POLİTİKA - 31 Ekim 2024 Perşembe 14:20

Bakan Tunç: "Yüksek standartlı demokrasi yolunda emin adımlarla ilerlememizi sağlayacak yeni bir anayasaya ihtiyacımız var”

A
A
A
Bakan Tunç: "Yüksek standartlı demokrasi yolunda emin adımlarla ilerlememizi sağlayacak yeni bir anayasaya ihtiyacımız var”

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Türkiye Yüzyılı’nın eşiğindeyiz. Cumhuriyetimizin 2’nci yüzyılına adım attığımız bu günlerde Türkiye’nin demokratik, sivil, katılımcı bir anayasa ile yoluna devam etmesi lazım. Darbelere geçit vermeyen, 10 yılda bir muhtırayla ve darbeyle önü kesilmeyen, yüksek standartlı bir demokrasi yolunda emin adımlarla ilerlememizi sağlayacak yeni bir anayasaya ihtiyacımız var” dedi.


Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen Adalet ve Medya İlişkisi Adalet Mülkün Temeli, Medya Gerçeğin Sesi Paneli’nde konuştu. Bakan Tunç, “Bugün çok önemli bir konu için sizlerle bir aradayız. Bahçeşehir Üniversitesi’nin ev sahipliğinde İletişim Başkanlığımızın katkılarıyla Adalet Bakanlığımızın düzenlemiş olduğu ‘Adalet ve Medya İlişkisi’ konusunu ele alacağımız tam günlük bir paneller zincirini inşallah bugün sizlerle beraber gerçekleştireceğiz. Adalet ve medya ilişkisinin tüm boyutları farklı panellerde ülkemizin öncü medya kuruluşlarının temsilcilerinin, genel yayın yönetmenlerinin katılımlarıyla bugün burada değerlendirilecek. Çok faydalı olacağına ben yürekten inanıyorum. Çünkü onları dinlememiz lazım. Medya temsilcilerimizin düşünceleri bizler için çok önemli. Önümüzde bir yargı reformu strateji belgesi hazırlığımız var. Hazırlıklarımızı tamamlamak üzereyiz. Son aşamaya gelmişken dedik ki; medya mensuplarımızın özellikle son yıllarda çok daha değer kazanan ‘adalet ve medya’ ilişkisini bir masaya yatırmamız lazım. Bunu da taraflardan dinlememiz lazım. Tecrübeli gazetecilerimizden dinlememiz lazım. Bu anlamda yargı reformu strateji belgesine çok önemli katkılar sunacağını düşündüğümüz bu toplantının önemli çıktılara sahip olacağını ve yargı reformu strateji belgesine de ışık tutacağına yürekten inanıyorum” ifadelerini kullandı.



“Bu mekanda ben 25 yıl önce yargılanmıştım”


Başörtüsüne özgürlüğü savunduğu için 25 yıl önce yargılandığını söyleyen Bakan Tunç, “Bahçeşehir Üniversite’sinin bulunduğu bu mekanda ben 25 yıl önce yargılanmıştım. Burası Devlet Güvenlik Mahkemesi’ydi. Nereden nereye geldiğimizin, ülkemizin yüksek standartlı bir demokrasiye kavuşması konusunda nasıl mesafe aldığımızın bir göstergesi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı bundan 25 yıl önce. Başörtüsüne özgürlüğü savunduğumuz için genç bir avukat olarak hakkımızda iddianame düzenlenmişti. Başörtüsüne özgürlük diye bir imzadan dolayı iddianameyle karşı karşıya kalmış ve burada yargılanmıştık. Duruşmada ise karşımızda bir askeri hakim, üç üye ile beraber ifademizi almıştı. Bugün o mekanda bir eğitim yuvası olarak ülkemizin geleceğine imza atacak Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek gençlerin eğitim gördüğü bir yuvada bu sefer sanık olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı olarak sizlerle beraber olmaktan duyduğum memnuniyeti öncelikle belirtmek istiyorum. Türkiye’yi yüksek standartlı bir demokrasiye kavuşturmanın mücadelesini hep beraber yapıyoruz. Çok mesafeler aldık, nereden nereye geldik. Türk yargısının geçmişteki durumu ile bugünkü durumunu kıyasladığımızda ya da Türk medyasının geçmişteki durumu ile bugünkü durumunu kıyasladığımızda Türkiye’ye haksızlık yapılmaması gerekir. Çok önemli mesafeler aldık” şeklinde konuştu.



“Millet meydanlarda darbecilerle mücadele ederek şehitler verirken, bu ülkenin cumhuriyet savcıları adliyelere koştular”


15 Temmuz hain darbe girişiminde yargı mensuplarının adliyede mücadele ettiğini ifade eden Adalet Bakanı Tunç, “Türk yargısının, Türk adaletinin geçmişte belli dönemlerde 27 Mayıslarda, 12 Eylüllerde, 28 Şubatlarda demokrasinin yanında, Türk demokratik hukuk devletinin yanında değil de maalesef darbecilerin yanında saf tuttuğunu adeta onlara destek olduğunu, onlara anayasa desteğini verdiğini, onlara yargısal anlamda milletin hakkını, hukukunu koruyan bir yargı sistemi değil de maalesef vesayetçi anlayışın destekçisi olarak ortaya çıkan bir yargı sistemi. Tabi ki ibret alınması gereken bir durum. Bu yargı sistemini geride bıraktık. Türk yargısının, milletin yargısı olduğunu 15 Temmuz’da kahramanlıklarla gösterdik. Milletimiz 15 Temmuz’da darbecilere karşı meydanlara koşarken Türk yargı mensupları da cumhuriyet savcıları da evlerinde oturmadılar. Millet meydanlarda darbecilerle mücadele ederken, şehitler verirken, bu ülkenin cumhuriyet savcıları adliyelere koştular. Darbecileri gözaltı yaptılar. Yakaladılar ve yargı önünde hesap vermelerini sağladılar. Milletin hakkını, hukukunu korudular. Aradaki fark bu. Belki bugün Türk yargısı üzerindeki eleştiri yapanların, haksız eleştiri de bulunanların da aslında arka planında bunun olduğunu görmek lazım. Türk yargısı maalesef vesayetçi anlayışın arka bahçesi olarak görev yaptığı yıllarda maalesef hukuk sistemine çok zararlar vermişti. Onlar artık geride kaldı. 15 Temmuz’da verdiği sınav, gerçekten takdire şayandı. Vesayetçi anlayışla, milletiyle beraber mücadele etmeyi başardı” diye konuştu.



“Türk medyasına baktığımız zaman hem milletimizi aydınlatıyor, hem de dünyaya mesaj veriyor”


12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Mayıs’ta darbecilerin sözcülüğünü yapan medya yerine, bugün 15 Temmuz’da yargısıyla, milletiyle birlikte kahramanlık yapan medyanın olduğunu belirten Tunç, “Takdir etmeden geçmemek lazım. Türk medyası büyük bir sınav verdi. 15 Temmuz hain darbe kalkışmasında televizyonlarımız canlı yayınlar yaptı. O sesler kesilemedi. O ekranlar karartılamadı. Ekranlarda yayın yapan gazetecilerimiz milli iradeye sonuna kadar sahip çıktı. ‘Milletçe darbecilere karşı koymamız lazım, bağımsızlığımıza sahip çıkmamız lazım’ dedi ve milletin meydanlara inmesinde medyanın çok büyük rolü oldu. Filistin konusunda da 7 Ekim’den bu yana bir soykırım, dünyanın gözünün önünde işleniyor. 50 bine yakın insan şehit edildi. Bunun yüzde 80’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Maalesef uluslararası medya katledilen çocukların hakkını koruyabiliyor mu şu anda. Maalesef katledenleri adeta destekleyen bir dezenformasyon yapıyor. Bunun yanında Türk medyasına baktığımız zaman hem milletimizi aydınlatıyor, hem de dünyaya mesaj veriyor. Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika’nın başlatmış olduğu Türkiye’nin de müdahillik talebinde bulunduğu soykırım davasında delil olarak dosyamıza ilave ettiğimiz önemli kanıtlar var. Türk medyası olarak Filistin’deki mazlumların hakkının korunması ve uluslararası hukuk anlamında o dosyalara delil teşkil edecek, tarihe not düşecek çok önemli belgeleri Türk medyası sağladı. Filistin’de şehit olan tüm mazlumları rahmetle anıyorum” ifadelerini kullandı.



“Adalet, insan onurunu korumaktır”


Adaletin, Hz. Mevlana’nın deyimiyle ‘her şeyi yerli yerine koymak’ olduğunu aktaran Bakan Tunç, “Adalet, bir dengedir. Adalet, insan onurunu korumaktır. Adaletin olmadığı yerde toplumsal barış ve huzur olmaz. Adalet, toplumsal barış ve huzurun teminatıdır. Adalet, haksızın şirret çığlıkları arasında haklının sesini duyabilmektir. Kürsüde görev yapan bir hakimimiz, adaleti tecelli ederken haklının sesini duyabiliyorsa, haksızın şirret çığlıkları arasında cılız sesi duyabiliyorsa adalet tecelli olabilir. Bu anlayışta olmak gerekir. Yapay zekanın her alanda kullanıldığı gibi yargı alanında da kullanılması imkanları var. Bu konudaki hazırlıklarımız var. UYAP sistemimiz dünyadaki en gelişmiş yargı ağı sistemi. Birçok Avrupa ülkesi bunu nasıl başardınız diye gelip zaman zaman soruyor. O bizim bir avantajımız. Onu daha çok geliştireceğiz şimdi. Elektronik duruşmadan hem ceza davalarında hem de hukuk davlarında daha da yaygınlaştırılması, adalete erişimi daha da kolaylaştırmak, mevzuatı daha da sadeleştirmek. Uzun süren yargılamaların önüne geçebilmek için birtakım tedbirlerimiz var. Yargı reformu strateji belgemizde de bunları tek tek Sayın Cumhurbaşkanımız kamuoyu ile paylaştıktan sonra o hedefler doğrultusunda da mevzuatımızı geliştirmek için çaba göstermeye devam edeceğiz. Son 22 yılda temel mevzuatımızın tamamını değiştirdik. Bütün kanunlarımız, yenilendi. 80 yıllık kanunlarımızda ihtiyaca artık cevap veremez duruma gelen bu kanunlarımızı yeniledik. Önemli olan bu kanunların iyi uygulanması. En iyi kanun, en kötü uygulayıcının elinde en kötü kanun haline gelebilir. Sadece temel mevzuatın yenilenmesi elbette yetmiyor. Kürsüde görev yapan hakim ve savcılarımız kanunları uygularken en başta gözetecekleri husus anayasa. Anayasamızın özellikle darbe anayasası olması hasebiyle birtakım sorunlara yol açtığını, yargı sistemi içerisinde birtakım tartışmalara yol açtığını hepimiz görüyoruz. Anayasamızda yapılan değişiklikler, gerek yapısal değişiklikler, gerek temel hak ve özgürlüklerle ilgili hak arama yollarını artırmaya yönelik, temek hal ve özgürlükleri daha da tahkim etmeye yönelik gerçekleştirdiğimiz değişikliklerin anayasanın darbeci, vesayetçi kurgusuna sonradan monte edilen bu değişikliklerin maalesef maddeler arasında da birtakım yeknesaklıkların bozulduğunu ve bu konunun yargı kurumlarımız arasında farklı görüşlere neden olduğunu da görüyoruz. Anayasamızdaki vesayetçi ruhu azaltmaya, ortadan kaldırmaya yönelik bu büyük çabalara rağmen yönetim reformu da buna dahil olmak üzere anayasamızda küçümsenemeyecek reformları hayata geçirdik” dedi.



“Yeni bir anayasaya ihtiyaç var”


Basınla ilgili anayasada önemli düzenlemeler yaptıklarını dile getiren Bakan Tunç, “Basın araçlarına el konulamayacağına yönelik düzenleme 2004 yılında anayasa değişikliğiyle, anayasamızda yerini almıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kapsamını daha da genişleten düzenlemeleri hem anayasal hem de alt düzeyde hayata geçirdik. Basın özgürlüğü konusundaki çabaları da küçümsememek lazım. Hem Türk Ceza Kanunumuzda hem Terörle Mücadele Kanunumuzda hem de Basın Kanunumuzda eleştiri sınırını aşmayan, haber değerini aşmayan düşünce açıklamalarının suç teşkil etmeyeceğini mevzuatımızda düzenledik. Tüm bunlar ülkemizin demokratik hukuk devleti ilkesini daha da tahkim etmeye yönelik düzenlemelerdi. Türkiye Yüzyılı’nın eşiğindeyiz. Cumhuriyetimizin 2’nci yüzyılına adım attığımız bu günlerde Türkiye’nin demokratik, sivil, katılımcı bir anayasa ile yoluna devam etmesi lazım. İnşallah bunu başarırız. Darbelere geçit vermeyen, 10 yılda bir muhtırayla, darbeyle önü kesilmeyen, demokrasimizi daha güçlü yapan yüksek standartlı bir demokrasi yolunda emin adımlarla ilerlememizi sağlayacak olan yeni bir anayasaya ihtiyaç var. İnşallah parlamentoda bu uzlaşma gerçekleşir. Bu uzlaşmaya yanaşan siyasi partiler, milletvekilleri elbette ki milletimizden bir takdir toplayacaklardır. Aksi durumda milletimiz bunun cevabını yeri geldiğinde verecektir” şeklinde konuştu.



“’Yargıda çürüme var’ şeklindeki dezenformasyonların kasıtlı olduğunu görüyoruz”


Medya ve adalet ilişkisinin önemini anlatan Tunç, “Adaletle ilgili, sosyal medyada da yorumlar yapılıyor. Tabii ki yargı kararları verildikten sonra eleştirilebilir. Bu konuda hiçbir mahsur yok. Hatta bu eleştiriler yargıda kaliteyi artırmaya vesile olur. Hatalı olan yargı kararları da elbette olabilir. Hatalı kararların düzeltilmesi için mevcut yolları var. Hem istinaf, hem temyiz süreci tamamlanmadan ilk derecenin vermiş olduğu kararı medya önünde eleştirerek hatta eleştiri sınırını aşarak, itiraz süreci henüz değerlendirilmekteyken, yargı topyekün böyle kararlar veriyor, yargıda çürüme var şeklindeki dezenformasyonların da kasıtlı olduğunu görüyoruz. Elbette ki iyi niyetli eleştirilere saygı duyuyoruz. Yargının gelişmesini sağlar. Henüz daha dava devam ederken, soruşturma devam ederken, soruşturmanın gizliliği esas. Çünkü oradaki toplanacak delilleri karartılmaması lazım. Dosyanın içeriği ile ilgili bilgi sahibi olmadan, kimsenin bilmediği, soruşturma aşamasındayken ‘acaba böyle mi olmuştur şöyle mi olmuştur’ şeklinde birtakım haberler, maalesef iddianame ortaya çıktığında ‘bu çok tartışılmıştı, neden iddianame de yok’ şeklindeki yorumlara neden oluyor. Bu da tabii yargıya güveni zedeleyen bir durum. Soruşturma aşamasında hatta yargı aşamasında da bir lekelenmeme bir masumiyet karinesi evrensel bir hukuk ilkesi dolayısıyla, henüz bir soruşturma aşamasında, henüz daha hüküm verilmeden eğer o kişi hakkında bir soruşturma başlatılmış ya da yargılama devam ederken kişinin suçluluğu konusunda henüz yargı daha karara varmadan basının karara varması ve bu anlamda lekelenmeme hakkına yönelik ihlallerin olması tabii ki adaletini tecellisine de zarar veren bir durumdur. Sosyal medyadaki etkileşimin konvensiyonel medyaya yansımasıyla birlikte özellikle yargı mensuplarımızın vermiş olduğu kararlarla ilgili olarak farklı yorumlara yargıyı yıpratacak sorunlara neden olduğunu da görüyoruz. Masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı. Bu hakkında korunması konusunda da ülkemizde çok önemli mevzuat değişiklikleri gerçekleştirdik. Çok sayıda yargı düzenlemesini hayata geçirdik. Bunlardan en önemlisi lekelenmeme hakkı. Soruşturmaya yer olmadığına dair karar verme müessesi ülkemizde yoktu. Daha bir kaç sene öncesi mevzuatımıza girdi. Bir buçuk milyon civarında soruşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Eğer bu sistem olmasaydı kişiler hakkında soruşturma açılacak ve sonrasında kovuşturma açılmazsa bu kişi bir soruşturma bir kişi olarak lekelenmesi söz konusuydu. Bunun önüne geçmek için soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilebilme imkanına da getirdik. Bu anlamda bu medya için de çok önemli. Yargı yani bir ihbar karşısında bir şikayet karşısında eğer bunun ciddiyetinin olmadığının herhangi bir delile dayanmadığını somut bir delilin ortada olmadığını gördüğünde hiçbir işleme gerek kalmadan kişinin ifadesini almadan soruşturmaya yer olmadığına dair karar verebiliyor” diye konuştu.



“Düşünce ve ifade özgürlüğünün bir sınırı var”


Geçmişte bu kararın verilemediğini ve soruşturma açılması gerektiğini söyleyen Bakan Tunç, “O kişi manşetlere çıkardı ama sonra bir bakmışsınız o kişinin olayla ilişkisi yok. Masumiyet karinesi hukukun en temel ilkelerinden birisi o nedenle masumiyet karinesine en çok önem vermesi gereken yargı olduğu gibi aynı zamanda medyamızdır. Medyamız, kişilerin kişilik hakkı ile ilgili özellikle sosyal medyadaki dezenformasyonda vatandaşların mağduriyeti söz konusu. Bunun önüne geçmemiz lazım. Sosyal medya özgürlük alanı. Düşünce ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar yanındayız. Daha da önünü açmak için mücadele etmeliyiz. Ancak düşünce ve ifade özgürlüğünün de bir sınırı var. Tabi bu sınır kişinin kendi kişisel görüşüne göre yapılmış bir sınırlama değil. Bu sınırlama evrensel hukukta da var bizim hukukumuzda da var. Bu sınırlar içinde düşünce ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar yanındayız. Sosyal medya bir suç işleme alanı değildir. Gerçek hayatta bir fiil bir hareket suçsa bu sosyal medyada gerçekleştirilmişse bunu düşünce özgürlüğü olarak kabul edemeyiz. Kişilik hakkını korumak hukukun en önemli görevidir. İnsan onurunu korumak adaletin en önemli unsurudur. Sosyal medyada suç işlenmesinin önüne geçebilmek de bugünkü teknolojik imkanlarla çok da kolay olmuyor” ifadelerini kullandı.



"Sosyal medya şirketlerinin Türk hukuk sistemine Türk kanuna uyma zorunluluğu var"


Sosyal medya şirketlerinin Türk hukuk sistemine, Türk kanuna uyma zorunluluğunu hatırlatan Adalet Bakanı Tunç, “Eğer siz Türkiye’de yayın yapıyorsanız, Türk sisteminin alt yapısından yararlanıyorsunuz o ülkenin kanunlarına saygı göstermek zorundasınız. O ülkenin insanları sizin sağladığınız mecra nedeniyle zarara uğruyorsa o zarardan sorumlu olmalısınız. Basınımız için bu sorumluluk var ama bu sosyal medya şirketlerin sorumlu olmayacağını düşünmek mümkün değil hukuki değil. Bu mevzuatın uygulanması sırasında yargı sistemimiz eleştirilerle karşı karşıya kalıyor. Ama vatandaşın hakkını koruma açışından bu çok önemli. Dakika başı bir dezenformasyonla karşı karşıya kalıyoruz. 5 yıl önce yargılaması bile bitmiş bir olayla ilgili bir görüntüyle dezenformasyon yapılıyor. Bazı gazetecilerimiz bunu paylaşıyor. Ceren Özdemir balerin kızımız Ordu’da bir katliama maruz kalmış. Bunun hükümlüsü ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bir gazetecimiz bir yayın yaptı. ’Katil yüksek güvenlikli cezaevinden açık cezaevine çıkarıldı’ diye yayın yaptı. Sosyal medya yıkıldı. Olaya müdahale ettik. Bu kişinin yüksek güvenlikli cezaevinde cezasını çektiğini söyledik. Yalan haber dünyayı dolaştı. Bizim doğru haberimiz sınırlı kaldı. Yalanın alıcısı biraz daha fazla. İletişim Başkanlığımızın bu durumlarda büyük katkısı var. Vatandaşlarımızın doğru bilgilendirilmesi çok daha önemli. Yılda 12 milyon karar veriliyor. İçlerindeki birkaç olumsuz karar sistemin tamamının eleştirilmesine de yol açıyor. Doğru bilgi ise gerçekten haklı eleştiri ise başımızın üzerinde yeri var. Ama dezenformasyon yönelik ise adaletimiz yıpranıyor. Hep birlikte kamu hizmeti yapıyoruz. Hep birlikte yargı mensuplarımız da medya mensuplarımız da kritik görev yapıyor. Bu kritik görevi ifa ederken de adaletle medya ilişkisini zaman zaman masaya yatırmamız gerekli” dedi.


Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara 2025 Merkezi Yönetim bütçe görüşmeleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, “Biz nükleersiz bu dönüşümü Türkiye’nin arz güvenliğini, Türkiye’nin dışa bağımlılık hikayesini yazma şansımız yok. Elbette ki Türkiye’nin enerjiyi daha verimli kullanması lazım. Enerjisini sanayiden, tarıma, ulaştırmaya, bütün sektörlerde verimli halde kullanması gerekiyor.” Bayraktar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçe ve 2023 Kesin Hesap Kanun Teklifi görüşmelerine katıldı ve milletvekillerinin sorularını cevapladı. Bayraktar, Türkiye’nin enerji talebi artan, büyüyen bir ülke olduğunu söyleyerek, “Son yirmi yılda hem doğal gazla hem elektrikle talep neredeyse üç katına çıktı. Yıllık yaklaşık yüzde dört buçuğun üzerinde bir elektrik talebi artışı var. Dolayısıyla bizim öncelikli görevimiz bu artan talebi karşılayabilmek. Arz güvenliği bizim birinci öncelikli noktamız. İkinci husus elbette ki dışa bağımlılığımız. Burada rakamları ifade etmeme müsaade edin daha detaylı olarak. Türkiye 2022 yılında doğal gaza yaklaşık 44.6 milyar dolar ödedi. Petrol ve petrol ürünlerine 2022 yılında 40.4 milyar dolar para ödedi. Toplamda 2022 yılında LPG, kömür ithalatımızda bu rakam 96.5 milyar dolar oldu. Dolayısıyla bütün stratejimizi aslında ta 2002 yılından beri Türkiye’nin enerjideki dışa bağımlılığını düşürme üzerine kurgulamış durumdayız. Onun için Türkiye artan enerji talebini karşılarken aynı zamanda enerjide bu dışa bağımlılığını mutlaka bitirmesi gerekiyor. Politikalarımız bunun etrafında şekilleniyor. Elbette ki bir üçüncü zorluk hatta belki bütün bu ikisinin daha ilerisinde bir zorluk 2053 yılında üç net sıfır emisyon edip Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu Meclisimizin 2021 yılında Türkiye’yi iklim anlaşmasına taraf yaparak ortaya koyduğum Türkiye’nin iklim değişikliğine mücadele hedefleri” ifadelerini kullandı. Yeniköy Kemerköy termik santrallerinin katkısına ilişkin soruya Bayraktar, “Bunlar 7.9 terawat saat elektrik üretiyor. Ürettiler. Yılda üretiyorlar. Toplam Türkiye’deki üretimin yüzde iki buçuğunu biz bu iki santralden karşılıyoruz. Akbelen ormanları kapsamında sorulan bir soruydu bu. Bu enerjiyi biz doğal gazdan üretsek, ithal kaynaktan üretsek yaklaşık 1.6 milyar metreküplük bir doğal gaz ithal etmemiz gerekiyor. Yerli kaynak yerine işte size bir cari açık kaynağı daha oluşmuş oluyor. Bunun yaklaşık bedeli yıllık 700 milyon dolar oluyor. Dolayısıyla bizim mutlaka yerli kaynaklarımızı çevreyle uyumlu bir şekilde devreye almamız gerekiyor” şeklinde konuştu. Bayraktar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yenilenebilir kaynaklar bizim göz bebeğimiz, en çok ehemmiyet verdiğimiz ve özellikle vurgulamak istediğim nokta bugünün bence çok çok önemli çıktılarından bir tanesi. Türkiye bugün konutlarında kullandığı elektriğin tamamının sadece rüzgar ve güneş enerjisinden üretilir hale gelmiş durumda. Bunu sadece geçtiğimiz 14-15 yılda yaptı. Sıfır olan rüzgar neredeyse sıfır olan rüzgarı tamamen sıfır olan güneşi 2012 güneş kurulu gücümüz sıfır. Geçtiğimiz 10-14 yıl içerisinde 31 bin megavatın üzerine çıkardık. Bu yılda yaklaşık 2 bin 500-2 bin 700 megavatlık bir kurulu güçler. Biz bunu yaparken diyoruz ki mutlaka bu otuz bin megavatı 2035’te 120 bin megavatı götürmeliyiz ki Türkiye iklim hedeflerine, Türkiye dışa bağımlılığını mutlaka bu şekilde azalsın.” Nükleer enerjinin Türkiye’nin 70 yıllık rüyası olduğunu söyleyen Bayraktar, “1955 yılında Türkiye Cumhuriyeti ilk aslında nükleerle ilgili adım atıyor ve Amerika Birleşik Devletleri’yle bir sivil sahada nükleerin kurulmasıyla alakalı bir anlaşma imzalıyor. Resmi gazetede 1956’da bu yayınlanıyor. Türkiye 1956 Atom Enerjisi Komisyonunu kuruyor. Türkiye’de 1957 yılında da Uluslararası Atom Enerjisi üye oluyor. Aynı tarihte Güney Kore’de üye oluyor. 1962 ilk araştırma reaktörü işletmeye alınıyor. 1965 enerji ilk kez beş yıllık kalkınma planımızda yer alıyor. 1976’da Akkuyu nükleer saha olarak tespit ediliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından. Biz Akkuyu’yu nükleer saha tespit ettiğimiz yıl Güney Kore ilk nükleer reaktörünü devreye alıyor. 2015’te uçak krizi, ondan sonraki yaşanan süreçler darbe gelişimleri. 2018 yılına geldiğimizde Akkuyu’ya biz ilk lisansı verdik ve orada çalışmalar başladı. Şu anda ilk reaktörün çalışmaları da devam ediyor. Birinci üretenin kubbesi de kapatılmış durumda. Ama nükleersiz Türkiye’nin kalıcı uzun soluklu temiz enerjiye erişme şansı yok. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Biraz önce ifade ettiğimiz o 31 ülke yani Birleşmiş Milletler iklim değişikliğiyle mücadele anlamındaki en önemli toplantıda ortaya konan deklarasyon geçen sene Dubai, bu sene Bakü’de. Bakın bunların arasında öyle çok kaydedilen ülkeler yok diye ifade edildi. Ben size ifade edeyim. Kanada, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, Macaristan, Japonya, Kore, Hollanda, Polonya, Slovakya, İsveç, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri. Bu ülkelerden bazıları. Dolayısıyla bütün bu ülkeler ülke mutlaka küresel ısınmayla mücadelede bizim nükleersiz bu işi başaramayacağımızı ifade ediyorlar. Dolayısıyla biz de Türkiye olarak diyoruz ki biz Akkuyu’nun yanında Sinop’ta, Trakya’da üç tane konvansiyonel büyük santrale ihtiyacımız var. Yaklaşık on iki reaktöre ihtiyacımız var. Küçük modüle reaktörleri, SMR’lara da ihtiyaç var. Bugün özellikle dünyada gelişen trendler, yapay zeka, büyük data, büyük bir elektrik ihtiyacını beraberinde getiriyor. Bakın son dönemdeki gelişmeler. Google, SMR geliştirici bir şirkette elektrik satın alma anlaşması yaptığına çıkıyor. Microsoft yine bir anlaşma yapıyor Amerika’da. Three Mile Island ki burada 1979 beri kapalı olan bir kaza nedeniyle kapalı olan bir reaktördeki nükleer santral tekrar devriye alınıyor ve oradan yirmi yıllık bir alım anlaşması yapılıyor. Dolayısıyla biz nükleersiz bu dönüşümü Türkiye’nin arz güvenliğini, Türkiye’nin dışa bağımlılık hikayesini yazma şansımız yok. Elbette ki Türkiye’nin enerjiyi daha verimli kullanması lazım. Enerjisini sanayiden, tarıma, ulaştırmaya, bütün sektörlerde verimli halde kullanması gerekiyor.” BOTAŞ’ın ödenmemiş faturası olmadığını belirten Bakan Bayraktar, “BOTAŞ’ı özelleştirmeyi düşünmüyoruz” ifadelerini kullandı.