GÜNDEM - 24 Kasım 2025 Pazartesi 15:29

Kastamonu’da 221 binaya ruhsat verildi

A
A
A
Kastamonu’da 221 binaya ruhsat verildi

TÜİK’in 2025 yılı Temmuz-Eylül verilerine göre Kastamonu’da 221 binaya yapı ruhsatı, 100 binaya ise yapı kullanma izin belgesi verilirken, daire ve yüz ölçümü rakamlarında geçen yılın aynı dönemine göre artış kaydedildi.


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2025 yılı Temmuz-Eylül dönemine ilişkin verilerine göre, Kastamonu’da 221 binaya yapı ruhsatı verildi. Bu binalarda toplam bin 676 daire bulunduğu, ruhsat verilen yapıların toplam yüz ölçümünün ise 271 bin 785 metrekare olduğu bildirildi. Söz konusu yüz ölçümünün 144 bin 756 metrekaresinin konut, 79 bin 126 metrekaresinin diğer kullanım alanı ve 47 bin 904 metrekaresinin ortak kullanım alanı olduğu kaydedildi.


Aynı dönemde kent genelinde 100 bina için yapı kullanma izin belgesi düzenlendi. Bu kapsamda toplam bin 53 dairenin bulunduğu açıklandı. Yapı kullanma izin belgesine konu binaların toplam yüz ölçümü 158 bin 970 metrekare olarak kaydedildi.


TÜİK verilerine göre, 2025 yılının üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre, yapı ruhsatı verilen bina sayısı yüzde 22,3, daire sayısı yüzde 54 ve toplam yüz ölçümü yüzde 42,6 arttı. Yapı kullanma izin belgelerinde ise daire sayısı ve yüz ölçümünde yüzde 22,8 oranında artış gerçekleşti.


Binaların kullanım amacına bakıldığında, iki ve daha fazla daireli ikamet amaçlı binalar en yüksek paya sahip oldu. Bu grubu sanayi binaları ve depolar takip etti. Belediyeler tarafından verilen yapı ruhsatlarının toplam yüz ölçüm içindeki payının yüzde 78, yapı kullanma izin belgelerinin ise yüzde 79,4 olduğu kaydedildi.



Kastamonu’da 221 binaya ruhsat verildi

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Rize Rize havası Türkiye’de ve dünyada kuraklığa çare olacak Türkiye’nin en fazla yağış alan noktası olan Rize’de geliştirilen yerli mikroorganizmalarla yağmur bulutlarının yağış bırakma kapasitesi artırılarak kuraklık, su krizi ve iklim değişikliğine çevre dostu bir çözüm sunulması hedefleniyor. Rizeli girişimci Habip Koçal ve danışmanları Prof. Dr. Serkan Naci Koç tarafından yürütülen projede, Rize’de geliştirilen yerli probiyotik mikroorganizmalar sayesinde atmosferdeki su buharını yağmur kapsülleri haline getirerek bulutların yağış bırakma kapasitesi arttırılmaya çalışılıyor. Bu mikroorganizmalar, özellikle ’0’ derece civarındaki daha sıcak yağmur bulutlarında etkili olabiliyor ve klasik gümüş iyodür teknolojisine göre daha düşük maliyetli ve çevre dostu bir alternatif sunuyor. Yağmur bulutlarından yeryüzüne inen bu kapsüller, yalnızca yağışı tetiklemekle kalmıyor; aynı zamanda toprağa ulaştığında biyolojik gübre görevi görerek tarımsal verimliliği destekliyor. İlk denemelerin kuraklık riski taşıyan barajlar ve su havzaları üzerindeki yağmur bulutlarında yapılması planlandığı projenin başarılı olması halinde yağış rejiminin dengelenmesi, baraj doluluk oranlarının artırılması ve su krizinin hafifletilmesi amaçlanıyor. Çalışmanın, yerli ve bilimsel temellere dayalı olması nedeniyle hem ulusal hem de küresel ölçekte iklim değişikliğiyle mücadelede yeni bir yöntem sunabileceği ifade ediliyor. Geliştirdikleri mikroorganizmaların kapsül formuna getirildiğini belirten Rizeli girişimci Habip Koçal, İlk denemelerin barajlar ve su havzaları üzerinde yapılmasının planlandığını ifade ederek "Türkiye’de ilk yerli probiyotik mikroorganizmaları ürettik. Şimdi geliştirdiğimiz bu ürünü danışman hocamız Prof. Dr. Naci Koç ile kapsül şeklinde havadaki atmosferdeki buharcıkları yağmur kapsülü haline getiriyoruz. Bunlar yeryüzüne indiği zaman hem iklim krizini hem de su krizini önleyecek. İlk denemeler zannediyorum ki barajlar üzerine olacak. Yani barajların kuraklık noktaları üzerine ve su havzaları üzerine olacak. Tarım Bakanımızla ve Cumhurbaşkanlığımıza gerekli bilgileri aktardık. Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzle gerekli toplantılarımızı yapıyoruz. İnşallah denemeler başladığı zaman daha detaylı haberleri sizler devletimizin büyüklerinden alacaksınız" dedi. "Bütün Türkiye’yi bütün dünyayı Rize’den elde ettiğimiz mikroorganizmalar ile bir Ayder havası ve bir Anzer havası yapabiliriz" Çalışmalarda Rize’ye ait genetik bankaların kullanıldığını vurgulayan Koçal "Buranın genetik bankalarını kullandık yani Rize’nin gen bankalarını gen haline getirdik ve transfer ettik. Bunları da bilimsel verilerle ispat ettik. Bunların mikro biyel gübre olarak da ayrıyeten HB07 HB03 ve HB010 diye ayrı ayrı genetikleri çıkarıldı. Yani 3 tane ayrı ürün var. HB010 havada yağmur kapsüllemeye yarıyor. HB07 havadaki mikroorganizmaları yani zararlı virüsleri bırakıyoruz havaya. Yani şunu diyebiliriz bütün Türkiye’yi bütün Dünya’yı bir Ayder havası ve bir Anzer havası yapabiliriz. Havadaki patojenleri temizleyip havadaki mikroorganizmaları stabil hale getirebiliyoruz. HB03 de ise topraktaki mikroorganizmayı 150 yıl önce hale getirebiliyoruz. Sadece testlerden bir tanesini söyleyeyim kontrol grubu toprakta 2,5 ppm demirken diğer attığımız HB03’de 32’ye çıkıyor. Yani demir miktarını 17 kat neredeyse arttırmış" şeklinde konuştu. Mikroorganizmalarla yağmur yağdırma üzerine dünyada çok araştırmalar yapılıyor" Projeye ilişkin bilimsel değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Serkan Naci Koç ise iklim değişikliğinin dünyanın en büyük problemlerinden biri olduğunu söyledi. Koç, özellikle kuraklığın giderek arttığına dikkat çekerek "İklim değişikliği dünyanın en büyük problemlerinden birisi, özellikle en büyük sorunlardan birisi iklim değişikliğinde kuraklıkların giderek atmasıdır. Bu yıl da mesela ülkemizde ciddi anlamda bir kuraklık var. Barajlarda boşalma var. Kuraklığın önüne geçmenin en önemli yollarından bir tanesi yapay yağmur yağdırma. Bizim yağmur bombaları dediğimiz bombalarla yağmur yağdırma günümüzde dünyada gümüş iyodür teknolojisiyle yapılmaktadır. Gümüş iyodürün kristalleri su kristallerine çok benzediği için yağmur yağdırabiliyor. Fakat gümüş teknolojisi pahalı bir teknoloji ’eksi 8 eksi 10’ derecelerde süper soğumuş su buharına ihtiyaç duyuyor. Alternatif teknolojilerden bir tanesi tuz teknolojisi, diğeri de mikroorganizmalarla yağmur yağdırma. Mikroorganizmalarla yağmur yağdırma üzerine dünyada çok araştırmalar yapılıyor. Mikroorganizmaların bir avantajı ’0’ derecelerdeki yani daha sıcak bulutlarda yağmur yağdırma kapasitesine sahipler. En etkili bakteri bir ’Pseudomonas’ tipi bir bakteri fakat o yaprak hastalıklarına neden olabiliyor. Yani yağmur yağdığı zaman yaprak hastalıklarına neden olabiliyor. Dolayısıyla bunun pratik kullanımı mümkün değil. Bazı bakterilerimizin yüzeyinde buz kristallendirici proteinler olduğunu keşfettik ve dolayısıyla bunun yağmurlamada kullanabilecek bakterilerimiz var ve bunlar faydalı bakteriler yağmurla birlikte toprağa yağdıkları zaman bitkilere, ormanlara yağdıkları zaman da biyolojik gübre görevi de görüyorlar. Çevreye de faydaları dokunuyor. Dolayısıyla diğer bilimsel araştırmalarda öne çıkan bakteri gibi zarar vermiyorlar. Bununla ilgili yetkililiklerle girişimlerde bulunduk. Önümüzdeki günlerde yağmurlama için ilgili Ar-Ge çalışmaları yapılacak" diye konuştu. "Üretilen mikroorganizmaların çevreye zarar vermiyor" Üretilen mikroorganizmaların çevreye zarar vermediğini vurgulayan Koç, ilgili kurumlarla girişimlerde bulunduklarını ve önümüzdeki günlerde yağmurlama için Ar-Ge çalışmalarının başlayacağının da altını çizerek "Bir avantajımız da bizim ürettiğimiz mikro organizmalar tamamen yerli. Tamamen yerli girdi ile üretilmektedir. Analizleri Türkiye’de yapılamadığı için İtalya’da yapılıyor. Dolayısıyla ciddi bir efor sarf edilmiş durumda. Biz bu buluş ile iklim problemine, yağmur problemine bir çözüm getirmeyi umut ediyoruz. Hem ulusal hem de global çapta bunu yapmayı umuyoruz. Yağmur tohumlayarak yağmur yağdırmak, mikrobiyal toprak gübresi ve hava savunma sisteminde mikro organizmalarımız kullanılabilir durumda ve bunların ilgili çalışmaları da başlamak üzere" ifadelerini kullandı.
Muğla Datça Pazarı’nın değişmeyen yüzü oldu Muğla’nın Datça ilçesindeki semt pazarında tezgah açan esnaflar arasında yer alan 63 yaşındaki İsmail Tonka, 33 yıldır Datça Pazarı’nın değişmeyen yüzleri arasında bulunuyor. Datça ilçesinde 1992 yılından bu yana her Cumartesi günü pazarda tezgah açan İsmail Tonka, pazarın kalabalığı içinde dikiş makinesinin sesiyle tanınıyor. Dikiş makinesi ile vatandaşların dikiş, tadilat ve tamir işlerini yapan Tonka, Datça Pazarı’nda sürekliliği temsil eden esnaflardan biri olarak dikkat çekiyor. 1974 yılında çıraklık yaparak başladığı mesleğine 1992 yılına kadar devam ettiren ve sonrasında ise pazarcılığa yönelen Tonka, son 15 yıldır da mesai arkadaşı olan dikiş makinesi ile çalışmalarını sürdürüyor. Her hafta Tavas’tan Datça’ya Denizli’nin Tavas ilçesinde yaşayan Tonka, yaz kış demeden her Cumartesi sabahı Datça’ya geldiğini belirterek, "Denizli’nin Tavas ilçesinden geliyorum. Mesleği 1974 yılında çıraklık yaparak öğrendim. 1992 yılından beri Datça Pazarı’na geliyorum. Bu mesleği ise yaklaşık 15 senedir yapıyorum, daha öncesinde normal pazarcılık yaptım. Hava şartları ne olursa olsun tezgahımı kuruyorum. Gün boyunca çalışarak vatandaşların günlük ihtiyaçlarına çözüm sunuyorum. Yaptığım işi seviyorum ve memnunum. Sağ olsunlar vatandaşlar da bizden memnun. Bu şekilde gittiği yere kadar mesleğimi sürdürmeye ve vatandaşlara yardımcı olmaya devam edeceğim" dedi.
İzmir Meme ve prostat kanserleri önemli genetik ortaklıklar taşıyor Prof. Dr. Burak Turna, meme ve prostat kanserlerinin farklı organlarda görülmesine rağmen önemli genetik ortaklıklar taşıdığını söyledi. BRCA mutasyonlarının ortak risk faktörü olduğunu belirten Prof. Dr. Turna, "Bu nedenle aile öyküsü genetik değerlendirmelerin en kritik aşamalarından biri haline geldi. Kanser türleri arasındaki genetik bağlantıların anlaşılması kişiye özel sağlık stratejilerinin geliştirilmesi açısından çok önemli." dedi. Acıbadem Kent Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Burak Turna prostat kanserinde erken tanı ve güncel tedavi yaklaşımları konusunda bilgi verirken, meme ve prostat kanserlerinin genetik ilişkilerine dikkat çekti. BRCA mutasyonları ortak risk faktörü Prof. Dr. Turna, genetik ilişkiler konusunda şunları söyledi: "Özellikle BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonlar kadınlarda meme ve over, erkeklerde ise daha genç yaşta ortaya çıkan agresif prostat kanseri riskini belirgin şekilde artırıyor. Genetik değerlendirmelerde aile öyküsü bu nedenle çok önem kazanıyor. Erken yaşta veya agresif tipte meme kanseri tanısı alan bir annede BRCA mutasyonu bulunması durumunda, oğlunun prostat kanseri açısından genetik değerlendirmeye alınması gerekir. Aynı şekilde metastatik ya da yüksek dereceli prostat kanseri tanısı olan bir babanın kızında meme kanseri riskini artıran genetik değişiklikler görülebilir." Meme ve prostat kanserinde yüksek sıklık Öte yandan Prof. Dr. Turna, Türkiye ve dünyada kadınlarda en sık görülen kanser türünün meme kanseri olduğunu hatırlattı, her 8 kadından birinin yaşamı boyunca bu hastalığa yakalanabileceğini söyledi. Prostat kanserinin de erkeklerde en yaygın görülen kanser türlerinden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Turna, "Bu kanserin erkeklerde yaşam boyu görülme riski yüzde 12-15 seviyelerinde. Bu yüksek oranlar, iki hastalığın ortak genetik temelini anlamayı daha da önemli hale getiriyor." dedi. Prof. Dr. Turna, genetik analizlerin sadece risk belirlemek için değil, erken tanı stratejilerinin oluşturulmasında kritik önemde olduğunu söyledi. Genetik analizlerin ayrıca gereksiz tedavilerin önlenmesinde, aile bireylerinin risk düzeylerinin belirlenmesinde önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Turna, "PARP inhibitörleri (bazı kanser hücrelerindeki bozulmuş DNA onarım mekanizmalarından yararlanarak seçici kanser hücresi ölümüne yol açan bir hedefli kanser ilacı sınıfıdır) gibi hedefe yönelik tedavilerin planlanması açısından da genetik analizlerin önemi büyük." diye konuştu.