. Çilesiz, “Prostat kanseri tedavisi, hastalığın evresine, hastanın genel sağlık durumuna ve kanserin ne kadar agresif olduğuna bağlı olarak değişiklik gösterir. Başlıca 5 tedavi seçeneği vardır. Aktif İzlemde düşük riskli kanserlerde, düzenli kontrollerle kanserin ilerleyip ilerlemediği izlenir. Tedavi hemen başlanmaz. Cerrahide, prostatın tamamen çıkarılması (radikal prostatektomi) yaygın bir tedavi yöntemidir. Radyoterapide,kanser hücrelerini yok etmek için yüksek enerjili ışınlar kullanılır. Hormon tedavisinde kanserin büyümesini yavaşlatmak için testosteron seviyeleri düşürülür. Kemoterapi ise ileri evre prostat kanseri için kullanılır” ifadelerini kullandı. “Lutesyum tedavisi karar multidisipliner onkoloji konseyi tarafından verilir” Lutesyum-177 PSMA Tedavisine yönlendirme sürecini anlatan Dr.Nesrin Aslan İlkmen “Hastanın Lutesyum tedavisi için uygun olup olmadığı kararı; cerrahi, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi ve nükleer tıp uzmanlarından oluşan bir konsey tarafından verilir. Öncelikle hastalardan PET/BTtaraması yaptırmaları istenir ve PET/BT sonucunda tedaviye uygun bulgular elde edilir ise Lutesyum tedavisi planlanır. Lutesyum tedavisi 6-8 hafta aralar ile 4-6 kür verilir. bölümlerine başvuru yapılır. Tedavi süresince ve sonrasında yan etkiler izlenir ve düzenli takipler yapılır” dedi. “Kanser hücrelerini yok etmek amaçlanır” Prostat kanserinde kullanılan Lutesyum-177 PSMA tedavisi hakkında konuşan Dr. Nesrin Aslan İlkmen, “Lutesyum-177 PSMA tedavisi, son yıllarda prostat kanseri tedavisinde öne çıkan yenilikçi ve hedefe yönelik bir yöntemdir. Bu tedavi yönteminde, prostat kanseri hücrelerinde yüksek oranda bulunan ve PSMA (prostat spesifik membran antijeni) denilen bir molekül hedef alınır ve bu hedefe bağlanma özelliği olan radyoaktif maddeler ile kanser hücrelerini yok etmek amaçlanır” ifadelerini kullandı. “Hastalar için umut vadeden yeni bir tedavi yöntemidir” Prostat kanserinin erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden biri olduğunu söyleyen Dr. Aslan İlkmen, “Tedavi seçenekleri arasında cerrahi, radyoterapi, hormon tedavisi ve kemoterapiyer alır. Ancak bu tedavilere dirençli veya metastaz yapmış prostat kanseri vakalarında tedavi seçenekleri sınırlı kalabilir. Lutesyum-177 PSMA tedavisi, bu tür hastalar için umut vadeden yeni bir tedavi yöntemidir” diye konuştu. “Damar yolundan hastaya verilir” Lutesyum-177 PSMA tedavisinin nasıl uygulandığını anlatan Dr. Aslan İlkmen, “kanser hücresi yüzeyinde yer alan ve PSMA olarak bilinen hedef moleküle bağlanma özelliği olan,radyoaktif bir izotop ile (Lutesyum 177) işaretli PSMA molekülü damar yolundan hastaya verilir. Lutesyum 177-PSMA gidip kanserli dokuda tutulur ve yaydığı radyasyonun etkisi ile hücreleri yok eder. Sağlıklı hücreler ise bu bağlanmadan etkilenmez” şeklinde konuştu. “Daha az yan etkiye sahiptir” Tedavinin faydalarından söz eden Dr. Aslan İlkmen, Lutesyum-177 PSMA tedavisinin hedefe yönelik bir tedavi olması sebebiyle diğer sistemik tedavi seçeneklerine göre daha az yan etkiye sahip olduğunun ve hastalar tarafından daha iyi tolere edildiğinin’ altını çizdi.
Adana’da hastalar da sakatattan vazgeçmiyor
15 Eylül 2024 Pazar - 09:32 Adana’da hastalar da sakatattan vazgeçmiyor Adana’da kronik hastalar artık içerisinde pirinç olmayan sakatatları tercih ederken İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hilmi Erdem Sümbül, “Sakatatlar gerçekten protein ve yağ açısında, demir ve vitaminler açısından zengin gıdalar. Haftalık 500 gram sakatatı aşmamalıyız. Porsiyonu aşılmayan sakatat yararlı" uyarısında bulundu. Kebabın başkenti olarak bilinen Adana’da sevilen bir diğer lezzet de sakatat. Özellikle gece geç saatlerde aperatif bir yemek türü olarak yoğun ilgi gören sakatat, son dönemlerde şeker hastaları da içerisinde pirinç olmayan, şırdan ve işkembenin doğranmasıyla yapılan ‘Et damar’ sakatatını tercih etmeye başladı. Ancak uzmanlar kolestrol açısından sakatatın fazla tüketilmesinin zararlı olabileceğini belirtiyor. “Sakatatlar protein ve vitamin açısından zengin” Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevli İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hilmi Erdem Sümbül, konuyla ilgili İhlas Haber Ajansı’na konuştu. Doç Dr. Sümbül, “Adana’da çok fazla sakatat tüketimi var. Sakatatlar gerçekten protein ve yağ açısında, demir ve vitaminler açısından zengin gıdalar. Ancak uygun şartlarda saklanmadığı ve tüketilmediğinde ciddi gıda zehirlenmelerine yol açabiliyor” dedi. “Haftalık 500 gram sakatat aşılmamalı” Son dönemlerde artan ‘Et damar’ tüketimine de değinen Doç. Dr. Sümbül, sakatat tüketiminde aşırıya kaçılmaması gerektiğini anlatarak, “Hayvanın işkembe ve şırdanın doğranmasıyla ‘Et damar’ sakatatı üretiliyor. Bakıldığında protein açısından çok zengin. Proteinle birlikte doğmuş yağ da fazla olduğu için kolesterol ataklarına yol açabiliyor. Haftalık 500 gram sakatatı aşmamalısınız. Dikkat edildikten sonra bir problem yok” ifadelerini kullandı. “Sakatattan vazgeçemiyorlar” Kentte uzun yıllardır sakatat ürünleri satan Güngör Güler ise son dönemlerde ‘Et damar’ sakatatın rağbet gördüğünü belirterek, “Et damar sakatatları müşteriler çok beğendi. Fazlasından kaçınmalarını söylüyoruz. Adanalılar sakatattan vazgeçemiyor. Hasta olanlar dahi sakatat tüketiyor. O nedenle içerisinde pirinç olmayan sakatat yoğun bir şekilde satılıyor. Kuzu şırdanına talep çoğaldı. Alttan gelen ürünler şırdanı destekliyor” diye konuştu.
Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklarda obezite riski
15 Eylül 2024 Pazar - 08:37 Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklarda obezite riski Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklarda obezite riskinin oldukça yüksek olduğunu belirten uzmanlar, çocukların okula gitmeden önce mutlaka kahvaltı yapması konusunda uyarıyor. Okula kahvaltı yapmadan giden çocuklarda kan şekerinin düşmesi, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu, okula uyum problemi, davranış bozukluğu, öğrenme zorluğu ve odaklanma problemleri görülebiliyor. Uzmanlar, bu problemlerin yaşanmaması için çocukların okula gitmeden önce dengeli ve doyurucu bir kahvaltı yapmaları konusunda uyarıyor. Kahvaltı alışkanlığının ailede başladığını belirten uzmanlar, sabahları anne, baba ve çocuğun mutlaka kahvaltı sofrasında olmasını tavsiye ediyor. "Çocukların şekeri düşebiliyor, odaklanma problemleri olabiliyor" Büyüme, gelişme çağındaki çocukların yaptıkları en önemli öğünlerden birinin kahvaltı öğünü olduğunu belirten Medicana Konya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uzm. Dyt. Beyza Vural Öten, “Kahvaltı öğününü geciktirmeden ne kadar erken sürede yapılırsa bizim için o kadar iyi. Kilo alamayan çocuklar, büyüme gelişimi olan çocuklar kahvaltıyı aksatmadan saatini geciktirmeden tam zamanında yapmalılar. Çünkü gece boyunca 10-12 saatlik bir uyku süresi, sonrasında yaptıkları ilk öğün de kahvaltı öğünü oluyor. Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklarda dikkat eksikliği, konsantrasyon, okula uyum ve davranış problemleri, öğrenme zorluğu görülebiliyor. Çocukların şekeri düşebiliyor, odaklanma problemleri olabiliyor. Dolayısıyla kan şekeri regülasyonu sağlaması için, enerji verebilmesi için ilk enerji kaynağını kahvaltıdan almaları çok çok önemli” dedi. "İştah açısından çocuğa çeşitli seçenekler sunmak önemli" Kahvaltı yapılmasından çok içeriğinin de önemli olduğunu belirten Uzm. Dyt. Beyza Vural Öten, “Kahvaltıda olacak besin öğelerinin içeriği birbiriyle uyumlu olmalı. Çocuklar için besleyici olmalı. Mutlaka protein kaynağı olan yumurta, peynir, süt ürünleri konulmalı. Çünkü proteinler hem kas ve dokuların onarılmasını hem gelişimi hem de tokluk vermesi açısından çocukların beslenmesinde olması gerekiyor. Mutlaka her gün bir yumurta, yumurtayı çeşitlendirebiliriz, haşlanmış olmak zorunda değil omlet olabilir, sebzeli muffinler, kekler yapılabilir, sağlıklı pankekler, krepler yapılabilir. İştah açısından çocuğa çeşitli seçenekler sunmak önemli. Mutlaka vitamin, mineral kaynağı olan ve posa içeriği olan, bağırsak ve sindirim sistemini de hareketlendiren, antioksidan kaynağı olan meyve ve sebzeler olmalı. Yine tok tutacak sağlıklı yağlar, zeytin, ceviz, fındık, badem, avakado, tahin gibi sağlıklı yağlara yer vermeliyiz. Buna ek enerji kaynağı olması açısından karbonhidratlar, tahıllı ekmekler, çavdar ekmekleri, yulaf gibi kompleks tahılları da tercih etmeliyiz” şeklinde konuştu. "İlk öğünde nasıl bir besin tercih ederseniz günün sonunda aynı şekilde devam edebiliyor" Kahvaltı yapmadan okula giden çocuklarda obezite riski ve metabolik sendrom riskinin çok daha yüksek olduğunu ifade eden Uzm. Dyt. Beyza Vural Öten, “İnsülin direnci, tansiyon problemleri, lipid profilleri üzerindeki değişiklik daha fazla görülebiliyor. Çünkü kahvaltı yapmadan okula giden çocuklar okulda sağlıksız seçeneklerle karşılaştığı için hazır gıdalara yönelebiliyor ve ilk öğünde nasıl bir besin tercih ederseniz günün sonunda aynı şekilde devam edebiliyor. O yüzden diyetin çeşitliliğini ve gidişatını da kahvaltı öğünü belirliyor diyebiliriz” ifadelerini kullandı. "Kahvaltı mutlaka ailenin de çocuğun da alışkanlıkları arasında olmalıdır" Kahvaltısız okula gidildiği zaman okuldaki sağlıksız seçeneklerin çocukların seçeneği olduğunu kaydeden Beyza Vural Öten, “Burada çok yağlı ve basit karbonhidrattan oluşan açma, börek, poğaça gibi seçenekler ellerinin altında çok kolayca bulunabiliyor. Bunları tükettikleri zaman obezite, karaciğer yağlanması, çeşitli kalp damar hastalıkları, diyabet gibi sağlık problemlerine yol açabilir. Bunların tüketilmesinden çok eğer evde kahvaltı yapmaya vakit yoksa da mutlaka sağlıklı kahvaltı alternatiflerinin aileler tarafından çantalarına koyulmasını öneriyorum. Tabii çocuklar için en önemli şeylerden bir tanesi sözel uyarılardan çok davranışsal durumlar yani ailenin kahvaltı yapıyor olup olmaması çocuğun seçimlerini belirliyor. Kahvaltı mutlaka ailenin de çocuğun da alışkanlıkları arasında olmalıdır” diye konuştu.