Yerel Haberler
İstanbul
22 Eylül 2024 Pazar - 01:12 İbrahim Hatipoğlu: "Kadıköy’de bu akşam kepenk indirttik" Galatasaray Yönetim Kurulu Muhasip Üyesi İbrahim Hatipoğlu, 3-1 kazandıkları Fenerbahçe derbisinin ardından yaptığı açıklamada, “Son maçta kendi sahamızda biliyorsunuz maç bittikten sonra sahaya çıkıp boş tribünlerde sevinenler, bizim seyircimiz varken sahaya girmememiz için kapı yerine sahanın girişine kepenk yaptırmış. Biz Kadıköy’de bu akşam kepenk indirttik” dedi. Trendyol Süper Lig’in 6. haftasında oynanan derbide Galatasaray, deplasmanda Fenerbahçe’yi 3-1’lik skorla mağlup ederek ligde 6’da 6 yaptı. Karşılaşmanın ardından Galatasaray Yönetim Kurulu Muhasip Üyesi İbrahim Hatipoğlu, takım otobüsünde GS TV’ye açıklamalarda bulundu. Galibiyetten ötürü mutlu olduklarını dile getiren Hatipoğlu, "Çok güzel bir galibiyet aldık. Beşte beş ile geldik. Altıda altı ile dönmek istiyorduk. Bunu başardığımız için çok mutluyuz. Başta hocamız Okan Buruk’a, teknik ekibe, oyuncularımıza, taraftarımıza çok teşekkür ediyoruz. Olağanüstü bir mücadele sergiledik. Hakkımızla, anamızın hak sütü gibi helal bir galibiyetle Kadıköy’den dönüyoruz" şeklinde konuştu. “Bir koridorda insanlığa yakışmayacak şekilde taraftarımız stada alındı” Taraftarların deplasman tribününe girişlerinde bazı sorunlar yaşandığını söyleyen İbrahim Hatipoğlu, "Takım olarak çok güzel geldik. Güzel gittik. İstanbul Emniyeti’ne teşekkür etmek istiyorum. Takımımızı son derece iyi karşıladılar. Saha içinde de tedbirleri almışlardı. Dönerken de hiçbir sorunla karşılaşmadık. Maalesef aynı şeyleri deplasman seyircimiz için söyleyemeyeceğim. Stada girişte, bir koridorda insanlığa yakışmayacak şekilde taraftarımız stada alındı. Bayılanlar, fenalık geçirenler oldu. Başkaları yaptığı zaman şikayet edenlerin daha kötüsünü statlarında yapmaları gerçekten üzüntü verici. Samimi olmadıklarını gösteriyor" ifadelerini kullandı. “Bir kadına su şişesi fırlatarak hoşgörüsüz davranmalarını üzüntüyle karşılıyoruz” Protokolde galibiyet fotoğrafları çekildikleri esnada kendilerine doğru su şişesi fırlatıldığını belirten Hatipoğlu, "Bugün bir konu da protokol tribününde yaşandı. Yöneticiler olarak galibiyetimizin verdiği gururla fotoğraf çektirirken Fenerbahçe yöneticilerinden sular gönderilmeye başlandı. Maalesef bir kadın yöneticimize, Ece Bora’ya su şişesi isabet etti. Bir kadına su şişesi fırlatarak bu kadar hoşgörüsüz davranmalarını üzüntüyle karşılıyoruz. Kendilerini kınıyoruz. Bunların yaşanmaması lazım" diye konuştu. İbrahim Hatipoğlu son olarak, "Son maçta kendi sahamızda biliyorsunuz maç bittikten sonra sahaya çıkıp boş tribünlerde sevinenler, bizim seyircimiz varken sahaya girmememiz için kapı yerine sahanın girişine kepenk yaptırmış. Biz Kadıköy’de bu akşam kepenk indirttik. Bu akşam galibiyetimizi soyunma odasında doyasıya kutladık. O kepengi indirmiş olmanın mutluluğuyla da dönüyoruz" diyerek sözlerini tamamladı.
Pendik’te İsrail’i boykot pankartı asan işletmeye İBB ceza kesti
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:48 Pendik’te İsrail’i boykot pankartı asan işletmeye İBB ceza kesti Pendik’te, Filistin’e destek amacıyla binasına “Bu işletmede boykot ürünleri kullanılmamaktadır” yazan bir işletmeye İBB tarafından para cezası kesildi. Olay, sosyal medyada ve basında yer aldıktan sonra tepki topladı. Ceza kesilen işletmenin ortağı Ferhat Sevgi, “Biz bunu ortağım Mesut Bey ile beraber şeref madalyası olarak göğsümüzde taşıyacağız” dedi. İstanbul’un Pendik ilçesinde bulunan ‘The Churros Kaffe’ adlı yeme içme mekanının yetkilileri, mekanın bulunduğu 5 katlı binaya yaklaşık 2 ay önce, İsrail’in soykırım yaptığı Filistin’e destek olmak amacıyla ‘Bu işletmede boykot ürünleri kullanılmamaktadır. Katil İsrail’ yazan bir pankart astı. İddiaya göre, dün işletmeye gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri, pankart ile ilgili şikayet aldıklarını belirterek Kabahatler Kanunu’nun 42/1 (Meydanlara veya parklara, cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait duvar veya alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ve ilân asmak) maddesi gerekçe gösterilerek 2 bin 52 TL’lik cezai işlem uyguladı. İşletme sahibi olan iki ortak Ferhat Sevgi ve Mesut Çelik, kesilen ceza karşısında şaşırdıklarını ifade etti. Sevgi ve Çelik, mekanı 5 yıllığına bir şahıstan kiraladıklarını ve haklarının kendilerinde olduğunu, kamu binası olmadığını, çevredeki diğer binaların da hakkını gasp etmediklerini belirtti. “Türlü türlü pankartlar astık ama hiçbir cezayla karşı karşıya kalmadık” İşletme ortağı Ferhat Sevgi, “Biz 6-7 Ekim olaylarından beri kendi evimizde bu boykotu uyguluyorduk. Ortağımla beraber bunu işletmemize de uygulama kararını ikiye ay önce aldık. 2 aydır o pankart yukarıda asılı duruyor. Hatta o pankarttan önce açıldığımızdan beri türlü türlü pankartlar astık. Ama hiçbir cezayla karşı karşıya kalmadık. Gelen zabıta birimindeki arkadaşlar şikayet üzerine geldiklerini söylediler. Kesmiş oldukları ceza makbuzunda da kabahat kısmında fotoğraf yazıyordu. Fotoğraftan kastı eğer pankarttaki Filistin bayrak renklerindeki yumruk ise, bu bir fotoğraf değil, bu bir sosyal sorumluluk projesi. 2 ay önce astığımız pankarta dün gelip ceza kestiler. 64 bin liradan kapıyı açmışlar 15 bin liraya inmişler en son uyarı cezası mahiyetinde 2 bin 52 lira rakamda ceza kesmişler. Kabahatler Kanununa göre izinsiz afiş asmak gibi bir maddeden bahsediliyor, kamusal alandan bahsediliyor. Kaldı ki bu 5 katlı bina bize ait. Astığımız yer sadece bizim binamızı çevreleyen bir alan, başkalarının hakkına da tecavüz etme gibi bir durum söz konusu değil. Bu bina 5 yıllığına şahıstan kiralanmış hakları bize ait olan bir bina. Normalde bir tedarik firmasıyız üst katlarımızda ofislerimiz var alt 2 katında da tatlı ve içecek konseptinde bir kafe olarak ayrıştırdık. Burada kamuya dair bir kiralama yok” dedi. “O kadar çok sessiz çoğunlukmuşuz ki” Kendilerine gelen destek üzerine konuşan Sevgi, “‘Her yer boykot ürünü ama insanlarda bir bilinçsizlik hakim’ diye bir umutsuzluk olur ya hani insanlarda, o kadar çok sessiz çoğunlukmuşuz ki ben onu anladım. Şairin dediği gibi ‘Biz kısık sesleriz.’ Şanlıurfa’dan Tokat’tan aradılar, sabaha kadar benim telefonum susmadı. Tebrik mesajları aramaları oldu. Kimisi ‘IBAN gönderin biz size parayı gönderelim’ dediler ama bizim derdimiz para değil. Ortada bir zulüm var, bu zulme karşı bir duruş sergilenmiş, bu sergilenen duruşa karşı da gafil bir şekilde bir ceza uygulanmış. Tepkiler çok güzel. Sosyal medyada da zaten çoğu platformda yayınlanmış. O sessiz çoğunluk dediğimiz kişilerde çok ciddi bir açlık, susuzluk var. Sanki ‘Birisi çıksa da sesimizi duyursa bağırsa da biz de onun yanında yer alsak’ gibi. Şu an mesela gelenlerin çoğunu tanımıyorum. Yoldan geçerken ‘Burası mıymış’ deyip uğrayanlar oluyor. Tepkiler çok olumlu” diye konuştu. Cezaya karşı dava açmayacaklarını ve cezayı ödeyeceklerini belirten Sevgi, “Biz bu cezayı ödeyeceğiz. Bununla alakalı mahkemeye gitmeyeceğiz. İnşallah hatalarının farkına varırlar ve ‘yanlış bir uygulama yaptık’ diye özür dilerler. Bizden de değil gerçi milletten özür dilesinler. Biz burada sosyal sorumluluk projesi yaptık ve birçok insan bu dükkana geldi, gelmeye devam ediyor. Biz bunu ortağım Mesut Bey ile beraber şeref madalyası olarak göğsümüzde taşıyacağız” dedi. Olayın duyulmasının ardından kimi vatandaşlar, hem boykota destek için hem de ceza kesilen işletmeye destek için mekana gelmeye başladı. Dükkana Filistin atkısıyla gelen Ebru Aydın, “Arkadaşlarımızla beraber Tuzla’dan buraya destek amaçlı geldik. Cesaretlerinden ötürü kendilerine çok teşekkür ediyorum. Her zaman arkalarında olduğumuzu bildirmek için temsilen buradayız. Elimizden geleni de yapacağız inşallah. Bu zamana kadar hiç böyle bir ceza duymadık” dedi.
Garanti BBVA Emeklilik, müşterilerini Sağlıklı Yaşa Festivali’nde buluşturuyor
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:36 Garanti BBVA Emeklilik, müşterilerini Sağlıklı Yaşa Festivali’nde buluşturuyor Garanti BBVA Emeklilik, İstanbul’un tarihi binalarından Salt Galata’da, Live to Bloom ve Studio Plus iş birliğiyle müşterilerine özel “Sağlıklı Yaşa” festivali düzenliyor. Garanti BBVA Emeklilik, 21 Eylül tarihinde İstanbul’un tarihi binalarından Salt Galata’nın güzel atmosferinde, Live to Bloom ve Studio Plus iş birliğiyle müşterilerine özel “Sağlıklı Yaşa” festivali düzenliyor. Festivalde, alanında uzman eğitmenler çeşitli atölyeler ve sohbetler düzenleyerek müşterileri sağlıklı yaşam konusunda bilgilendirecek. "Keşfet, İlham Al, Paylaş!" ana temasıyla gerçekleşecek festivalde katılımcılar, deneyim köşelerinde yoga, meditasyon, sanat ve aromaterapi gibi birçok farklı konuda düzenlenen atölyelere katılabilecek. Günlük hayatına iyi yaşam rutinleri katmak isteyenler bu atölyelerde gerekli ipuçlarına ulaşabilecek. Program boyunca farklı uzmanlık alanlarına sahip konukların sağlıklı beslenme, egzersiz, mindfulness ve iyi yaşam pratiğiyle ilgili sohbetlerine eşlik edebilecek misafirler, konularla ilgili akıllarındaki soruları sorma imkanı bulabilecek. Gün boyunca katılımcılara sağlıklı atıştırmalık ve çeşitli ikramların sunulacağı bu festivale, Garanti BBVA Emeklilik müşterisi olan ve kayıt yaptıran herkes katılabilecek. Alanında uzman eğitmenler ile çeşitli seanslar ve atölyeler düzenlenecek 09.15-10.00 Psikolog ve Mindfulness Eğitmeni Gözde Tutanç ile Qi Gong 10.15-11.00 Yoga & Ayurveda Eğitmeni ve Mindfulness Koçu Meltem Fakabasmaz ile Yoga ve Nefes Çalışması 11.15-12.00 Yoga Eğitmeni & Yazar Zeyneb Uras ile Yaşam Yogam 12.15-13.00 Aslı San Bilgin ile Topraklanma ve Aromaterapi Atölyesi 13.15-14.00 Betül Avcı ile Yüz Yogası 14.15-15.00 Aromaterapist Simge Kamacı ile Aromaterapik Parfüm Atölyesi 15.15-16.00 Sanatçı ve Yazar Gökçe İrten ile Sanat Atölyesi 16.15-17.00 Müzisyen ve Bütünsel Ses Şifası Uygulayıcısı Suzin Akalan Maçaro ile Ses Meditasyonu İyi yaşam pratiklerine dair sohbetler edilecek 11.00-11.15 Açılış Konuşması 12.15-13.00 İyi Oluş Hayatın Her Adımında - Beslenme Uzmanı Diyetisyen Dilara Koçak, Ultramaraton Yüzücüsü Yasemin Altıntaş ve Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksoy 14.15-15.00 Bedenine & Zihnine İyi Bak - İlker Çağlayan Yapılan açıklamaya göre, 2022 yılında yenilenen iyi yaşam platformu Sağlıklı Yaşa, Garanti BBVA Emeklilik müşterilerinin sevdiklerine ve kendilerine bugünden iyi bakmaları, hayatı dolu dolu ve sağlıklı yaşamaları için ayrıcalıklı bir dünya sunuyor. Sağlıklı Yaşa dünyasında on binlerce kişi yogadan sağlıklı beslenmeye, meditasyondan çocuk atölyelerine, kültür turlarından el sanatlarına birçok farklı alandaki etkinliklerden ücretsiz veya avantajlı şekilde yararlanabiliyor ve sağlıklı yaşamı destekleyen çeşitli markalardan indirimli olarak faydalanabiliyor. Sağlıklı Yaşa Festivali’ne katılmak isteyenler için 12 Eylül’de mobilden kayıt alınmaya başlandı. Festival ve kayıt süreci ile ilgili detaylara garantibbvaemeklilik.com.tr’den ulaşılabilecek.
Müzisyen Umut Emre Aytekin’in öldürülmesine ilişkin sanıklar hakim karşısında
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:30 Müzisyen Umut Emre Aytekin’in öldürülmesine ilişkin sanıklar hakim karşısında Güngören’de Şubat ayında bir restoranda Umut Emre Aytekin’i darp ederek öldüren 2 sanığın yargılanmasına başlandı. Duruşmada savunma yapan sanık hakim karşısına çıktı. Duruşma sonrası açıklama yapan Umut Emre Aytekin’in annesi Nermin Kıvrak, “Ben çocuğumu basketbolla, müzikle eğittim büyüttüm. Karateye mi, boksa mı gönderseydim. Orada onun yapacağı eylem o olurdu o zaman” dedi. Güngören’de Şubat ayında bir restoranda Umut Emre Aytekin’i darp ederek öldüren 2 sanık hakim karşısına çıktı. Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuklu sanıklar Hayrettin Öztaşçı ve Ceyhun Tuzcu hazır bulundu. Duruşmada taraf avukatları ve vefat eden Umut Emre Aytekin’in müşteki annesi Nermin Kıvrak’ta katıldı. “Ben yumruk attım, düşmesin diye tutunca beraber yere düştük” Duruşmada savunma yapan sanık Hayrettin Öztaşçı, olay gününden bir gün önce Ceyhun Tuzcu ile buluştuğunu söyleyerek, “İncirli’de bir parka gidip şarkı sözleri yazdık. Ceyhun’un telefonun şarjı bitince sözler yarım kaldı. Bizde telefonu şarja takmak için zincir bir restorana gittik. Gece dört civarıydı. Ceyhun gidip kahve aldı. Ben istemediğimi söyledim. Uykuya dalmayayım diye oyun oynamaya başladığımız sırada Umut geldi masaya, ‘siz yemek mi yediniz’ dedi. Ben kafamı kaldırıp baktım. O sırada Ceyhun, ‘yok abi, bizden öncekiler yemiştir’ dedi. Daha sonra bize, ‘siz ne yapıyorsunuz’ dedi. Bizde kahve içtiğimizi söyledik. Küfür ederek bize ‘evinizde için kahvenizi’ dedi. Sonra yerine gitti biz kafasının güzel olduğunu anladık. Sonra yine geldi ve ‘niye hala buradasınız’ diyerek küfürler etti. Eli belindeydi, arkasını döndü ve kasaya gitti. İlkinde bir şey demedik. Durmadan tehdit, küfür, hakaret. Biz yanına gittiğimizde hala küfür ediyordu. Ben yumruk attım, düşer gibi oldu, düşmesin diye tutunca beraber yere düştük. Biraz daha arbede oldu. Ardından bıraktım, ne olduğunu anlamadım. Şoka girdim. Elim ayağım titredi. İnsanlar toplanmıştı. Ambulans geldi, nefesini kontrol ettiler. Yaşıyor dediler. Birisi bizi kapıya çıkardı, hava almak için. Olayı anlattık. Sonra polis geldi. Teslim olduk. Birilerinden durumunun iyi olduğunu öğrendik, saatler sonra ise öldüğünü öğrendik” diye konuştu. “Hayrettin geldi vurdu, yerdeyken de ben 3-4 tane tekme vurdum” Savunma yapan diğer tutuklu sanık Ceyhun Tuzcu, olay gününden bir gün önce parkta sohbet edip şarkı yazdıklarını belirterek, “Telefonumu şarj etmek ve ısınmak için bir zincir restorana gittik. Sonrasında oturduğumuz yerin arka masasında tepside patates kızartması vardı. Ben kahve almaya gittim, geri geldim bir kaç dakika sonra yanımıza birisi geldi. Bana, ‘bu yemekleri siz mi yediniz’ dedi. Bende, ‘yok abi biz yemedik’ dedim. Daha sonra küfürlerle gidin o zaman buradan dedi. Bize, buranın kahve içme yeri olmadığını, kahvemi evimde içmemi söyledi. Kapıya yöneldi, geri döndü bize, ‘dua et o kahveyi suratına çarpmıyorum’ dedi. Geri dönüp, ‘Siz hala gitmediniz mi’ dedi, küfürler etti. Sonrasında bize, ‘tamam siz şimdi bekleyin’ deyip parmağını sallayarak gitti. Bizi sokak çocuğu sandı. Kasaya gittiğinde yine bağıra bağıra küfürlü bir şeyler söylediğinde ona doğru koşmaya başladım. Tam o an Hayrettin geldi, vurdu yerdeyken de ben 3-4 tane tekme vurdum. Ben Hayrettin’i ayırdım” ifadelerini kullandı. Tutukluluk halinin devamına hükmedildi Ara kararını açıklayan mahkeme, eksik hususların giderilmesi ve sanıkların tutukluluk halinin devamına hükmederek duruşmayı erteledi. “Ben çocuğumu basketbolla, müzikle eğittim büyüttüm. Karateye mi, boksa mı gönderseydim” Duruşmanın ardından adliye önünde açıklama yapan Umut Emre Aytekin’in annesi Nermin Kıvrak, “Ne olur sizler de dikkat edin. Bu ülkede hep savunmasızlara, çocuklara, hayvanlara, kadınlara kalleşçe saldırıyorlar. Neden güçlülere saldırmıyorlar, çünkü gücü yetmeyecek. Hep masumlara saldırıyorlar, ne olur bunlara dikkat edin. Hiç ummadığınız insanın başına geldi bu. Kendine sanatçı bile demeyen Mimar Sinan Üniversitesi mezunu, çok iyi bir çocuktu. Sanatçı ne demek? Naif insan demek, kin nefreti olmayan, şiddeti olmayan insan demek. Ben çocuğumu basketbolla, müzikle eğittim, büyüttüm. Karateye mi, boksa mı gönderseydim. Orada onun yapacağı eylem o olurdu o zaman. Oğlumun nişanlısını taciz ediyorlar, oğlum naif bir şekilde masalarına gidiyor ne yapıyorsunuz diye. Ben kadın olarak yakalarına yapışırdım, ne yapıyorsunuz diye. Yazık, ailelerine de yazık, Yazık. Anne, babalar evlatlarını iyi yetiştirsinler. Bir de yerde tekmelediğini demiyor, işine gelmiyor. Öldürme amacıyla vurmuş. Bu insanların psikolojilerinde, ruh sağlıklarında ve alt yapılarında bozukluk olduğunu düşünüyorum” diye konuştu. “En ufak bir itişme, kakışma, fiziksel dokunma bunların hiçbirini yapmamıştır” Adliye önünde açıklamalarda bulunan müşteki avukatı Ömer Faruk Söylemez, “Bugün 4 Şubat 2024 tarihinde Merter MC Donalds’ta iki saldırgan tarafından katledilen Umut Emre Aytekin’in kasten öldürmeye ilişkin davanın ilk duruşması bugün görüldü. Sanıklar zaten tutuklulardı ve cezaevinden bizzat getirtilip duruşmada dinlenildi. Sanıklar emniyette vermiş oldukları ifadeleri aynen tekrar ederek, ‘Biz Yunus Emre’yi öldürmek istemedik, yaralamak istedik. Saldırma sebebimiz ise ağır küfürler etmesi’ şeklindeydi. Biz bu ifadelerin doğru olmadığını, olamayacağını ve mümkün olmadığını vefat edenin özgeçmişiyle, kamera kayıtlarının ve diğer emarelerle birlikte kanıtlamaya ve izah etmeye çalıştık. Umut Emre’ye saldırılmasının asıl sebebi esasında şudur; kamera kayıtlarına bakıldığında Sanık Ceyhun Tuzcu’nun Umut Emre’nin nişanlısı Maria’ya karşı sözlü veya gözlü bir taciz olabilir, ses kaydı olmadığı için biz bunu göremiyoruz ancak gözlü tacizin farkındayız. Daha sonra Maria’nın vermiş olduğu ifadede kendisine küfür edildiğini biliyoruz. Bu durum söylendikten sonra sanıklarla kısa bir diyaloğa giriyor. Burada naif ve nezaket üslubu içerisindeki bir uyarıdan bahsediyoruz çünkü Umut Emre, nişanlısı taciz edilmesine ve küfür edilmesine rağmen sanıklara karşı en ufak bir itişme, kakışma, fiziksel dokunma bunların hiçbirini yapmamıştır. Hatta nişanlısı kendisine küfür edildiğini Umut Emre’ye belirtmesine rağmen Umut Emre, ‘boşver, uğraşmayalım’ diyerek arkasını dönüp gitmiştir” dedi. İddianameden Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, 4 Şubat günü meydana gelen olay anlatıldı. İddianamede Güngören Abdurrahman Nafiz Gürman Mahallesi’nde bulunan fast food dükkanında sanıklar Hayrettin Öztaşçı ve Ceyhun Tuzcu’nun yumruk ve tekme darbeleriyle Umut Emre Aytekin’i yaraladıkları ve Aytekin’in kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiği aktarıldı. “Tahrik altında sinirle vurdum, pişmanım” Hayrettin Öztaşçı’nın savunmasına yer verilen iddianamede, Öztaşçı, arkadaşı Ceyhun Tuzcu ile dışarda rap müzik yazdıklarını, şarjları bitince ve hava soğuk olduğundan fast food dükkanına girdiklerini söyledi. Alkollü olduğunu da belirten sanık, “Yan masada bulunan bir erkek, Ceyhun ile konuşmaya başladı. Şahıs ‘yemek mi yediniz bu tepsiler ne s gidin içeceğinizi başka yerde için yoksa suratınıza yersiniz’ dedi. Tekrar yanımıza gelip ana avrat küfretti. Bu söylediklerini gururuma yediremediğim için sipariş verdiği sırada yanına giderek çenesine yumruk attım. Yere düşerken tutup 2-3 yumruk daha attım. Yerde hareketsiz yattığı için çevredekilerden ambulansı aramasını istedim. Tahrik altında sinirle vurdum, pişmanım” dedi. Sanık Ceyhun Tuzcu ise, “Maktul, kız arkadaşı ile yan masaya geldi. Masamızdaki tepsiyi işaret ederek ‘bunu siz mi yediniz?’ dedi. ‘Yok abi’ deyip Hayrettin ile oyun oynamaya devam ettik. Daha sonra şahıs ‘o zaman s gidin buradan kahvenizi evde için’ dedi. Bu sırada kız arkadaşı da Umut diyerek kendisini uyardı. Kız arkadaşına ‘dua et o kahveyi yüzüne vurmadım’ diyerek yemek alma kısmına gitti. Bu esnada Hayrettin bir anlık sinirle kalkıp 2-3 kere yumruk attı. Ben de maktulün sırt ve omuz arasına 3-4 kez tekme attım. Hayretin’in vurmaya devam etmesi üzerine onu uzaklaştırdım. Hemen ambulans çağrılmasını istedim. Pişmanım” şeklinde savunma yaptı. “Bağırarak etraftan yardım istedim” Tanık Sandra Maria Magdelana Zeppin ise beyanında Umut Emre Aytekin’in nişanlısı olduğunu söyleyerek, “Nişanlım solist olarak müzisyenlik yapmaktadır. 3 Şubat günü alkol aldık. Daha sonra fast food dükkanına geldik. Yan masada iri yapılı iki erkek vardı. Sonradan adını öğrendiğim Ceyhun Tuzcu sürekli bana bakıyordu. Ceyhun laf arasında o şeklinde bir kelime kullandı. Kendime ima edildiğini anlayarak Umut Emre’ye ‘bu adamlar küfürlü, kötü kelimeler kullanıyorlar farkında mısın?’ dedim. O da ‘boşver’ diyerek kasaya sipariş vermeye gitti. Daha sonra sanıklar Umut Emre’nin yanına gitti. Hayrettin Öztaşçı yumruk atarak Umut Emre’yi yere düşürdü. Ceyhun da yerde tekmeledi. Bağırarak etraftan yardım istedim” şeklinde olayı anlattı. Öte yandan hazırlanan Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinden alınan otopsi raporunda, ölümün künt kafa ve boyun travmasına bağlı kanama sonucu meydana geldiği tespit edildi. İddianamede, sanıklar Ceyhun Tuzcu ile Hayrettin Öztaşçı’nın ‘kasten öldürme’ suçundan müebbet hapisle cezalandırılmaları istendi.
Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ: "Yazılımla eş zamanlı 5 bin cihazı patlatmak mümkün değil"
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:28 Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ: "Yazılımla eş zamanlı 5 bin cihazı patlatmak mümkün değil" Lübnan’da gerçekleşen çağrı cihazlı saldırı, "Akıllı telefonlar ve diğer elektronik aygıtlar uzaktan patlatılabilir mi?” sorusunu gündeme getirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Binlerce telefonu alıp bir yazılım sayesinde eş zamanlı olarak patlatmak mümkün değil. Bunlar komplo teorilerinin de kalitesini düşürüyor” dedi. Lübnan’da lityum iyon pil kullanılan binlerce çağrı cihazının eş zamanlı olarak uzaktan patlatılması sonucu 12 kişinin hayatını kaybetti, 300’ü ağır 2 bin 800 kişi de yaralandı. Yapılan saldırının ardından vatandaşların günlük yaşamlarında kullandığı lityum iyon pil ile çalışan akıllı telefonlar ve elektronik diğer cihazların güvenli olup olmadığı ile ilgili soru işaretleri oluştu. Konuyla ilgili açıklama yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Binlerce telefonu alıp bir yazılım sayesinde eş zamanlı olarak patlatmak mümkün değil. Bunlar komplo teorilerinin de kalitesini düşürüyor” dedi. “Çok karmaşık bir sistem değil. 1996 yılında ilk kez İsrail tarafından uygulanmıştı” Dün yapılan saldırıyla ilgili olarak cihazların modifiye edilmiş cihazlar olduğunu belirten Prof. Dr. Üstündağ, “Öncelikle teknolojik cihazların aslında günümüzde farklı şekilde nasıl riskler oluşturabileceğini gösterdi. Ama diğer teknolojik bir müdahaleden ziyade bir istihbarat başarısı olarak bence gündemde. Çağrı cihazlarını uzun zamandır kullanıyorduk. Az sayıda vericiyle, hatta tek bir vericiyle bile bir gruba uzak noktalardan mesaj gönderebiliyorsunuz. Çağrı cihazları konusunda burada tedarik zincirinde bir istihbarat açığı gözüküyor Hizbullah tarafında. Yaklaşık 5 bin adet cihaz tedarik edilmeden önce bir aracı giriyor devreye. Ve cihazların standart yazılımı ile verilmesi yerine özel bir mesaj geldiği zaman onun ürettiği işaretle içerisindeki patlayıcıyı tetikleyecek modifiye edilmiş bir cihaz veriliyor. Çok karmaşık bir sistem değil. Hatırladığım kadarıyla 1996 yılında ilk kez İsrail tarafından uygulanmıştı. Hedefindeki kişiye cep telefonu hediye ediyor. O telefon kişiye eriştikten sonra bir mesaj ile bataryanın bir kısmına yerleştirilen patlayıcı harekete geçiyor ve hedefi imha etmeye yeterli oluyor” diye konuştu. Çağrı cihazlarını bomba haline getirmenin karmaşık bir durum olmadığını söyleyen Üstündağ, “Buradaki seçilen ürün cep telefonu yerine ‘Pager’ dediğimiz çağrı cihazı. Bu cihazın bir farkı var, standart bildiğimiz cihazlar 1 santimetre kalınlığında fakat burada kullanılan cihaz uzun kullanıma uygun. Yaklaşık 80-85 gün tek şarj ile kullanılabiliyor. Çevre koşullarına, çarpma ve vurma gibi durumlara karşı da ayrıca dayanıklı. Bunun istihbarat açısından bir potansiyeli var. Bunun getirdiği de pil hacmi bildiğimiz çağrı cihazlarının iki katı civarında kalınlıkta. Bunun içerisine 5-10 gramlık bir patlayıcı koyduğunuz zaman bunun patlama etkisi 100 gramlık bir parçayı bir mermi hızına çıkarabilecek nitelikte. Dolayısıyla bildiğimiz pilin paketlemesinde bir değişiklik yapıp, içerisinde patlayıcı olan bir pille değiştirip yazılımda da bir değişiklik yaptığınız zaman, ki bu karmaşık bir kod değil. Şu kod geldiğinde şu çıkışı ver şeklinde bir değişiklikle bunu yapmak mümkün” şeklinde konuştu. "Yazılımın içerisine sızarak eş zamanlı 5 bin tane telefonu patlatmak mümkün değil” Saldırı sonrasında oluşturulan “Cep telefonlarımız da patlayabilir” algısının provokatif olabileceğini belirten Prof. Dr. Üstündağ, “Bunun karşılığında sorulan yaygın sorular var. ’Acaba cep telefonları uzaktan patlatılabilir mi?’ Bu komplo teorilerinin kalitesini de düşürüyor bence. Çünkü kullandığımız cep telefonlarının pilleri, özellikle yaygın markaların pilleri çok ağır koşullarda test ediliyor. Bunların içerisindeki donanımlar pilin kendi kendine özel bir durum olmadığı sürece ısınmasına, patlamasına el vermiyor. Hatta bunlar arabaların içerisinde unutulduğunda 70 dereceye kadar sıcaklıklara varıyor. O zaman bile patlamayacak şekilde tedbirleri alınıyor. Ama bazen imalat hataları olabiliyor ama o patlamalar da bu örnekte gördüğümüz gibi patlamalar değil. Dikkat ederseniz görüntülere delik açılan durumlar var plastik cisimlerde. Telefon patlaması ise daha çok yanma hadisesi şeklinde gerçekleşiyor. Kendinizden uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz. Çok merak eden gider bir telefoncudan pil alır, onu kontrollü bir biçimde ateşe atar ya da kısa devre eder ve patlamaya çalışır. Dünkü görüntülerde gördüğümüz patlamanın bunlarla bir ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden de hemen ortaya çıkıp bunun teşhisini yapmadan bunu yaymaya çalışmanın toplumda provokatif etkisi var. Bu provokatif etkinin aynı zamanda belki de İsrail’e faydası var. Çünkü o da bir tehdit unsuru gibi sanki cebinde öyle bir silah var, canım istediğimde sizi de uzaktan patlatırım gibi bir imaj onların da hoşuna gidiyor olabilir. Dolayısıyla böyle komplo teorilerine prim vermemek gerekiyor. Hatta bunları yayanların bir tür provokasyona alet olduğuna dikkat etmek lazım. Öyle bir cep telefonu alıp, eş zamanlı olarak 5 bin tanesini bir yazılımın hacklenmesiyle patlatmak mümkün değil” ifadelerini kullandı. “Dün çağrı cihazlarında yaşanan patlama, cihaza fiziksel müdahaleyi gerektiren bir olay” Günlük yaşamda kullanılan cihazlardaki pillerin dün yaşanan saldırıdaki gibi patlamasının mümkün olmadığını söyleyen Prof. Dr. Üstündağ, “Dün yaşanan olay, iletişim cihazına fiziksel müdahaleyi gerektiren bir olay. Standart ticari olarak satılan bir cihazın öyle bir özelliği ve işlevi de yok. Çünkü telefonun içerisindeki piller, telefonu enerjilendirmek üzere pilden dışarıya doğru enerji verirler. Pilin patlatılabilmesi için ısıtılıp hızlı bir reaksiyon verdirilmesi lazım. Mevcuttaki piller hızlı reaksiyon gösterecek piller değil. Telefon çalıştığı sürece bir gün iki gün ya da çağrı alıcıda 80 gün olabilecek bir sürede enerji vermek üzere yavaş boşalmak üzere planlanmış pillerdir. Olsa olsa hızlı yanma hadisesinden dolayı yakın çevresine zarar verebilir ama bu nadir görülen bir olaydır. Bu kazalar aynı zamanda bunu destekleyici bir unsur olarak gösterilmemeli. Aksi takdirde herkes şunu düşünmeye başlar; bir batarya üreticisine gittim, elektrikli arabamı değiştirdim, acaba bu batarya beni patlatır mı? Ya da ucuz bir batarya aldım acaba içerisinde bir şey koydular mı, beni patlatırlar mı? Bir cihaz size odaklı üretilmemişse, hedef değilseniz patlayamazsınız. Bunu yapmanın maliyeti pil üretmenin maliyetinden çok daha yüksektir. Ticari amaçla bunu yapmazlar” dedi. Türkiye’ye getirilen tüm elektronik cihazların Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından incelendiğini belirten Prof. Dr. Üstündağ, “Türkiye’ye ithal edilen cihazların sertifikaları Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından kontrol ediliyor. Gümrüklerimizde de kontrol ediliyor. Bu kamu kurumları ya da emniyet kurumları için başka bir şey. Onların tedarikleri için geçerli bir durum değil. Onlar tedarikçilerinde gereken özeni gösterdiğini düşünüyoruz” diye konuştu. “Kamusal düzeni sağlayan otoritelerin kırılganlıkları kontrol altına alacak yatırımları yapmaları gerekiyor” Teknolojideki gelişmelerin farklı hassasiyetler ortaya çıkardığını ifade eden Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Dünkü hadisenin akla getirmesi gereken başka bir şey var. Biz dünya savaşını topyekun ülkelerin birbirine saldırması olarak algılıyoruz. Ancak yavaş gelişen bir karmaşa durumu var. Sadece elektronik bir yöntemle patlayıcıların harekete geçirilmesi değil. Burada tabii detaylarını da dile getirmek istemediğim başta biyolojik yöntemler olmak üzere, şebekelerle insanlara, gruplara ve hatta tek bir insana ulaşılabilmesi mümkün. Kişiye özel virüslerin ortak şebekelerden yayılması mümkün. Ben burada çok detay vermek istemiyorum ama kamusal düzeni sağlayan otoritelerin geçiş döneminde olduğumuz düşük seviyeli savaşın sürekli bir hal almaya başladığı dönemde sivil taraftaki kırılganlıkları kontrol altına alacak yatırımları yapması gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu. “Sistemine sızabilirseniz otonom bir arabaya kaza yaptırabilirsiniz” Kontrol sistemlerinin siber güvenliğinin sağlanmasının hayati önemine vurgu yapan Prof. Dr. Üstündağ, “Radyo dalgalarıyla ya da elektromanyetik bir müdahale yapılabilmesi için bir kere odaklı bir enerji yayan güçlü bir sistemin olması lazım. Bunun ya kaynağının size yakın olması ya da o kadar güçlü olması gerekiyor ki kaynağının görünemez olması mümkün değil. Başka türlü tehditler olabilir. Bu tehditlerin başında kontrol sistemlerinin getirdiği proseslerden gelen tehditler var. Dünyada ilk siber saldırı olarak atfedilen Trans Sibirya boru hattının patlatılmasıydı. Boru hattı bir kontrol sisteminin yazılım zafiyetinden kaynaklandı. O kontrol sisteminin oraya satılmasını sağlayan Alman şirketi veya dolaylı aracısı ya da belki replikası günün birinde boru içerisindeki valflerin açma kapanma sürelerini öyle bir ayarladılar ki gaza sıkıştı ve gaz patlaması oldu. Dolayısıyla herhangi bir kontrol sürecinde kendi sürecinden kaynaklanan risklerini gerçekleştirebilirsiniz. Eğer sistemine sızıp yazılımında değişiklik yaptıysanız otonom bir araca kaza yaptırabilirsiniz. Ya da mesela buzdolabında siz yokken gıda zehirlenmesine yol açacak kadar bozulmasına, sonra da siz geldikten sonra sanki bozulmamış gibi çalışmasını sağlayabilirsiniz. Ama bunların hiçbiri dünkü olaydaki gibi öyle ekstra bir efor olmadan patlama gibi şeyleri yapmaz. Kendisi doğası gereği biyolojik riskler oluşturan tesisler ve nesneler için bu tabii farklı bir durum. Onları kontrol eden sistem ve yazılımların özel olarak kontrol edilmesi, siber güvenliğinin sağlanmış olması gerekir. Aksi takdirde diğer taraftan siber saldırı fiziksel hasar veren bir saldırıya dönüşebilir” dedi. "Yerli üreticiyi kontrol etme imkanı daha yüksek" Yerli üretimin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Yerli üretimin önemi ortaya çıkıyor. Yerli üretici de hacklenebilir miydi? Evet ancak şöyle bir fark ortaya çıkıyor. Yerli üreticiyi kontrol etme imkanınız daha yüksek. Yerli üreticilerle ilgili yönetmelikler başta olmak üzere düzenlemeler yapmanız daha kolay. Örneğin BDDK, yıllardır bankaların yazılımlarının kaynak kodlarını ayrıca bir yerde depolatıyor ki gerektiğinde onlar üzerinde tespitler yapılabilsin. Ya da onları tedarik eden firma devre dışı kaldığında sürecin devamlılığında kesintinin önüne geçilebilsin. Aksi takdirde düşünebiliyor musunuz yüz binlerce kişi parasını çekemez hale geliyor. Türkiye’deki düzenleme otoriteleri yerli üretici kendi regülasyonları dahilinde iç hukuka uygun daha fazla tetkik etme imkanları var” açıklamalarında bulundu.
Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ: "Yazılımla eş zamanlı 5 bin cihazı patlatmak mümkün değil"
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:23 Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ: "Yazılımla eş zamanlı 5 bin cihazı patlatmak mümkün değil" Lübnan’da gerçekleşen çağrı cihazlı saldırı, "akıllı telefonlar ve diğer elektronik aygıtların uzaktan patlatılabilir mi?” sorusunu gündeme getirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Binlerce telefonu alıp bir yazılım sayesinde eş zamanlı olarak patlatmak mümkün değil. Bunlar komplo teorilerinin de kalitesini düşürüyor” dedi. Lübnan’da gerçekleştirilen, lityum iyon pil kullanılan binlerce çağrı cihazının eş zamanlı olarak uzaktan patlatılması sonucu 300’ü ağır 2 bin 800 kişinin yaralandığı 12 kişinin hayatını kaybetti. Yapılan saldırının ardından vatandaşların günlük yaşamlarında kullandığı lityum iyon piller ile çalışan akıllı telefonlar ve elektronik diğer cihazların güvenli olup olmadığı ile ilgili soru işaretleri oluştu. Konuyla ilgili açıklama yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Profesör Doktor Burak Berk Üstündağ, “Binlerce telefonu alıp bir yazılım sayesinde eş zamanlı olarak patlatmak mümkün değil. Bunlar komplo teorilerinin de kalitesini düşürüyor” dedi. “Çok karmaşık bir sistem değil. 1996 yılında ilk kez İsrail tarafından uygulanmıştı” Dün yapılan saldırıyla ilgili olarak cihazların modifiye edilmiş cihazlar olduğunu belirten Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Öncelikle teknolojik cihazların aslında günümüzde farklı şekilde nasıl riskler oluşturabileceğini gösterdi. Ama diğer teknolojik bir müdahaleden ziyade bir istihbarat başarısı olarak bence gündemde. Çağrı cihazlarını uzun zamandır kullanıyorduk. Az sayıda vericiyle hatta tek bir vericiyle bile bir gruba uzak noktalardan mesaj gönderebiliyorsunuz. Çağrı cihazları konusunda burada tedarik zincirinde bir istihbarat açığı gözüküyor Hizbullah tarafında. Yaklaşık 5 bin adet cihaz tedarik edilmeden önce bir aracı giriyor devreye. Ve cihazların standart yazılımı ile verilmesi yerine özel bir mesaj geldiği zaman onun ürettiği işaretle içerisindeki patlayıcıyı tetikleyecek modifiye edilmiş bir cihaz veriliyor. Çok karmaşık bir sistem değil. Hatırladığım kadarıyla 1996 yılında ilk kez İsrail tarafından uygulanmıştı. Hedefindeki kişiye cep telefonu hediye ediyor. O telefon kişiye eriştikten sonra bir mesaj ile bataryanın bir kısmına yerleştirilen patlayıcı harekete geçiyor ve hedefi imha etmeye yeterli oluyor” diye konuştu. Çağrı cihazlarını bomba haline getirmenin karmaşık bir durum olmadığını söyleyen Üstündağ, “Buradaki seçilen ürün cep telefonu yerine ‘ Pager’ dediğimiz çağrı cihazı. Bu cihazın bir farkı var, standart bildiğimiz cihazlar 1 santimetre kalınlığında fakat burada kullanılan cihaz uzun kullanıma uygun. Yaklaşık 80 - 85 gün tek şarj ile kullanılabiliyor. Çevre koşullarına, çarpma ve vurma gibi durumlara karşı da ayrıca dayanıklı. Bunun istihbarat açısından bir potansiyeli var. Bunun getirdiği de pil hacmi bildiğimiz çağrı cihazlarının 2 katı civarında kalınlıkta. Bunun içerisine 5 - 10 gramlık bir patlayıcı koyduğunuz zaman bunu patlama etkisi 100 gramlık bir parçayı bir mermi hızına çıkarabilecek nitelikte. Dolayısıyla bildiğimiz pilin paketlemesinde bir değişiklik yapıp, içerisinde patlayıcı olan bir pille değiştirip yazılımda da bir değişiklik yaptığınız zaman ki bu karmaşık bir kod değil. Şu kod geldiğinde şu çıkışı ver şeklinde bir değişiklikle bunu yapmak mümkün” şeklinde konuştu. "Yazılımın içerisine sızarak eş zamanlı 5 bin tane telefonu patlatmak mümkün değil” Saldırı sonrasında oluşturulan “Cep telefonlarımız da patlayabilir” algısının provokatif olabileceğini belirten Prof. Dr. Üstündağ, “Bunun karşılığında sorulan yaygın sorular var. ’Acaba cep telefonları uzaktan patlatılabilir mi’ Bu komplo teorilerinin kalitesini de düşürüyor bence. Çünkü kullandığımız cep telefonlarının pilleri özellikle yaygın markaların pilleri çok ağır koşullarda test ediliyor. Bunların içerisindeki donanımlar pilin kendi kendine özel bir durum olmadığı sürece ısınmasını, patlamasına el vermiyor. Hatta bunlar arabaların içerisinde unutulduğunda 70 dereceye kadar sıcaklıklara varıyor. O zaman bile patlamayacak şekilde tedbirleri alınıyor. Ama bazen imalat hataları olabiliyor ama o patlamalar da bu örnekte gördüğümüz gibi patlamalar değil. Dikkat ederseniz görüntülere delik açılan durumlar var plastik cisimlerde. Telefon patlaması ise daha çok yanma hadisesi şeklinde gerçekleşiyor. Kendinizden uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz. Çok merak eden gider bir telefoncudan pil alır onu kontrollü bir biçimde ateşe atar ya da kısa devre eder ve patlamaya çalışır. Dünkü görüntülerde gördüğümüz patlamanın, bunlarla bir ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden de hemen ortaya çıkıp bunun teşhisini yapmadan bunu yaymaya çalışmanın toplumda provokatif etkisi var. Bu provokatif etkinin aynı zamanda belki de İsrail’e faydası var. Çünkü o da bir tehdit unsuru gibi sanki cebinde öyle bir silah var canım istediğimde sizi de uzaktan patlatırım gibi bir imaj onların da hoşuna gidiyor olabilir. Dolayısıyla böyle komplo teorilerine prim vermemek gerekiyor. Hatta bunları yayanların bir tür provokasyona alet olduğuna dikkat etmek lazım. Öyle bir cep telefonu alıp, eş zamanlı olarak 5 bin tanesini bir yazılımın hacklenmesiyle patlatmak mümkün değil” ifadelerini kullandı. “Dün çağrı cihazlarında yaşanan patlama, cihaza fiziksel müdahaleyi gerektiren bir olay” Günlük yaşamda kullanılan cihazlardaki pillerin, dün yaşanan saldırıdaki gibi patlamasının mümkün olmadığını söyleyen Prof. Dr. Üstündağ, “Dün yaşanan olay, iletişim cihazına fiziksel müdahaleyi gerektiren bir olay. Standart ticari olarak satılan bir cihazın öyle bir özelliği ve işlevi de yok. Çünkü telefonun içerisindeki piller, telefonu enerjilendirmek üzere pilden dışarıya doğru enerji verirler. Pilin patlatılabilmesi için ısıtılıp hızlı bir reaksiyon verdirilmesi lazım. Mevcuttaki piller hızlı reaksiyon gösterecek piller değil. Telefon çalıştığı sürece bir gün iki gün yada çağrı alıcıda 80 gün olabilecek bir sürede, enerji vermek üzere yavaş boşalmak üzere planlanmış pillerdir. Olsa olsa hızlı yanma hadisesinden dolayı yakın çevresine zarar verebilir ama bu nadir görülen bir olaydır. Bu kazalar aynı zamanda bunu destekleyici bir unsur olarak gösterilmemeli. Aksi takdirde herkes şunu düşünmeye başlar, bir batarya üreticisine gittim, elektrikli arabamı değiştirdim acaba bu batarya beni patlatır mı? Ya da ucuz bir batarya aldım. Acaba içerisinde bir şey koydular mı beni patlatırlar mı? Bir cihaz size odaklı üretilmemişse, hedef değilseniz patlayamazsınız. Bunu yapmanın maliyeti pil üretmenin maliyetinden çok daha yüksektir. Ticari amaçla bunu yapmazlar” dedi. Türkiye’ye getirilen tüm elektronik cihazların Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından incelendiğini belirten Prof. Dr. Üstündağ, “Türkiye’ye ithal edilen cihazların sertifikaları Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından kontrol ediliyor. Gümrüklerimizde de kontrol ediliyor. Bu kamu kurumları ya da emniyet kurumları için başka bir şey. Onların tedarikleri için geçerli bir durum değil. Onlar tedarikçilerinde gereken özeni gösterdiğini düşünüyoruz” diye konuştu. “Kamusal düzeni sağlayan otoritelerin kırılganlıkları kontrol altına alacak yatırımları yapmaları gerekiyor” Teknolojideki gelişmelerin farklı hassasiyetler ortaya çıkardığını ifade eden Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Dünkü hadisenin akla getirmesi gereken başka bir şey var. Biz dünya savaşını topyekun ülkelerin birbirine saldırması olarak algılıyoruz. Ancak yavaş gelişen bir karmaşa durumu var. Sadece elektronik bir yöntemle patlayıcıların harekete geçirilmesi değil. Burada tabi detaylarını da dile getirmek istemediğim başta biyolojik yöntemler olmak üzere, şebekelerle insanlara, gruplara ve hatta tek bir insana ulaşılabilmesi mümkün. Kişiye özel virüslerin ortak şebekelerden yayılması mümkün. Ben burada çok detay vermek istemiyorum ama kamusal düzeni sağlayan otoritelerin geçiş döneminde olduğumuz düşük seviyeli savaşın sürekli bir hal almaya başladığı dönemde sivil taraftaki kırılganlıkları kontrol altına alacak yatırımları yapması gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu. “Sistemine sızabilirseniz otonom bir arabaya kaza yaptırabilirsiniz” Kontrol sistemlerinin siber güvenliğinin sağlanmasının hayati önemine vurgu yapan Prof. Dr. Üstündağ, “Radyo dalgalarıyla ya da elektromanyetik bir müdahale yapılabilmesi için bir kere odaklı bir enerji yayan güçlü bir sistemin olması lazım. Bunun ya kaynağının size yakın olması ya da o kadar güçlü olması gerekiyor ki kaynağının görünemez olması mümkün değil. Başka türlü tehditler olabilir. Bu tehditlerin başında kontrol sistemlerinin getirdiği proseslerden gelen tehditler var. Dünyada ilk siber saldırı olarak atfedilen Trans Sibirya boru hattının patlatılmasıydı. Boru hattı bir kontrol sisteminin yazılım zafiyetinden kaynaklandı. O kontrol sisteminin oraya satılmasını sağlayan Alman şirketi veya dolaylı aracısı ya da belki replikası günün birinde boru içerisindeki valflerin açma kapanma sürelerini öyle bir ayarladılar ki gaza sıkıştı ve gaz patlaması oldu. Dolayısıyla her hangi bir kontrol sürecinde kendi sürecinden kaynaklanan risklerini gerçekleştirebilirsiniz. Eğer sistemine sızıp yazılımında değişiklik yaptıysanız otonom bir araca kaza yaptırabilirsiniz. Ya da mesela buzdolabında siz yokken gıda zehirlenmesine yol açacak kadar bozulmasına sonra da siz geldikten sonra sanki bozulmamış gibi çalışmasını sağlayabilirsiniz. Ama bunların hiç biri dünkü olaydaki gibi öyle ekstra bir efor olmadan patlama gibi şeyleri yapmaz. Kendisi doğası gereği biyolojik riskler oluşturan tesisler ve nesneler için bu tabi farklı bir durum. Onları kontrol eden sistem ve yazılımların özel olarak kontrol edilmesi siber güvenliğinin sağlanmış olması gerekir. Aksi takdirde diğer taraftan diğer taraftan siber saldırı fiziksel hasar veren bir saldırıya dönüşebilir” dedi. "Yerli üreticiyi kontrol etme imkanı daha yüksek" Yerli üretimin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ, “Yerli üretimin önemi ortaya çıkıyor. Yerli üretici de hacklenebilir miydi? Evet ancak şöyle bir fark ortaya çıkıyor. Yerli üreticiyi kontrol etme imkanınız daha yüksek. Yerli üreticilerle ilgili yönetmelikler başta olmak üzere düzenlemeler yapmanız daha kolay. Örneğin BDDK, yıllardır bankaların yazılımlarının kaynak kodlarını ayrıca bir yerde depolatıyor ki gerektiğinde onlar üzerinde tespitler yapılabilsin. Ya da onları tedarik eden firma devre dışı kaldığında sürecin devamlılığında kesintinin önüne geçilebilsin. Aksi takdirde düşünebiliyor musunuz 100 binlerce kişi parasını çekemez hale geliyor. Türkiye’deki düzenleme otoriteleri yerli üretici kendi regülasyonları dahilinde iç hukuka uygun daha fazla tetkik etme imkanları var” açıklamalarında bulundu.
"Beslenme Saati" uygulamasına ödül
18 Eylül 2024 Çarşamba - 16:22 "Beslenme Saati" uygulamasına ödül Beylikdüzü Belediyesi tarafından hayata geçirilen “Beslenme Saati” uygulaması, Sürdürülebilir İş Ödülleri 2024 “Sosyal Etki-İnsan Odaklı Belediye” kategorisinde ödüle layık görüldü. Sürdürülebilir İş Ödülleri 2024 ödülleri sahiplerini buldu. 2022 yılında Beylikdüzü Belediyesi tarafından hayata geçirilen ve tüm Türkiye’ye örnek olan “Beslenme Saati” uygulaması da, Sürdürülebilir İş Ödülleri 2024 kapsamında “Sosyal Etki-İnsan Odaklı Belediye” kategorisinde ödüle layık görüldü. Ödülü Beylikdüzü’ndeki ve Türkiye’deki tüm çocuklar adına aldıklarını belirten Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, “Beylikdüzü Belediyesi olarak Şubat 2022’de yoksulluk bir çocuğun kaderi olamaz diyerek bir proje başlattık: Beslenme Saati Projesi. Bu proje şu an birçok belediyeye ilham olmuş durumda ve bizim hiç aksatmadığımız işlerimizin başında geliyor. Biz biliyoruz ki bir çocuk, beslenme çantasında hiçbir şey yoksa sadece fiziksel açlık çekmez, ruhsal ve hayalleriyle ilgili de açlık çeker. Dolayısıyla biz bu uygulamayla hem bugünü hem de geleceği inşa etmiş oluyoruz. Bugüne kadar 470 bin gıda paketini ihtiyaç sahibi ailelerimizin evlatlarına ulaştırdık. Bir gün bile aksatmadık. Asıl amacımız bu uygulamanın bir eğitim politikası haline dönüşmesi. Sorumluluk sahibi olan bizler üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Ne zaman MEB okullarda bir öğün yemek vermeye başlar, biz de bu projeyi ancak o zaman sonlandırırız” dedi.