GÜNDEM - 27 Aralık 2025 Cumartesi 12:29

Prof. Dr. Köylü: "Taşıyıcı annelik, nesebi belirsiz bir gelecek doğurur"

A
A
A

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Köylü, taşıyıcı annelik uygulamalarının yaygınlaşması halinde gelecekte nesebi(soyu) belli olmayan kuşaklarla karşı karşıya kalınacağını belirterek, aile yapısı ve çocuk yetiştirme anlayışının toplumun geleceğini doğrudan etkilediğini söyledi.

Bir çocuğun nasıl yetiştirildiğinin sadece bireysel değil, toplumsal sonuçlar doğurduğunu vurgulayan Köylü, "Aynı çocuk, doğru bir eğitim ve aile ortamıyla devlet başkanı da olabilir, yanlış bir yetiştirmeyle bebek katiline de dönüşebilir. Bu yüzden çocuk yetiştirme meselesi sıradan bir konu değildir" dedi.

Aile içi bağların zayıflamasının uzun vadeli sonuçlarına dikkat çeken Prof. Dr. Köylü, küçük yaşta aileden koparılan çocukların ileride ebeveynleriyle duygusal bağ kurmakta zorlandığını ifade ederek, "Çocuğunuzu sürekli kreşe bırakır, aile sıcaklığından uzak büyütürseniz, yaşlandığınızda o çocuk da sizi huzurevine bırakmayı doğal görür" değerlendirmesinde bulundu.

Aile Yılı

OMÜ’nün Aile Yılı etkinliğinde konuşan Prof. Dr. Mustafa Köylü, "Aile kavramını ve evliliği anlamsızlaştırma projeleri var. Evlilik sanki bir tutsaklık hali, bekârlık özgürlük hali gibi toplumda bir algı oluşturuluyor. Evlilik dışı birlikte yaşam dediğimizde Türkiye’de oranı tam olarak bilmiyoruz. ABD ve Kanada’da bu oran yüzde 50, Avustralya’da yüzde 75 oranında. Dünya neden bu kadar karıştı? Boşanma oranlarının artması bizde de ciddi bir sorun olmaya başladı. Boşanma oranı her sene yüzde 10 artarak devam ediyor. 2024 yılında 187 binden fazla çift boşandı. Dinimiz bir yere kadar boşanmaya müsaade etmiştir. Gerekli ya da zorunlu da olabilir. Bu ameliyata benzer. Kimse durduk yere bir yerini kestirmek istemez, zorunda kalırsanız ameliyat olursunuz ama bunu çok sıradan bir hale getirirseniz o zaman daha çok koruma evleriyle uğraşır dururuz. Boşanma sadece erkekle kadının ayrılma meselesi değildir. Hem ebeveynler hem de çocuklar üzerinde olumsuz etkileri vardır. Çocukların bu süreçte doğrudan bir sorumluluğu yok. Böyle bir durum sonrası travmatik tepkiler, suçluluk duygusu, akademik düşüş ve birçok başka travmanın etkisinde kalırlar. Bizim toplumumuzda sosyal destek denilen anneanne ve babaanne bu boşluğu doldurmaya çalışsa da bir anne ya da babanın yokluğunu kimse karşılayamaz" diye konuştu.

"Çocuğunuzu kreşe götürürseniz, o çocuk da ileride yaşlandığınızda sizi huzurevine götürür"

Küçük yaşlardaki çocukların kreşlere bırakılmasını değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Köylü, şöyle devam etti:

"Kadınların çalışmasına bir şey demiyorum ama en azından 6 yaşına kadar çocuklarına baksınlar. Bir anne sevgisinin yerini ne doldurabilir? Anne sütünün yerine şimdiye kadar bir gıda üretilebildi mi? Hayır. Fiziki ve biyolojik anlamda anne sütü ne kadar önemliyse, duygusal anlamda da annenin sevgisini hiçbir şeyin tutması asla mümkün değil. Doğurganlık oranlarının düşmesi maalesef gelecekte ciddi bir sorun. Bundan sonra ülkemizin bir daha 85 milyonu görme şansı yok. Ciddi sorunlarımızdan biri de gittikçe yaşlanan bir toplum haline gelmemiz. Toplumda şöyle bir denge var: Eğer siz çocuğunuzu sabahleyin elinden tutup kreşe götürürseniz, o çocuk da ileride yaşlandığınızda elinizden tutup sizi huzurevine götürür. Toplumda gerçekten de kreşlerle huzurevlerinin artışı birbirine paralel ilerliyor."

"Taşıyıcı annelik denilen model ile gelecekte nesebi kime ait belli olmayan bir nesille karşılaşacağız"

Bazı çocuk edinme yollarının dini anlamda sakıncalı olabileceğini ifade eden Prof. Dr. Köylü, "Gelecekte gayrimeşru çocuk edinme yolları dediğimiz tuhaf gelişmeler yaşanıyor. ’Taşıyıcı annelik’ dediğimiz bir model gelişiyor ki, artık gelecekte bu çocukların dini anlamda da mezhebi ya da nesebi kime ait belli olmayacak. Bu durumlardan daha az etkilenerek nasıl çocuk eğitimi yapmamız gerekiyor? Çocuk eğitiminde nelere dikkat etmeliyiz? İnsan karakterinin yüzde 90’ı 0-6 yaş arasında şekillenir. Dolayısıyla bu yaş grubundaki çocuklarımıza ne kazandırabilirsek o kadar önemli. Kadının çalışmasına karşı değilim, bunu asla tartışmaya bile açmam. Ancak annesinden, babasından uzak ya da yeterli sevgi ve ilgiyi göremeyen bir çocuğun kişiliğinin nasıl gelişeceği ortadadır. Aile, bir toplumun kimliğini taşıyan ve aktaran bir kurumdur. Ailenin alternatifi yoktur. Ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmeler elbette önemlidir ama en önemlisi güçlü bir aile yapısına sahip olmamızdır" şeklinde konuştu.

"Bir çocuk yetiştirme şekline göre devlet başkanı da olabilir, bebek katili de"

Çocukların yetiştirilme biçiminin gelecekteki karakterleriyle doğru orantılı olduğunu vurgulayan Köylü, "Mesele çocuğun dünyaya gelmesi değil, nasıl yetiştirildiğidir. Bir çocuk bir şekilde büyür ama ideal anlamda yetiştirilmesi büyük önem taşır. Siz iyi bir çocuk yetiştirirseniz bu kişi bir devlet başkanı da olabilir, ihmal edilirse bir bebek katili de olabilir. Çocuk, dünyanın en büyük nimeti olduğu kadar en büyük sorumluluğudur. Çocuk eğitiminde en önemli şart, ailede mutlu ve huzurlu bir ortam oluşturmaktır. Bu ortam yoksa iyi bir çocuk yetiştirme şansımız da yoktur. Anne psikiyatrist, baba psikolog olsa bile mutlu ve huzurlu değillerse bu mümkün değildir" ifadelerini kullandı.

"Evli erkek ve kadının gözü dışarıda olmayacak"

Mutlu evliliğin sırlarından da bahseden Prof. Dr. Köylü, şunları söyledi:

"Soru şu: Mutlu ve huzurlu bir ailenin özellikleri nelerdir? Birinci şart sadakattir. Erkek ve kadının gözü dışarıda olmayacak. Evlenmişsen eşin odur. Bu hem kadın hem erkek için geçerlidir. Nikâhta ne diyoruz? ’İyi günde, kötü günde; sağlıkta, hastalıkta; gençlikte, yaşlılıkta...’ Bunu canı gönülden benimsemek gerekir. İkincisi zaman birlikteliğidir. Ömrümüzü kitap ve makale yazarak geçirdik ama tekrar dünyaya gelsem eşimle ve çocuklarımla daha çok zaman geçirirdim. Zaman akıp gidiyor ve bir daha çocukluk dönemine dönme şansımız olmuyor. Çocuklar 10-12 yaşına geldiğinde zaten sizinle aralarına mesafe koyuyorlar."

Erdi Demir

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Diyarbakır DTSO Başkanı Kaya: "Bu mesele sosyolojisi, ekonomisi ve siyaseti olan bir sorundur" Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya, "Doğu Sorunu: Teşhisler ve Tespitler" raporunun 30. yılı dolayısıyla düzenlenen panelde yaptığı açıklamada, "Bu mesele sosyolojisi, ekonomisi ve siyaseti olan bir sorundur" dedi. DTSO ile Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı (DİTAV) tarafından, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) öncülüğünde 1995 yılında hazırlanan "Doğu Sorunu: Teşhisler ve Tespitler" raporunun 30. yılı dolayısıyla düzenlenen "30. Yılında Doğu Raporu’ndan Bugüne" başlıklı panelde konuşan Kaya, raporun hazırlandığı dönemin koşullarına dikkati çekti. Kaya, 1990’lı yıllarda Kürt sorununun tamamen bir güvenlik ve terör meselesi olarak ele alındığını hatırlatarak, "Faili meçhullerin yaşandığı, güvenlikçi politikaların hakim olduğu bir dönemde, TOBB’un böyle bir çalışmayı gündemine alması önemli ve cesur bir adımdı" dedi. Raporun, sorunun yalnızca güvenlik başlığı altında ele alınamayacağını ortaya koyduğunu vurgulayan Kaya, "Bu mesele sosyolojisi, ekonomisi ve siyaseti olan bir sorundur. Bu çerçeve oluşturulmadan çözüm mümkün değildir" ifadesini kullandı. Bölgesel kalkınma politikalarına da değinen Kaya, yatırım teşviklerinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin yeterince faydalanamadığını belirtti. Kaya, "Bölgesel kalkınma amacıyla uygulanan teşviklerden bölgenin yararlanma oranı yüzde 5’ler düzeyindeyken, Batı illerinde bu oran yüzde 65’lere ulaşıyor" diye konuştu. Eğitim ve temel tüketim harcamalarında da ciddi farklar bulunduğunu ifade eden Kaya, "Batı ile aramızda eğitim harcamalarında 26 kata, gıda harcamalarında ise 22 kata varan farklar var. Bu tablo, güvenlik merkezli bakış açısının bir sonucudur" değerlendirmesinde bulundu. "Diyalog ve müzakere önemlidir" Türkiye’de son dönemde Kürt sorununun çözümüne yönelik bir diyalog sürecinin konuşulduğunu dile getiren Kaya, bu sürecin önemine vurgu yaptı. Kaya, "İsmi ne olursa olsun, bugün diyalog ve müzakerenin konuşuluyor olması önemlidir. Ancak hala farklı bakış açılarına alan açmakta zorlanıyoruz" dedi.
İstanbul Futbolda şike kumpası soruşturmasında 4 şüphelinin savcılık ifadeleri ortaya çıktı FETÖ’nün ’futbolda şike’ soruşturmasında kumpas kurduğu iddialarına yönelik yürütülen soruşturma kapsamında Lütfi Arıboğan, Ahmet Gülüm, İlhan Helvacı ve Ebru Köksal’ın savcılık ifadeleri ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, kamuoyunda ’2011 yılında futbolda şike soruşturması’ şeklinde bilinen, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün eski Başkanı Aziz Yıldırım da olmak üzere spor camiasından birçok kişinin hedef alındığı, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu bir kısım eski kamu görevlilerince usulsüz şekilde yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili yürütülen soruşturma sürüyor. Soruşturma kapsamında şüpheliler Lütfi Arıboğan, Ahmet Gülüm, İlhan Helvacı ve Ebru Köksal’ın savcılığa verdiği ifade ortaya çıktı. "Benim bulunduğum dönem içerisinde herhangi bir olağandışı işlem görmedim" Şüpheli Ebru Köksal ifadesinde, 1 Aralık 2011 tarihi itibariyle TFF genel sekreteri olarak göreve başladığını ve daha önce Galatasaray Spor Kulübü’nde bazı görevlerinin olduğunu söyledi. Köksal, "Ben zaten Galatasaray Spor Kulübü’nden geldim ve bunu saklamadım. TFF’deki görevimi profesyonel bir şekilde yürüttüm. Mehmet Baransu’yu tanımıyorum. Benim bulunduğum dönem içerisinde yapılan iş ve işlemlerde herhangi bir olağandışı işlem görmedim. Herşey kurallarına göre gerçekleştirildi. Federasyon içerisinde FETÖ mensubu şahıslar olduğuna dair herhangi bir bilgim olmadı. Görev yaptığım süre boyunca olağandışı herhangi bir işleme şahit olmadım. Lütfi Arıboğan ile iletişimim kısıtlıydı" dedi. "Ortalık adeta yangın yeriydi" Şüpheli İlhan Helvacı ifadesinde şike soruşturmaları sürecinde TFF’de hukuk kurulu başkanı olarak görev yaptığını belirterek, "Benim Mehmet Baransu ya da başka bir gazeteci ile hukuka aykırı herhangi bir mail gönderimim ya da almam söz konusu değildir. 3 Temmuz 2011 günü şike soruşturması başladığı haberini aldıktan sonra neredeyse her gün bu meseleyi konuşuyorduk. Ortalık adeta yangın yeriydi. Birçok fikir ortaya atıldı ancak biz hukuk ekibi olarak masumiyet karinesini baz alarak soruşturma gizlidir, biz ifade alamayız, dolayısıyla da PFDK’ya sevki yapamayız dedik. Ben görevde olduğum sürece FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca herhangi bir şekilde hukuka aykırı işlem tesis edilmesi adı altında yönlendirmeye şahit olmadım. Federasyondaki görevlerim federasyon mevzuatını FİFA mevzuatına uyumlu haline getirilmesi ve federasyonun sözleşmelerini dikkatli ve özenli bir şekilde hazırlanması noktasına yoğunlaşmıştı. Zaten haftada 1 ya da 2 yarım gün giderek sürdürdüğüm bir görevdi. Günlük rutin işlerin ve idari işlerin içerisinde yer almadım" diye konuştu. "Türk futbolunu korumak zorundaydık" Şüpheli Lütfi Arıboğan ifadesinde, mail içeriklerinin Şekip Mosturoğlu’na kim tarafından ve neden gönderildiğini bilmediğini söyleyerek, "3 Temmuz süreci başladıktan sonra Ağustos ayı içerisinde UEFA’dan bir yazı TFF’ye geldi. Bu yazıda Fenerbahçe’nin şampiyonlar liginden çekilmesini, bu kararı bizzat Fenerbahçe’nin almasını, Fenerbahçe almazsa TFF’nin bu kararı almasını, aksi halde milli takımlar ve kulüpler düzeyinde Türk futboluna ağır yaptırımların geleceğini, bir iki paragrafta da daha önce uyguladıkları ülkelerden örnek vererek gösterdiklerini gördük. Bunun üzerine Fenerbahçe Spor Kulübü’nden yöneticilerini çağırdık. Ali Koç ve Nihat Özdemir geldiler. Kendilerine gösterdik. Bu kararı alacağını söyleyip gittiler. Daha sonra Fenerbahçe böyle bir karar almadı. Daha sonra biz TFF olarak bu kararı aldık. Türk futbolunu korumak zorundaydık" şeklinde konuştu. Arıboğan, "O günlerde emniyet müdürlüğü birkaç günde bir gözaltına alınan ve serbest bırakılan kişileri yayınlıyordu. Emniyetin gönderdiği kurumlardan bir tanesi de TFF’dir. Mehmet Baransu isimli kişi o dönem ’Telegol’ isimli programda yorumcuydu ve TFF Başkanımız Mehmet Ali Aydınlar o programa telefonla katılmıştı. O gün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce yayınlanan gözaltı listesinde 90 kişinin gözaltına alındığını ifade etmişlerdi ancak 60 kişinin gözaltına alındığı belirlenmişti. Başkan Aydınlar’ın ricasıyla ben de doğru listeyi Mehmet Baransu’ya atmıştım. Bu liste İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından TFF’ye gönderilmişti. O dönem emniyet şike soruşturmasında yaptığı adli işlemler bizi de ilgilendiriyordu" ifadelerini kullandı. "15 yıldır bu gibi iftiralarla karşılaşıyorum" İfadesinde federasyonun yargılama süreci başlamadan istifa ettiklerini söyleyen Arıboğan, "Mehmet Baransu ile ilgili herhangi bir hukukum bulunmamaktadır. Bu şahsın ya da başka bir şahsın o dönem TFF ve kurulları tarafından şike iddiaları ile ilgili yürütmüş olduğu soruşturmalara herhangi bir tesiri bulunmamıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün o dönem TFF’ye herhangi bir yönlendirmesi olmamıştır. Bu soruşturmalar tamamen o dönem TFF’de görevli ve yetkili hukukçular tarafından usullere uygun gerçekleştirilmiştir. Soruşturmanın gizliliğine herhangi bir şekilde ne ben ne de TFF ihlal etmemiştir. Bana sormuş olduğunuz bilgi ve belgeler gazetelerde de dolaşıyordu. Biz bunları gizlilik kararı kaldırıldıktan sonra öğrendik. Kariyerim boyunca milli sporculuk yaptım. 243 defa milli formayı giymiş milli basketbolcuyum. Sonrasında üst düzey spor yöneticiliği yaptım. Sporculuğum, yöneticiliğim ve iş adamı olduğum her anda kanundan nizamdan hiç ayrılmadım. 15 yıldır bu gibi benzer iftiralarla karşılaşıyorum. Yapım gereği hiçbir örgütün üyesi olmam, kimsenin kontrolü altına girmem mümkün değildir" dedi. "Şike soruşturmaları ile ilgili televizyonumda bir kelime bile geçmemiştir" Şüpheli Ahmet Gülüm ise TFF’de herhangi bir görevinin olmadığını belirterek, "Söz konusu maili hatırladım. Bu mail içeriğinde yer alan Aziz Yıldırım’ın ifade tutanağı Lütfi Arıboğan tarafından bana gönderilmiştir. Ben de buna karşılık ’çok yazık....mide bulandırıcı ve üzücü’ şeklinde mesaj yazmıştım. Söz konusu belgeyi ben istemedim, Lütfi Arıboğan kendisi bana göndermiş, göndermesinin sebebi de neler oluyor göreyim diyedir. Lütfi Arıboğan’ın FETÖ terör örgütü ile irtibatını bilmiyorum. Kendisi sporcudur. Bu işlerle alakalı olmadığını düşünüyorum. Soruşturmanın gizliliğini ihlal etmedim, şike soruşturmalarına dahil olan kamu görevlilerinden bana herhangi bir evrak gelmedi, bana sormuş olduğunuz belge o dönem her yerde dolaşan bir evraktı, çok daha başka belgeler de vardı. Benim konu ile alakam yoktur. Ülkesi için çalışan spor insanıyım. 15 yıldır ’Sports TV’ kanalının sahibiyim. Bütün Türkiye’ye açık bir kanaldır. Hiçbir zaman şike soruşturmaları ile ilgili televizyonumda bir kelime bile geçmemiştir" ifadelerini kullandı.