SAĞLIK
Antalya’da 17 ton bozuk tavuk ele geçirildi 24 Eylül 2024 Salı - 13:52:02 Tarım ve Orman Bakanlığı ekiplerinin Antalya’daki gıda denetimlerinde halk sağlığını tehdit eden ürünler ele geçirildi. Tarım ve Orman Bakanlığı ekiplerinin Antalya’da gerçekleştirdiği denetimlerde, son tüketim tarihi / tavsiye edilen tüketim tarihi geçmesine rağmen makine ile yeni tarih kodlanan ve yabancı dilde etiket yapıştırılarak ihraç edilmeye hazır hale getirilen binlerce ithal çikolata, bisküvi ve meyve konservesi gibi gıda maddesi ele geçirildi. Tüketim tarihi geçmiş 65 bin 662 adet ürün tespit edildi Aksu ilçesi Çamköy Mahallesi’nde A.S. ve B.D. isimli kişilere kiralanan bir depoda, Antalya Tarım ve Orman İl Müdürlüğü gıda kontrol görevlilerince denetim ve kontroller yapıldı. Ekiplerin gerçekleştirdiği incelemelerde, söz konusu depoda son tüketim tarihi / tavsiye edilen tüketim tarihi geçmiş 65 bin 662 adet geneli ithal çikolata, bisküvi, enerji içeceği, dilimli ananas konservesi ve pembe zencefil turşusu gibi gıda ürünleri tespit edildi. İncelemelerde, işletme içerisinde bulunan selülozik tiner ile silinen ürün ambalajlarındaki eski S.T.T./T.E.T.T. bilgilerinin Inkjet kodlama makinası ile değiştirildiği tespit edildi. Ayrıca, genelde 2023 olan S.T.T. ve T.E.T.T. bilgilerinin 2025 olarak yeniden kodlandığı, kodlama işlemleri tamamlanan bazı ürünlerin satışa hazır hale getirildiği, birçok ürünün S.T.T. ve T.E.T.T. bilgilerinin ise silinme aşamasında olduğu belirlendi. Dilimli ananas konservesi ve pembe zencefil turşusu adlı ithal ürünlerin etiketi üzerinde yapılan incelemede ise Tarım ve Orman Bakanlığı kayıtlarında alkolsüz içecek üretimi yapmak üzere faaliyet izni bulunan bir firma tarafından üretildiğine ilişkin bilgi tespit edildi. Öte yandan, söz konusu firmanın gıda güvenliği bilgi sisteminde fermente salamura ürün üretimi ve meyve sebze işleme faaliyeti için kaydının olmadığı belirlenirken söz konusu ürünlerin üretim yeri ile ilgili bir bilgiye ulaşılamadı. Ekiplerin denetim yaptığı işletmede ayrıca, S.T.T./ T.E.T.T. bilgileri yeniden kodlanmış ve kolilenerek satışa hazır hale getirilmiş ürünlere Rusça etiketler yapıştırıldığı tespit edildi. Para cezası yakalandı Bu işlemin, etiketlerde yapılacak kodlama sonrası ürünlerin ihraç edilmesine yönelik yapıldığı değerlendirildi. Birçok ürüne kemirgenler tarafından zarar verildiği tespit edilen işletmede ele geçirilen gıda maddeleri muhafaza altına alındı. Ayrıca, tüketim için uygun olmayan gıdaları piyasaya arz eden sorumlular hakkında kamunun sağlığına dair suçlar kapsamında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu Ayrıca, Bakanlıkça belirlenen hijyen esaslarına aykırı faaliyet göstermeleri nedeniyle sorumlular hakkında 5996 sayılı Kanunun 41. maddesinin (a) bendi kapsamında 29 bin 234 TL, Bakanlığa kayıt yaptırmadan faaliyet gösteren işletme hakkında aynı maddenin (c) bendi kapsamında 14 bin 595 TL ve son tüketim tarihi geçmiş ürünleri satan işletme hakkında yine aynı maddenin (d) bendi gereğince 14 bin 595 TL para cezası uygulandı. 17 ton bozuk tavuk ürünü Öte yandan, Kepez ilçesi Altınova/Sinan Mahallesi’nde bir işletmeye ait depoda, il ve ilçe müdürlüğü gıda kontrol görevlilerince yapılan denetim ve kontrollerde de bakanlıktan onaysız olarak tavuk parçalama faaliyetinde bulunulduğu tespit edildi. Yapılan incelemede, hijyen şartlarını sağlamayan depo içerisinde 17 ton son tüketim tarihi geçmiş, kokuşmuş, bozulmuş, marka ve parti numarası olmayan tavuk, tavuk kıyması ve kemik parçaları tespit edildi. Mekanik kıyma makinesi, parçalama tezgahları ve kıyma tambur makinesi bulunan işletmede, depolanmış şekilde çok fazla miktarda tavuk kıyması da ele geçirildi. Buradan hareketle son tüketim tarihi geçmiş tavukların söz konusu işletmede kıyma haline getirilerek tekrar piyasaya sürüldüğü değerlendirilerek iş yerinde bulunan tüm ürünler imha edildi. Söz konusu işletmeye aynı şekilde 5996 sayılı kanun kapsamında idari yaptırımlar uygulandı.
24 Eylül 2024 Salı - 13:49 Bağımlılıkla mücadelede YEDAM’dan ücretsiz destek Niğde Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM) bağımlılıklarla mücadele alanında yaptığı çalışmalarla dikkat çekiyor. Niğde Yeşilay Şubesi’nin Fertek Mahallesi’nde bulunan Danışmanlık Merkezinde düzenlenen basın toplantısında bağımlı bireylere ve ailelerine yönelik verilen ücretsiz psikolojik ve sosyal destek hizmetleri hakkında bilgi verildi. Toplantıda konuşan Yeşilay Niğde Şube Başkanı Hayri Yıldız, YEDAM’ın bağımlılıkla mücadele çalışmalarında medyanın gücüne ihtiyaç olduğunu belirterek bağımlılık alanında uzman psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının görev aldığı YEDAM’ın bugüne kadar 2 bin 105 görüşme yaptıklarını 399 danışana ise hizmet verdiklerini söyledi. YEDAM’da görevli psikolog ise tütün, madde, kumar ve teknoloji bağımlılığı gibi farklı bağımlılık türleriyle de mücadele ettiklerini vurguladı. Yapılan açıklamada, sigara, alkol, madde, kumar ve internet bağımlılığını hayatından çıkarmak isteyenler Yeşilay Danışmanlık Merkezine davet edildi. Görüşmelerin tamamen gizlilik içerisinde gerçekleştiğinin ifade edildiği açıklamada bağımlılıkla mücadele edenlerin yanı sıra ailelere de destek sağlandığı açıklandı. YEDAM’da bağımlı bireyler ve aileleri ile yapılan görüşmelerde izlenen yolu anlatan görevli psikolog şunları söyledi; "Alkol, madde, internet ve sigara bağımlılığı olmak üzere 5 bağımlılık türünde tamamen ücretsiz bir şekilde tedavisini sağlıyoruz. Danışanlarımız yani bağımlı bireyler, haftalık düzenli görüşmelere katılıyorlar. Görüşmelerimiz tamamen gizlilik içerisinde gerçekleşiyor ve hiçbir kişi ve kurumla paylaşılmıyor. Bazı bireyler görüşmelere katılmak ya da tedavi olmak istemeyebiliyorlar biz de bu durumda ailelere destek veriyoruz. Bağımlılık bir beyin hastalığı olarak tanımlanıyor ve kişinin beynindeki bazı bölgelerde hasarlar ve bozulmalar meydana gelebiliyor. Bu yüzden tedavide aslında üç aşama çok önemli. Öncelikle psikoterapi yani kişinin psikoloğuyla yaptığı görüşmeler, bir yandan sosyal hizmet görüşmeleri ve tıbbi tedavi gerekiyorsa ilaç tedavisi alması da aşamalardan birisi." YEDAM Niğde Şubesinde bağımlı kişiler psikoterapinin yanı sıra hayatını geniş anlamda destekleyebilmek için atölye çalışmalarına da katılıyor. Bağımlılıklarla ilgili bilgi almak isteyenler ücretsiz psikososyal destek için 115 danışma hattı ile irtibata geçebileceği yada http://www.yedam.org.tr/ adresinden detaylı bilgiye ulaşabileceği belirtildi.
24 Eylül 2024 Salı - 13:10 Op. Dr. Gökler: "Obez kadınlarda hamile kalmak 3 kat daha zor" Obezitenin yol açtığı birçok sağlık sorununun dışında, kadınlarda hamile kalma ihtimalini de azalttığını söyleyen Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Cihan Gökler, "Araştırmalar, obez kadınların kısırlık riskinin obez olmayan kadınlara göre 3 kat daha fazla olduğunu ve bu kadınların hamile kalmak için daha uzun süreye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Yapılan çalışmalar, BMI değeri arttıkça doğurganlığın azaldığını ve normal döngülere sahip obez kadınlarda bile doğurganlık oranlarının düştüğünü ortaya koyuyor" dedi. Medical Park Seyhan Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Cihan Gökler, obezitenin kadın doğurganlığı üzerindeki moleküler ve endokrinolojik etkileri hakkında bilgilendirmede bulundu. Obezitenin sadece kilo fazlalığı ile değil, aynı zamanda hormon dengesizlikleri ve metabolik bozukluklarla da yakından ilişkili olduğunu belirten Op. Dr. Gökler, "Obezite, hem kadınlarda hem erkeklerde çeşitli nedenlerle infertilite yani kısırlığa sebep olmaktadır. Kadın üreme sağlığını olumsuz yönde etkileyen çeşitli endokrinolojik mekanizmalara yol açmaktadır" şeklinde konuştu. "Obezite kadınlarda yumurtlama fonksiyonunu bozuyor" Obezitenin kadınlarda insülin direnci, hiperinsülinemi ve hipotalamus-hipofiz-yumurtalık (HPO) eksenindeki bozulmalarla doğrudan ilişkili olduğunu dile getiren Op. Dr. Gökler, bu durumun, gonadotropin salgılanmasını etkileyerek yumurtlama fonksiyonunu bozduğunu ve kadınların doğurganlık şansını azalttığını vurguladı. Op. Dr. Gökler, obezite ve aşırı kilonun hormon profillerini nasıl değiştirdiğine dair şu bilgileri paylaştı: "Obez kadınlarda insülin direnci ve hiperinsülinemi, hiperandrojenemiye yol açarak yumurtlama bozukluklarına neden olabilir. Ayrıca, seks hormonu bağlayıcı globulin (SHBG), büyüme hormonu (GH) ve insülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı proteinlerin (IGFBP) azalması, leptin seviyelerinin artmasıyla birlikte HPO ekseninin düzensizliğine yol açar." "Tüp bebek tedavisini de olumsuz etkiliyor" Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki birçok ülkedeki kadınların önemli bir kısmının aşırı kilolu veya obez olduğunu belirten Op. Dr. Gökler, obezitenin doğurganlık üzerindeki etkilerinin ciddi olduğunu söyledi. Obez kadınların sıklıkla adet düzensizlikleri, endometriyal patolojiler ve kısırlık gibi sorunlarla karşılaştığına dikkat çeken Op. Dr. Gökler, "Obezite, tüp bebek tedavisi gören kadınlarda da ürümede görev alan düşük oosit kalitesi ve düşük preimplantasyon oranı gibi olumsuz sonuçlarla ilişkilidir. Araştırmalar, obez kadınların kısırlık riskinin obez olmayan kadınlara göre üç kat daha fazla olduğunu ve bu kadınların hamile kalmak için daha uzun süre ihtiyaç duyduğunu gösteriyor" dedi. Dr. Gökler, "Yapılan çalışmalar, BMI değeri arttıkça doğurganlığın azaldığını ve normal döngülere sahip obez kadınlarda bile doğurganlık oranlarının düştüğünü ortaya koyuyor" diye konuştu. "Erkeklerin sperm sayılarında azalmaya yol açıyor" Obezite ile erkek üremesi arasındaki ilişkinin de çok eski tarihlerden beri bilindiğini ifade eden Op. Dr. Gökler, şu bilgileri paylaştı: "İbn-i Sina kitabında obezitenin erkek üremesi üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmiştir. Obezitenin erkek vücudunda oluşturduğu sistemik inflamasyon, hipogonadizim, organlar üzerindeki yağ dokusu artışı, hiperinsülinemi, hiperleptinemi gibi nedenler sonucunda sperm kalitesinde ve sperm sayısında azalma görülmüştür. Ayrıca ereksiyon bozukluğu yine yapılan çalışmalara ortaya konulmuştur. Bunun dışında gebe kadınlar üzerinde yapılan çalışmalarda da eşi obez olan gebelerin daha uzun sürede gebe kalabildiği ve gebelik deneme sayısının daha fazla olduğu görülmüştür." "Orta düzeyde kilo kaybı bile gebe kalma şansını artırabilir" Kilo kaybının hem obez erkekler, hem de obez kadınlar için üreme sonuçlarını önemli ölçüde iyileştirebileceğini gösteren klinik çalışmalar mevcut olduğunun altını çizen Op. Dr. Gökler, "Orta düzeyde kilo kaybı bile, kadınlarda iyileştirilmiş yumurtlama oranları ve daha yüksek gebe kalma şansı ile ilişkilendirilmiştir. Diyet ve egzersize odaklanan yaşam tarzı müdahalelerinin normal adet döngülerini geri getirebileceğini ve aşırı kilolu kadınlarda doğurganlığı artırabileceğini göstermektedir" şeklinde konuştu. Obeziteye cerrahi müdahale ile birlikte diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle müdahale etmenin doğurganlık sonuçlarını iyileştirebileceğine dikkat çeken Op. Dr. Gökler, "Yüzde 5-10’luk bir kilo kaybının bile gebe kalma şansını artırdığı gözlenmiştir. Bu yüzden obeziteye bağlı doğurganlık sorunlarıyla karşı karşıya kalan kadınlar için kilo yönetimi hayati önem taşımaktadır" dedi. "Cerrahi sonrasında yaşam tarzı değişiklikleri de önemli" Obezite cerrahisi sonrasında erkeklerdeki cinsel fonksiyonlar ve üreme üzerine yapılan birçok çalışmada sperm sayısında artış, erektil fonksiyonlarda artış ve cinsel istekte artış olduğunun tespit edildiğini söyleyen Op. Dr. Gökler, "Obezite cerrahisi bu noktada büyük bir öneme sahiptir. Obezite cerrahisi ile birlikte sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri, kilo kaybı ve düzenli fiziksel aktivite, kadın ve erkek üreme sağlığını korumak ve iyileştirmek adına kritik bir adımdır" ifadelerine yer verdi. "Uygun tedavi planı için bir uzmana başvurulmalı" Obezitenin üreme üzerindeki etkilerinin karmaşık ve çok boyutlu olduğunu vurgulayan Op. Dr. Gökler, erken teşhis ve tedavinin önemine de dikkat çekerek şunları söyledi: "Bireylerin sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeleri, dengeli beslenmeleri ve düzenli fiziksel aktivite yapmaları gerekir. Ayrıca, obezite ile ilgili ciddi sorunlar yaşayan bireylerin uygun bir tedavi planı için bir uzmana başvurmalarının önemlidir. Obezite ve kısırlık arasında önemli bir ilişki vardır. Obeziteden kurtulmak kaliteli bir yaşam sağlamasının yanında üreme fonksiyonlarında önemli derecede iyileşme sağlamaktadır."
24 Eylül 2024 Salı - 13:03 Uzmanından, erkeklerde ve kadınlarda beklenen ortalama yaşam sürelerine ilişkin açıklama Saygı Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Nilgün Şeşen Öncül, önümüzdeki yıllarda beklenen ortalama yaşam süreleri ile, erkeklerde ve kadınlarda değişen yaşam sürelerine ilişkin açıklamada bulundu. Uzm. Dr. Öncül, “TÜİK’in son raporuna göre beklenen yaşam süresi ülkemizde ortalama 77.3 yıl. Bu kadınlarda 80 yıl, erkeklerde 74.7 yıla denk geliyor. Kadınların erkeklere göre biraz daha uzun yaşadığını görüyoruz” dedi. Saygı Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Nilgün Şeşen Öncül hem TÜİK’in hem de Dünya Sağlık Örgütü verilerinden bahsederek erkeklerde ve kadınlarda önümüzdeki yıllarda beklenen yaşam sürelerinden bahsetti. Uzm. Dr. Öncül ayrıca kadınların neden erkeklere oranla daha uzun süre yaşadığına dair açıklamalarda bulundu. Öncül, “TÜİK’in son raporuna göre beklenen yaşam süresi ülkemizde ortalama 77.3 yıl. Bu kadınlarda 80 yıl, erkeklerde 74.7 yıla denk geliyor. Kadınların erkeklere göre biraz daha uzun yaşadığını görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2021 yılı raporu var. Erkekte beklenen yaşam süresi 72.5 yıl, sağlıklı yaşam beklentisi ise 64.5 yıl. Kadında yaşam beklenti süresi 78.1 yıl iken sağlıklı yaşam beklenti süresi 65.9 yıla denk geliyor. Dünya Sağlık Örgütü 2019 verilerine göre, 30 - 70 yaş arasında kadiyovasküler diyabet, kanser ve böbrek hastalıklarına bağlı muhtemel ölüm oranı 16.5 olarak tespit edilmiş. Ülkemizde 15 yaş ve üzeri sigara içme oranı yüzde 30.5 olarak tespit edilmiş. Bu dünya ortalamasında yüzde 20.9. Yani sigara içme oranı da dünyanın üzerinde. Beklenen sağlıklı yaşam süresinde de TÜİK verilerine göre olaylar biraz değişiyor. Erkeklerde beklenen sağlıklı yaşam süresi 59 yılken, kadınlarda 56.3 yıl. Ortalamada ise 57.6 yıla denk geliyor. Kadınların erkeklere göre daha uzun yaşamasının altında araştırılmış pek çok faktör var. Ama özellikle steroid hormon dediğimiz, östrojenin koruyucu özelliği, testosteronun ise negatif etkileri ön planda. Östrojen, kötü huylu kolesterol dediğimiz ldl seviyesini düşürüp, iyi huylu kolesterol dediğimiz hdl seviyesini yükseltirken, testosteron ise tam tersi etkileri oluyor. DNA yapımızda bulunan telomer boyu uzunluğu bizim yaşam süremizi de etkiliyor. Doğumda telomerlerin boyu eşitken ilerleyen yıllarda kadınlarda telomer kısalmasının erkeklere göre daha yavaş olduğu tespit edilmiş. Kadınların bağışıklık siteminin erkeklere göre daha aktif olması da sebeplerden biri. Testosteronun savaşçı yarışmacı duygusu erkekleri riskli davranışlara itebiliyor. Trafik kazalarında ya da şiddete meyilli durumlarda, hayati risk almada erkekleri tetikleyebiliyor. Hatta deneysel çalışmalarda, testosteronu alınmış denek hayvanlarında yaşam süresinin uzadığı görülmüştür” dedi.
Bursalı avukattan Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a suç duyurusu
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 10:51 Bursalı avukattan Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a suç duyurusu Bursa Barosu avukatlarından Cüneyt Bülent Şeker, Türk Ceza Kanunu’nun 213., 214., 216 ve 217. maddesine göre halkı korkutucu açıklamalar yaptığı ve aşıya teşvik ettiği gerekçesiyle Prof. Dr. Mehmet Ceyhan hakkında suç duyurusunda bulundu. Bülent Şeker, "Türkiye’de bir tane vaka görülmüyor ancak Profesör Ceyhan bu hastalığın su çiçeği ve alerjiyle karıştırılabileceğini söylüyor. Amerikan ve Batı ilaçları ile aşılarına halkı yönlendirmeye çalışıyor" dedi. Avukat Cüneyt Bülent Şeker, Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ın geçtiğimiz günlerde maymun çiçeği aşısı hakkında yaptığı açıklamalar yüzünden savcılığa suç duyurusunda bulundu. Av. Şeker, Prof. Dr. Ceyhan’ın Sağlık Bakanlığı tarafından bir tane bile vaka tespit edilmemesine rağmen yaptığı açıklamalarla insanları tedirgin ettiğini savunarak, ’insanların aşı olmak zorunda olduklarını ve aşı karşıtlarının devlet tarafından susturulması gerektiğini’ söylemesinin insanların kişisel özgürlüklerinin kısıtlanması anlamına geldiğini söyledi. Av. Şeker; Prof. Dr. Ceyhan’ın yaptığı açıklamalar hakkında, "Türkiye’de bir tane dahi vakaya rastlanmadığı biliniyor ama Mehmet Ceyhan, bu hastalığın su çiçeği ve alerjiyle karıştırılabileceğini, belirtilerinin çok net olmadığını söylüyor. Bu hastalık gibi yüzlerce hastalık çeşidi var. Sen ne yapıyorsun da bunun gibi bir sürü hastalık varken ortaya böyle bir şey çıkarıyorsun. Bizim bu hastalıkta kullandığımız ilaçların eski olduğunu ve bu hastalığın ilacının sadece Amerika’da olduğunu, bizim de diğer ülkeler gibi onlardan alıp stoklamamız gerektiğini söylüyorsun. Amerikan aşıları ne kadar güvenli olabilir. Bizim şu anda zaten Amerika ve Batı ile ciddi sorunlarımız var. Amerika’ya bu konuda güvenmenin mümkün olmadığı halde bunu adres gösteriyorsun. Mehmet Ceyhan çıktı, Sağlık Bakanlığı’nı yalanlayan ondan sonra bunun doğru olmadığını söyleyen, bunun büyüyeceğini, ondan sonra büyük bir pandemi haline gelebileceğini söyleyerek insanları öldürücülükle korkutan açıklamalar yapmaya başladı. İnsanlar artık bu yalanlara doydu. COVID 19 zamanında insanlar böyle bir şey görmemişti. Bu kadar fazla anlamamışlardı. Küçük bir azınlık vardı. Onlar büyük sıkıntı çektiler ama artık aşı olanlar da, koştura koştura aşıya gidenler de hem kendi üzerindeki hem de başkası üzerindeki etkilerden görüyorlar. Tabi bu aşılar lisanslı aşılar değildi. Biontech’in acil kullanım izni dahi yoktu o yüzden bunun bir kısmı etkilenirken bir kısmı etkilenmedi. Ancak bu etkilenmeyecekleri anlamına gelmiyor. Yani özellikle 3. doz biontech kullananlar bunun etkilerini hissettiler" şeklinde konuştu. Prof. Dr. Ceyhan’ın açıklamalarının insanları aşı olmaya zorladığını belirten Şeker, "Zaten pandemi deyince insanlar ekonomik kriz, aşı baskısı, eve kapanma, kavga, dövüş, sıkıntı anlıyor. Sadece bir söylem bile insanlardaki ekonomiyi bozmaya, sıkıntıya sokmaya yeter. Mehmet Ceyhan kalkıyor, pandemi aşılarından dolayı sıkıntılar olunca Almanya’da bir sürü dava kazanılıp da bu konudaki Türkiye’deki davalar da başlayınca işte ’bunu devlet yaptı’, ’bunu Sağlık Bakanlığı yaptı’ falan diyor. Evet Sağlık Bakanlığı’nın suçu vardır ama sayın Cumhurbaşkanı, ’aşıda gönüllülük esası vardır’ dedi. Bunlar o kadar büyük bir propaganda yaptılar ki insanlar korku içerisinde aşılara koştular, aşıları talep eder hale geldiler. Şimdi hangi hükümet olsa bu kadar talep olduktan sonra aşıları getirir, zararlarını ortaya koyar ve şunu yapardı, ’evet serbestsiniz ama aşı olmak istemeyene de zorunlu değil’ denilirdi. Ama algı operasyonuyla bunlar gibi yurt dışına bağlı oradan güç alan insanların oluşturduğu algıyla bir kısım hukukçu da buna katılıp aşı olmamanın suç olduğu gibi saçma sapan şeyler söylediler. ’Aşı olmayan vatan hainidir.’, aşı olmayanın zorla yere yatırılıp aşılanabileceğini söylediler. Böyle bir şey bütün insan haklarının yerle bir edilmesi demek. Zorunlu aşı, zorunlu tıbbi müdahale, zorunlu topuk kanı alınması demek insanın hayvan seviyesine hatta daha aşağı konuma düşmesi demektir. İnsanın en önemli özelliği vücut dokunulmazlığı vücut bütünlüğünün korunabilmesidir. İnsandan izinsiz böyle sudan sebeplerle aşı yapmaya kalkarsanız insan bir hiç durumuna düşer. Bu çok rahat bir şekilde kötüye kullanılabilir. Çünkü bu aşılar dışarıdan alınıyor ve bizde aşıları inceleyecek doğru düzgün laboratuvar bile yok" ifadelerini kullandı.
Selçuk Üniversitesinden ağız sağlığında çığır açan buluş
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 10:32 Selçuk Üniversitesinden ağız sağlığında çığır açan buluş Selçuk Üniversitesi akademisyenleri Prof. Dr. Ercan Durmuş ve Prof. Dr. İlhami Çelik, TÜBİTAK destek projesiyle yumurta ve tavuktan elde ettikleri proteinlerle diş implantı tedavisinde önemli bir buluşa imza attı. Doğal malzemelerle yapılacak uygulama ile implant tedavisinde iyileşme süresi kısalacak. Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Çene Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ercan Durmuş ile Veteriner Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhami Çelik’in “Dental ve Ortopedik İmplant Yüzeylerinin Organik Bioaktif Malzemeyle Kaplanması” konulu patenti, TÜBİTAK 1702 Patent Destek Projesiyle DOME firmasına satıldı. Deve kuşu ve tavuk yumurtasıyla tavuktan elde edilen doğal malzemeler sayesinde implantlarda yeni dönem başlıyor. Dental implantlarda yeni dönem başlatan buluşun ticarileşmesinde önemli bir adım atıldığını ifade eden Prof. Dr. Ercan Durmuş, projeyle ilgili, “TÜBİTAK 1702 patent destek projesi ile Huğlu’da DOME firmasına patent devri yapıldı. 4 yıllık projenin 2,5 yıllık süreci başarıyla tamamlandı. Türkiye’de çok az sayıda üniversite tarafından TÜBİTAK 1702 desteğiyle gerçekleştirilen proje, dental ve ortopedik implant yüzeylerinin doku uyumunu güçlendiren ve kemik yapımını uyaran organik materyallerle kaplanmasıyla oluşturulan biyoaktif yüzeyli implantların hazırlanmasıyla ilgilidir. Bu projedeki amacımız; diş implantlarının iyileşme sürecini hızlandırarak hastaların daha kısa sürede protezlerine kavuşmasını sağlamaktır. Bunu da yumurta kabuğu, yumurta kabuk zarı ve tavuk uterus sıvısı gibi doğal malzemeleri kullanarak yapıyoruz. Yumurta kabuk zar proteinleri ve tavuk uterus sıvısındaki biyoaktif materyalleri kullanmamızın nedeni bu materyallerin doğal olarak başta kemik dokusu ve yumuşak doku olmak üzere iyileşmeyi destekleyen özelliklere sahip olmasıdır. Yumurta kabuk zarı ve uterus sıvısı, kemik yapısını oluşturan maddelere benzer proteinler içerir. Bu proteinler, kemik hücrelerinin çoğalmasını ve yenilenmesini teşvik eder, böylece implantın kemikle daha hızlı ve sağlam bir şekilde kaynaşmasını sağlar. Ayrıca, doğal bir malzeme olduğu için vücut tarafından iyi tolere edilir ve biyolojik olarak uyumludur. Bu da hem hastanın iyileşme sürecini hızlandırır hem de tedavi başarısını artırır” dedi. "İyileşme süresi 4 haftaya düşecek" Hastaların normalde çeneye implant yerleştirilmesinden yaklaşık 4 ay sonra başlanan protez yapılma süresinin bu uygulamayla 4 haftaya düşeceğini söyleyen Prof. Dr. Ercan Durmuş, “Biyouyumlu olan titanyum (Ti) ve karışımların yüzeyi biyoaktif malzemelerle kaplandığında kemik-implant bağlanma süresi kısalacak, böylece hastalar daha çabuk sürede dişlerine kavuşarak estetik ve fonksiyonel ihtiyaçlarını giderebilecekler. Ayrıca yaşlılığa bağlı veya çeşitli nedenlerle çene kemiği zayıf olan kişilerde de dental implant tedavisinin yapılabilirliğini arttıracaktır” şeklinde konuştu. “Vücutta kullanılan medikal implantlar için de çalışmalar sürüyor” Medikal implantların bütünsel geliştirilmesine yönelik çalışmaların da devam ettiğini belirten Prof. Dr. Durmuş, “Bioaktif yüzeyli dental implant üretimi sayesinde ülkemizde üretimi yapılan başta dental implantlar olmak üzere ortopedik implantlar ve vücut içine yerleştirilen diğer implantların yüzey özelliklerinin de geliştirilmesi ve benzer şekilde kaplama yapılması sağlanacaktır. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de medikal alanda kullanılan implantların yüzey özelliklerinin geliştirilmesine yönelik yatırımların yapılması teknolojik olarak dışa bağımlılığı azaltacaktır. Bu da özellikle hedeflerimiz arasında yer alıyor” dedi. Hayata geçecek proje sayesinde üniversite ile sanayinin araştırma- geliştirme iş birliği sayesinde nitelikli elemanların sanayiye aktarılmasının da kolaylaşacağını söyleyen Prof. Dr. Ercan Durmuş, inovasyon gücünün de artacağını sözlerine ekledi.
Elazığ’da YAŞAM, çalışmalarını sürdürüyor
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 10:15 Elazığ’da YAŞAM, çalışmalarını sürdürüyor Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi Sağlıklı Yaş Alma Merkezi (YAŞAM), çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Elazığ’da 80 yaş ve üzerindeki kişilerin sağlık hizmetlerinden daha kolay yararlanması için Fethi Sekin Şehir Hastanesi bünyesinde geçen yıl ağustosta hizmete açılan YAŞAM, birinci hizmet yılını tamamladı. 3 aile hekimliği uzmanı, 2 gerontolog ve sağlık çalışanlarından oluşan ekip, 600’ü geçen takipli hasta sayısına ulaştı. YAŞAM’da görevli Aile Hekimliği Uzmanı Dr. Mustafa Koca, “YAŞAM, 80 yaş ve üzeri bireylerin sağlık hizmetlerine erişiminin kolaylaştırılması, evinde ve yerinde tıbbi bakım ihtiyaçlarının belirlenmesi ile desteklenmesi, tıbbi izleminin yapılması, gerektiğinde uzaktan sağlık hizmeti ile muayene ve danışmanlık hizmetinin verilmesi amacıyla bakanlığımıza bağlı 2. ve 3. basamak sağlık tesisleri bünyesinde oluşturulan birimlerdir. Bizler de merkezimizde 80 yaş ve üzeri bireylerimizin aktif, üretken ve sağlıklı yaşam sürmesini desteklemek amacıyla değerli büyüklerimizi ziyaret ediyoruz. Onların sağlık ihtiyaçlarını kendilerine zahmet vermeden gidermeye çalışıyoruz” dedi. Gerontolog Şükriye Özer Bolat ise, “Gerontoloji, yaşlanma ve yaşlılık bilimidir. Yaşlılık sürecinin fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal yönlerini inceler. Yaşam kalitesini artırmada ve yaşlılıkla başa çıkma becerilerinde yardımcı olmayı hedefler. Gerontolog; yaşlanma ve yaşlılık uzmanıdır. Yaşlı hasta ve bu hastaların yakınlarını, bakım veren bireyi merkeze alarak tedavi hedeflerini ve planlamasını belirler. Hekim ve hasta arasında destekleyici ve koordine edici rolü üstlenmektedir. Yaşlı hastalarda ancak disiplinler arası ekip çalışmasıyla yaşlanma ve yaşlılıkla bağlantılı sağlık durumları çözümlenebilir. Yaşlılıktan kaynaklanan hastalıkların ve bakım ihtiyacının uygun bir şekilde karşılanabilmesini geriatrik ve gerontolojik hizmetlerin koordinasyonunu diğer meslek gruplarıyla işbirliği yaparak sağlanmaktadır” diye konuştu.
Obezite tedavisinde psikolojik destek önemli
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 09:43 Obezite tedavisinde psikolojik destek önemli Acıbadem Ankara Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Sena Arıcı, “Bilişsel davranışçı terapi (KDT) gibi yöntemler, yiyecek ve beden algısını değiştirmeye yönelik stratejiler sunar, böylece kilo verme sürecini destekler. Ayrıca obezite tedavisi üzerine yürütülen araştırmalar ve klinik denemeler, yeni tedavi seçeneklerinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır” dedi. Türkiye’de obezite görülme oranı yüzde 17 ve ne yazık ki bu oranda her yıl artış görülüyor. Günümüzde obezitenin dünya genelinde önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edildiğine işaret eden Acıbadem Ankara Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Sena Arıcı bu nedenle toplumun obezite konusunda daha fazla bilgi sahibi olmasının faydalı olacağını söyledi. Obezitenin, vücutta aşırı miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan bir sağlık durumu olduğunu belirten Dr. Arıcı “Genellikle Vücut Kitle İndeksi (VKİ) kullanılarak değerlendirilir. VKİ’nin 30 veya üzeri olması obezite olarak kabul edilir. Obezite, genetik, çevresel, davranışsal ve metabolik faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklanabilir. Bu faktörler arasında genetik yatkınlık, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, düşük fiziksel aktivite düzeyi, hormonal dengesizlikler ve psikolojik etkenler yer almaktadır” ifadelerini kullandı. Dr. Arıcı, obezitenin; kalp hastalıkları, Tip 2 diyabet, yüksek tansiyon, bazı kanser türleri, uyku apnesi ve eklem problemleri gibi birçok ciddi sağlık sorununa olduğu gibi yaşam kalitesini etkileyen psikolojik sorunlara da neden olabileceğini ifade etti. Obeziteyi önlemek ve yönetmek için sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmek, düzenli fiziksel aktivite yapmak ve yeterli uyku almanın önemini vurgulayan Dr. Arıcı, bireylerin profesyonel sağlık danışmanlarından ve diyetisyenlerden destek almasının, kişisel sağlık hedeflerine ulaşmada yardımcı olabileceğini belirtti. “Obezite tedavi edilemez sanılıyor, bu yanlış” Obeziteyle ilgili toplumda yanlış fikirlerin hakim olduğuna değinen Dr. Arıcı, şunları kaydetti: “Toplumda bazı yanlış düşünceler gerçekmiş gibi kabul görüyor. Özellikle 3 temel fikir var, bunların doğrusunun öğrenilmesi çok önemli. Öncelikle obezite sadece kişisel bir sorundur zannediliyor. Oysa bu yanlış. Obezite, genetik ve çevresel faktörlerden etkilendiği için toplumsal bir sağlık sorunu olarak görülmelidir. İkinci yaygın yanlış kanı; sadece kalori kısıtlaması yeterlidir diye düşünülüyor. Oysa obezitenin yönetimi, sadece kalori alımını sınırlamakla değil, dengeli ve besleyici bir diyet ile birlikte düzenli egzersiz yapmayı da içerir. Diğer bir yanlış kanı ise, obezitenin tedavi edilemeyeceğinin düşünülmesi. Tam tersi; obezite tedavi edilebilir ve yönetilebilir bir durumdur. Sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri ve tıbbi tedavi yöntemleri ile etkili bir şekilde yönetilebilir.” Toplumun obezite konusunda bilinçlenmesi ve sağlıklı yaşam tarzı seçimleri yapması için çeşitli kampanya ve eğitim programları düzenlendiğinden bahseden Dr. Arıcı, güncel tedavi yaklaşımları hakkında da önemli bilgiler verdi. Obezitenin tedavisindeki temel taşlardan birinin, bireylerin sağlıklı bir diyet ve yaşam tarzı benimsemesi olduğunun altını çizen Dr. Arıcı “Kişiselleştirilmiş beslenme planları ve düzenli egzersiz programları, kilo kaybı ve genel sağlık iyileşmesi sağlamak için kritik öneme sahiptir. Beslenme uzmanları ve diyetisyenler tarafından sunulan bireysel danışmanlık hizmetleri, bu sürecin etkinliğini artırmaktadır” ifadesini kullandı. Son yıllarda obezite tedavisinde kullanılan ilaçların daha etkili ve güvenli hale geldiğini belirten Dr. Arıcı, yeni nesil anti-obezite ilaçları, iştahı kontrol altına almaya ve metabolizmayı iyileştirmeye yönelik olduğunu anlattı. Şiddetli obezite vakalarında, cerrahi müdahalenin etkili bir seçenek olabileceğine değinen Dr. Arıcı günümüzde uygulanan bariyatrik cerrahi yöntemleri arasında gastrik bypass, sleeve gastrektomi ve ayakta durma cerrahisi gibi teknikler bulunduğunu ve bu yöntemlerin, mide kapasitesini kısıtlayarak veya emilimi azaltarak kilo kaybını desteklediğini ifade etti. Dr. Arıcı, gelişmiş teknolojilerin, bariyatrik cerrahilerde minimal invaziv ve robotik yöntemleri kullandığını ve bunun da daha hızlı iyileşme süreleri ve daha az komplikasyon riski sunarak hastaların yaşam kalitesini artırdığını sözlerine ekledi. Obezite tedavisinde psikolojik destek önemli Obezite tedavisinde psikolojik destek ve davranışsal terapilerin de önemli bir rol oynadığına dikkat çeken Dr. Arıcı “Bilişsel davranışçı terapi (KDT) gibi yöntemler, yiyecek ve beden algısını değiştirmeye yönelik stratejiler sunar, böylece kilo verme sürecini destekler. Ayrıca obezite tedavisi üzerine yürütülen araştırmalar ve klinik denemeler, yeni tedavi seçeneklerinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Genetik araştırmalar, kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının önünü açmakta ve yeni ilaçlar ile tedavi yöntemlerinin keşfedilmesini desteklemektedir” ifadelerini kullandı.
Türk hekimin tekniği literatüre girdi
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 09:39 Türk hekimin tekniği literatüre girdi İEÜ Medical Point Hastanesi Üroloji anabilim dalından Prof. Dr. Hakan Öztürk tarafından iyi huylu prostat büyümesinin (BPH) cerrahi tedavisinde kullanılan Thulium Lazer Prostatektomi (ThuLEP) alanında geliştirilen ‘ARTh Tekniği’ (Anterior Releasing with ThuLEP ARTh Technique); Avrupa Lazer Birliği’nin refere yayın organı olan Lasers in Medical Science dergisinde yayınlanarak dünya tıp literatürüne girdi. 3 yıllık çalışma neticesinde ARTh Tekniği’ni literatüre sokan Öztürk, “Bu teknikle birlikte operasyon süreleri kısalacak, kanamalar daha az olacak ve etkinlik daha yüksek olacak.” dedi. İEÜ Medical Point Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Hakan Öztürk, önemli bir başarıya imza atıp geliştirdiği teknikle adını literatüre yazdırdı. Öztürk, ‘ARTh Tekniği’ adını verdiği iyi huylu prostat büyümesinin tedavisinde kullanılan Thulium Lazer Prostatektomi (ThuLEP) alanında yeni bir ameliyat tekniği geliştirdi. ARTh Tekniği, ThuLEP alanında dünyada geliştirilen ilk ameliyat tekniği olarak dünya tıp literatürüne geçerek Avrupa Lazer Birliği’nin refere yayın organı olan Lasers in Medical Science dergisinde de yayınlandı. ARTh Tekniği, ThuLEP alanında dünyada geliştirilen ilk ameliyat tekniği oldu. Hem hastaya hem hekime avantaj Tekniği anlatan Öztürk, “İyi huylu prostat büyümesi, 50 yaş üzeri erkeklerin yaklaşık yarısını etkileyen bir hastalık. Bu kişilerin yaklaşık 3’te 1’i herhangi bir cerrahi yöntemle karşı karşıya kalıyor. Biz bu ameliyatları Thulium Lazer Prostatektomi (ThuLEP) ile gerçekleştiriyoruz. Ancak enükleasyon teknikleri standart cerrahi öğrenme tekniklerine göre biraz daha zor. Mesleğe başlayanların yarısının bu zorluktan ötürü tekniği bıraktığını gördük. Bu sebeplerden ötürü hem hasta hem de hekim için daha konforlu olan bu tekniği geliştirdik. Bu tekniği diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerin başında öğrenme eğrisinin kolay olması geliyor. Hastalar için cerrahi süre kısalıyor. Ameliyathanede ve hastanede kalış süresi kısalıyor.” dedi. Bir Türk hekim olarak geliştiği tekniğin literatüre girmesinden ötürü gurur duyduğunu belirten Öztürk, “TÜBİTAK ve İEÜ’nin Springer isimli yayın organıyla yaptığı işbirliğiyle tekniğin sınırsız okuyucuya ulaşması da sağlanmış oldu. Ayrıca İngiltere Ürologlar Birliği’nin resmi yayın organı için e-learning modülü yapmamı istediler. Ben de dünya çapındaki ürologlara bu işlemin nasıl yapılacağı konusunda eğitim modülünü de meslektaşlarımın hizmetine sunacağım. Çok gururluyuz ve çalışmaya devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.
“Aşı ile hastalıkları aşıyoruz”
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 09:34 “Aşı ile hastalıkları aşıyoruz” Erzurum Sağlık Müdürlüğü Aile Hekimi Uzmanlarından Uzman Doktor Aytül Turan, dünyada; toplumlar arasında ortaya çıkan bebeklik ve çocukluk çağı aşılarını reddetme ve bu konuda gösterilen tereddütlerin; dini, politik veya coğrafi gerekçelerden bağımsız olarak, giderek arttığına dikkat çekti. Aile Hekimi Uzmanı Uzman Doktor Aytül Turan, aşının kişileri hastalıklardan ve hastalıkların olumsuz sonuçlarından koruyabilmek amacıyla sağlam ve risk altındaki kişilere çeşitli yollar ile uygulanan virüs, bakteri vb. mikropların hastalık yapma özelliklerinin ortadan kaldırılmasıyla geliştirilmiş biyolojik madde olduğunu ifade etti. “Aşı takvimini tamamlayan çocuk daha sağlıklı” Aşı uygulamalarının, yıllar geçtikçe birçok hastalığın ortadan kalkması ve geçmişte yaşanan salgınların tekrarlamamasında büyük rol oynadığını ifade eden Uzman Doktor Aytül Turan, Ülkemizde uygulanan bebeklik ve çocukluk dönemi aşı takvimi, Bağışıklama Bilimsel Danışma Kurulunun tavsiyeleri doğrultusunda ve dünyadaki bilimsel gelişmeler takip edilerek oluşturulur. Aşı takvimini tamamlayan bir çocuk; difteri (kuşpalazı), Aşı ile Hastalıkları Aşıyoruz boğmaca, tetanos, çocuk felci, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği ve aşı ile önlenebilen hastalıklarla oluşan karaciğer iltihabı, karaciğer yetmezliği, siroz ve karaciğer kanserinden, yaygın verem hastalığından, menenjitten, zatürreden, orta kulak iltihabından ve tüm bu hastalıklar sonucu oluşabilecek sakatlık ve ölümlerden korunur. Ülkemizde her yıl yaklaşık bir milyon bebeğe aşı uygulanır. Uygulanan aşılar, Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından onaylanan “İyi Üretim Prosedürleri” kurallarına uygun üretilir ve uluslararası referans laboratuvarlarında test edilir. Ayrıca, aşılar teslim alınıp kullanıma sunulmadan önce Ulusal Referans Laboratuvarlarında da test edilerek uygunluğundan emin olunur. Aşılar üretim aşamasından başlayıp uygulanacak kişiye ulaşana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir kuralları ve elektronik takip sistemi içerisinde uygun ısı aralığında korunur. Aşı buzdolapları ve soğuk hava depolarının ısıları elektronik ortamda anlık olarak takip edilir ve soğuk zincir dışına çıkması engellenir.” dedi. “Aşılar birey ve toplum sağlığının önemli bir yapı taşı” Dünyada; toplumlar arasında ortaya çıkan bebeklik ve çocukluk çağı aşılarını reddetme ve bu konuda gösterilen tereddütlerin; dini, politik veya coğrafi gerekçelerden bağımsız olarak, giderek arttığına dikkat çeken Doktor Turan, Erzurum Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Bülteni’nde kaleme aldığı yazıda, “Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından açıklanan rapora göre, dünya genelinde sağlığı etkileyen 10 tehdit içinde aşı tereddütü de yer almaktadır. Son yıllarda kızamık vakalarında yaklaşık %30’luk bir artış saptanmıştır ve bu artışta aşı kararsızlığının etkisi yadsınamaz büyüklüktedir. Aşı uygulanmamış veya eksik aşılı kişiler nedeniyle; göçler, savaşlar vb. durumlar sonucu aşı ile önlenebilen bulaşıcı hastalıkların görülme riski de artar. Bu kapsamda tüm dünyada çeşitli adımlar atılmakta ve önlemler alınmaktadır. Aşı uygulanması anne ve babaların çocuklarının sağlığı için bir sorumluluğu ve çocukların ise hakkıdır. Yüksek aşı uygulama oranlarına ulaşmak başta birinci basamak sağlık hizmetleri ve güçlü sağlık politikalarını gerektirir. Rutin aşı uygulama hizmetleri yaşamın başlangıcında sağlık hizmetlerine erişim için en erken temas noktasıdır ve her çocuğa hayatının en erken döneminden yaşlanıncaya kadar sağlıklı bir yaşam şansı sunar. Aşıları bütüncül bir yaklaşımla ele alacak olursak; birey ve toplum sağlığının önemli bir yapı taşıdır. Sağlıklı çocuklar, sağlıklı bir toplum, sağlıklı bir ekonomi, eşitsizliğin ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için en basit ve kesin çözümdür.” diye konuştu.
“Kalçada başlayan ağrıyı hafife almayın”
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 09:30 “Kalçada başlayan ağrıyı hafife almayın” Memorial Kayseri Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Fatih Karaaslan, kalça avasküler nekrozu hakkında verdiği bilgilerde, halk arasında pek bilinmeyen ve sinsice ilerleyen kalça avasküler nekrozunun (AVN), ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiğini söyledi. Karaaslan, “Bu sorun, kalça ekleminde kan akışının azalması veya tamamen durması sonucu kemik dokusunun ölmesiyle ortaya çıkıyor. Tedavide geç kalındığında eklem yüzeyinde çökme, ciddi ağrılar ve son aşamada kalça ekleminin tamamen işlevsiz hale gelmesi gibi geri dönülmez hasarlara neden olabiliyor” dedi. "Ağrı giderek şiddetlenebilir" Kalçada ağrıların şiddetlenmesi ile zamanla hareket kabiliyetinin şiddetlenebileceğini söyleyen Karaaslan, “Avasküler nekroz, genellikle travma ya da kortizon gibi ilaçların uzun süreli kullanımıyla tetiklenmektedir. Kalça eklemi, vücudumuzdaki en büyük yük taşıyıcı eklemlerden biridir ve kan akışının durması, bu bölgede ciddi problemlere yol açmaktadır. Özellikle uyluk başı kemiği olarak bilinen femur başı en çok etkilenen bölgedir. Kan akışının durması sonucu bu bölgedeki kemik dokusu beslenemez ve yavaş yavaş ölür. Bu süreç çoğu zaman sinsi bir şekilde ilerler. Hastalar başlangıçta hafif bir rahatsızlık veya ağrı hisseder. Zamanla bu ağrılar şiddetlenir ve hareket kabiliyeti kısıtlanır” dedi. "Belirtiler hafife alınmamalı" Prof. Dr. Fatih Karaaslan, ağrılarla başlayan belirtilerin hafife alınmaması gerektiğini söyleyerek, “Kalça avasküler nekroz açısından en büyük tehlike çoğu hastanın başlangıçta belirtileri hafife almasıdır. Ağrı, eklemin üzerine yük bindikçe artar, ancak birçok kişi bu durumu yorgunluk veya başka nedenlerle ilişkilendirip doktora gitmeyi erteler. Oysaki erken tanı konulduğunda bu hastalığın tedavisi çok daha kolay ve etkili olabilmektedir. Erken evrelerde tespit edilen bu hastalık, ameliyatsız tedavi yöntemleriyle yönetilebilirken, ilerlemiş vakalarda cerrahi müdahale kaçınılmaz hale gelmektedir” ifadelerini kullandı. Hastalığın tedavisinin ameliyatlı ve ameliyatsız olabileceğini söyleyen Karaaslan, “Kalça avasküler nekroz tedavisinde iki temel yaklaşım vardır: ameliyatsız ve ameliyatlı tedavi yöntemleri. Ameliyatsız medikal tedavi yöntemleri konusunda bu hastalığın tedavisinde son yıllarda medikal alanda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle kök hücre tedavisi, hastalığın erken evrelerinde umut verici sonuçlar sunmaktadır. Kök hücreler, hasarlı kemik dokusunu onarmaya ve kan akışını yeniden sağlamaya yardımcı olabilmektedir. Ayrıca, biyolojik ajanlar ve kemik güçlendirici ilaçlarla yapılan tedavi protokolleri, hastalığın ilerlemesini durdurmaya yönelik etkili stratejiler arasında yer almaktadır. Cerrahi tedavi yöntemleri ise; Core dekompresyonu yani, femur başına küçük delikler açılarak basıncın azaltıldığı işlemde ve kan akışı teşvik edilmektedir. Bu yöntem, hastalığın erken evrelerinde oldukça etkilidir. Osteotomide ise kemikte yapılan kesilerle eklemin pozisyonu değiştirilmekte ve sağlıklı kemik dokusu üzerine daha fazla yük bindirilmesi sağlanır. Kalça protezi ise hastalık ilerleyip eklem tamamen işlevini kaybettiğinde, tek çözüm olmaktadır. Bu işlemde hasarlı eklem çıkarılmakta ve yerine yapay bir eklem yerleştirilmektedir. Bu sorun, farkındalığın az olduğu ancak tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini ciddi şekilde düşüren bir rahatsızlıktır. Erken tanı ve doğru tedavi yöntemleri ile bu sinsi hastalığın olumsuz etkileri en aza indirilebilir. Unutulmamalıdır ki, herhangi bir kalça ağrısı durumunda zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmak, hastalığın seyrini değiştirebilmektedir” dedi.
Çocuğunuz gözleri kısarak bakıyorsa, miyopi sorunu olabilir
28 Ağustos 2024 Çarşamba - 09:23 Çocuğunuz gözleri kısarak bakıyorsa, miyopi sorunu olabilir Uzm. Dr. Hülya Deveci, telefon tablet, bilgisayar gibi dijital cihaz kullanımının miyopi (uzağı görememe) görülme sıklığını ciddi boyutta artırdığına dikkat çekti. Miyopinin okul başarısını olumsuz etkilediğini hatırlatan Uzm. Dr. Deveci, “Anne babalar telefon, tablet gibi cihazların kullanımına karşı alacakları önlemlerle çocuklarını miyopiden koruyabilir. Miyopinin ilerleme hızı gözlükle yavaşlatılabilir” dedi. Deveci, çocukları miyopiden korumanın 5 önemli kuralı aktardı. Acıbadem Kent Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Hülya Deveci telefon, tablet, bilgisayar gibi dijital cihaz kullanımının çok küçük yaşlara kadar indiğini, pandemiyle birlikte tabletlerin vazgeçilmez eğitim aracı haline geldiğini, bu cihazların kullanım sürelerinin artarak bağımlılığa dönüşmesinin göz sağlığını olumsuz etkileyen faktörlerin başında geldiğini hatırlattı. Miyopi görülme sıklığı artıyor 2020 yılında dünya genelinde 2.6 milyar olan miyopi şikayetleri olanların sayısının önleyici tedbirler alınmadığı sürece 2050 yılında 4.9 milyara çıkmasının beklendiğini ifade eden Uzm. Dr. Deveci şunları söyledi: “Miyopi uzağı görmekte zorluk, gözleri kısarak bakma ile belirti veren genellikle gözün ön arka ekseninin normalden daha uzun olması ile karakterize bir refraksiyon kusurudur. Miyopi görülme sıklığı son yıllarda Türkiye’nin de bir parçası olduğu Avrupa’da artmıştır ve 25-29 yaş grubunda yüzde 45-50 düzeyine ulaşmıştır. Pandeminin karantina döneminde sağlık uzmanlarının ‘karantina miyopisi’ olarak adlandırdığı görme sağlığı şikayetlerinde artışa neden olduğunu gösteren raporlar da mevcuttur. Örneğin Türkiye’de miyopisi olan çocuklarla ilgili yapılmış küçük bir retrospektif çalışmada 2020 yılında evden eğitim alan katılımcıların miyopisinin, açık havada günde 2 saat harcayanlara kıyasla neredeyse yüzde 50 daha hızlı ilerlediği gösterilmiştir. Bir eğitim aracı olarak da kullanılan dijital cihazlar artık çocukların vazgeçilmez oyun aracı da olmuştur. Pek çok anne baba çocuklarını bilgisayar başından kaldıramamaktan, ellerinden cep telefonunun düşmemesinden yakınmaktadır. Çok sayıda çocuk ve gençte bağımlılık halini alan bu durumun göz sağlığına oluşmuş etkisi miyopi olarak karşımıza çıkıyor. Miyopinin okul başarısını etkilediği de bir gerçek, o nedenle de önlem almak şart.” Bir çocuğun miyopi olabileceğiğini gösteren işaretler TV’ye yakın oturmanın, baş ağrısı veya yorgun gözlerden şikayet etmenin, düzenli olarak gözlerini ovmanın çocuğun miyopi olabileceğinin işaretleri olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten Uzm. Dr. Hülya Deveci, “Öncesinde bu belirtiler gözden kaçtıysa okulda tahtaya daha yakın oturma isteği, uzaktayken tahtadakileri görememe, gözlerini kısarak bakma gibi durumlar miyopi işareti olabilir” dedi. Deveci çocukları miyopiden koruma önerilerini şöyle sıraladı: Çocukları miyopiden korumanın en iyi yolu yakın çalışmayı, telefon ve tablet kullanımını sınırlamak olacaktır. Çalışırken dinlenme araları vermek (20-20-20 kuralı) gerekir. Bu kural; 20 dakikada bir 20 saniye 20 feet:6 metre uzağa bakma şeklindedir. Oda aydınlatmasını arttırmak ve loş ışıktan kaçınmak gerekir. Çocuklar fast food dediğimiz beslenme şeklinden uzak tutulmalıdır. Çünkü karbonhidrat ağırlıklı beslenme miyopinin gelişiminde sorumlu tutulan faktörlerden biridir. Çocukların gün ışığında dışarıda vakit geçirmeleri teşvik edilmelidir. Miyopinin ilerlemesi gözlükle yavaşlatılabilir Öte yandan Uzm. Dr. Deveci, anne babaların çocuğunun miyop derecelerinin ilerlemesinden ciddi endişe duyduklarını, oysa miyop ilerleme hızını yavaşlatan gözlük camları bulunduğunu belirten Dr. Deveci, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu camlar normal miyop camlarına göre daha farklı bir teknoloji ile üretiliyor ve merkezden uzağı, yakın bakışta ise farklı odaklar üzerinden görmeyi sağlıyor. Özel dizaynı sayesinde miyopi sorunu olan çocuklarda, gözlük numaralarının artışını yavaşlattığı veya durdurduğu izlenmiştir. Son çalışmalar bu camlarla miyop artış hızının yüzde 60-65 oranında yavaşlatılabildiğini gösterdi. Miyopi hızını yavaşlatan bu gözlük camlarının kullanımının özellikle 18 yaşına kadar devam eden miyop artış hızını belirgin derecede yavaşlatacağı öngörülüyor. Bu camların ayrıntılı göz muayenesi sonrası göz hekimleri tarafından önerilmesi ve yazılması çok önemli. “